Vecdi Gönül, şu son demeciyle ortalığı ayağa kaldıran ve önümüze ciddi bir gerçeklik manzarası seren Vecdi Gönül, konuşkanlığıyla tanınan bir Bakan değildi. Ne oldu da tam şimdi, hem de bu sözlerle sahneye çıkma gereğini duydu.
Türkiye’de Savunma Bakanı olmak özel bir iştir, çünkü Savunma Bakanı hiçbir Bakan’a benzemez. Bakanlar, sorumluluğunu üzerlerine aldıkları alanın işlerini yönetir, denetler, hükümet politikasını o alanda uygularlar. Savunma Bakanı böyle işler yapmaz, o daha çok hükümetin Genelkurmay’a gönderdiği bir Elçi gibidir. Genelkurmay yapılmasını istediği şeylerden bazılarını hükümete Savunma Bakanı kanalıyla bildirir. Yani, sonuç olarak, bir işlevi vardır bu Bakan’ın. Üstelik, bu işlevi herkes göremeyeceği için, bazı özel yetenek ve/veya donanımları da olmalıdır.
O “donanımlar”dan ötürü müdür, nedendir, Vecdi Gönül’ün sesi pek az duyulurken, birdenbire bu “ulus-devlet” temasıyla, bize bu güzel ulus-devleti seksen yıl önce verdikleri isabetli kararlarla bağışlayan büyüklerimize fatiha okuyarak, mesajını verdi, dünya görüşünü açıkladı. Bunu niçin şimdi yaptı diye düşününce, Başbakan’ın bir süredir üstüste patlattığı konuşmalardan, bu konuşmalarla oluşturduğu ortamdan sonra, kendisinin de harbî ve hasbî düşüncelerini kamuoyuyla paylaşma zamanının geldiğine hükmettiği sonucuna varıyorum. Başbakan, çeşitli cevherler arasında, Kürtlere “beğenmiyorsanız gidin” derken, Savunma Bakanı da “zamanında göndermiş olanlara” rahmet okuyor. Hele bir de “yanlış anlaşıldığı”nı söylemesi, sözlerinin bugüne değil, seksen yıl öncesine ilişkin olduğunu açıklaması var ki, gerçekten hayranlık verici. Biraz daha kesin tarih serdetse ve “93 yıl önce” dese ne kadar daha isabetli olacaktı.
Vecdi Gönül’ün bu beyanatı hakkında söyleyecek fazla sözüm yok. Çünkü kendisi, bu ülkede varolan bir zihniyeti, varolmakla kalmayıp hâlâ büyük ölçüde egemen olan bir zihniyeti, gerekli belagatle dışavurmuş durumda. Ama şunu da söylemeden geçmeyelim: bunları söyledi diye bizim gibiler ona yüklenecek, yüklenmeye devam edecek, sözlerinin meymenetsizliğini her yanından eleştirip açığa vuracak. Ama çok sayıda insan, aynı şeyleri düşünüp (çünkü böyle düşünmek öğretilmiş) yüksek sesle söylemekten kaçınıyor (çünkü bunları yüksek sesle söylememek öğretilmiş). Onlar şimdi içlerinden “Bravo adama” diyecekler; “doğru söylüyor!” O da herhalde bunu biliyor ve bu toplumun böyle diyecek kesimine hitap etmek istiyor. Ama zaten falancanın, filancanın şu son günlerde söylediklerinin temelinde yatan da bu durum olmalı: “böyle diyecek kesim”in büyük kısmı “etkili ve yetkili kesim”dir ve AKP de artık bu memlekette “etkili ve yetkili” olmak için söylenmesi gereken şeyleri söylemeye başlıyor.
Fehmi Koru’nun benzetmesi Başbakan’ı belli ki çok kızdırmış, ama doğruydu: Obama’yken Bush olmaya yöneldi –Türk politikasının alışılmış “deha”sı ve isabetli kararları çerçevesinde, Amerika Bush’tan Obama’ya yönelirken yaptı bunu. Hayırlı olsun. Ama bu dönüş, AKP’nin tabanında, dolayısıyla Türkiye’nin siyasî geleceğinde, önemli bir değişim başlatabilir. Bu tabanda, herkesin aynı neşeyle Bush’laşmaya doğru koşacağı kanısında değilim ben. Oralarda hiç de öyle olmayan insanlar gördüm, hem çok gördüm.
Bu toplumun kamplaşmaları malûm. Kim olursa olsun, sonuçta bu toplumun yarattığı kalıplar içinde, alışkanlıklar içinde davranırlar ve “kol kırılır yen içinde” sözünü yüksek sesle telaffuz etmeseler de o kurala uyarlar. Bu dışlanmış ve horlanmış kesim içinde de bu tercihi yapanların şu evrelerde çoğunlukta olacağını tahmin ediyorum. Ama bu, hareketin içinde bir “yolçatı”na gelinmediği anlamına gelmez.
TARAF