Her sene yayınlanan AB ilerleme raporu, Türkiye'nin AB üyelik sürecindeki karnesi hükmündedir. Rapor, ne kadar ilerleme sağlandığı hakkında bir fikir veriyor. Karne notunu veren AB'nin karar mercileri bir yol haritası çizerler. Türkiye söz konusu yol haritasına göre kendine hatt-ı hareket çiziyor.
Bu sene yayınlanan rapora baktığımızda, geçmiştekilerden pek farklı olmadığını görüyoruz. Raporun özet cümlesi şu: "2009 reform yılı olsun."
Türkiye'nin reformlara ihtiyacı olduğu kesin. Buna kimsenin itirazı yok. Başta sivil ve demokratik yeni bir anayasa, asker-sivil ilişkisi, din ve vicdan özgürlüğü, baskıcı-otoriter laiklik, yolsuzluklar, işkence, ifade özgürlüğü, Kürt sorunu, Alevi talepleri vb. sorunlar olduğu gibi duruyor. Raporda anamuhalefet partisi CHP de payını almış; haklı olarak rapor, CHP'nin, bir kısmı AB reformları çerçevesinde demokratikleşme hamlelerini destekleyen 16 kanunu bu sene Anayasa Mahkemesi'ne götürdüğü hususunun altını çiziyor. Tabii ki Anayasa Mahkemesi'nin konumu ve tutumu da gündeme gelmeli.
Açıkça ifade etmek gerekirse, AB yolunda zorluk çıkaran sadece statükocu çevreler, bürokratik merkez ve bunların tarihsel müttefiki durumunda adeta onların Meclis'te sözcülüğünü yapan CHP değil, iktidar partisi AKP de AB yolunda pek gönüllü davranmıyor. Bu yüzden hükümeti destekleyen aydınların, liberal ve sol kökenli demokratların önemli bir bölümü AKP'den desteğini çekmiş durumda.
Hükümetin işi ağırdan tutmaya başlamasının anlaşılır bazı sebepleri var. Kürt sorununa bakışında da köklü değişikliklere gittiği anlaşılan AKP, belli ki "bürokratik merkez"e, başka bir ifadeyle devlete daha yakın politik tutum takınmış durumda. Bu açıdan hem Türkiye'de hem Avrupa'da Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olanlar arasında üstü örtülü bir işbirliği, izlenecek stratejiler konusunda açıktan telaffuz edilmeyen bir mutabakat vardır. "Hırvatistan'a üyelik için tarih verildiği halde, neden Türkiye'ye verilmiyor?" yolunda kendisine yöneltilen bir soru üzerine Genişleme Komiseri Olli Rehn'in verdiği cevap çok manidar: "Türkiye ile Hırvatistan'ın mukayese edilmesi doğru değil. Tarih meselesi hem Türkiye hem Avrupa tarafından bahane olarak kullanılmaktadır. Oysa AB yolu bahanelerden değil, siyasî reformlardan geçmektedir."
Rehn'in bu tespiti, artık AB yetkililerinin Türkiye'yi tanımaya başladığının işareti. Tuhaf gelebilir, ama benim kanaatim şu ki, uzun bir geçmişe rağmen hakikatte AB, Türkiye'yi pek de yakından tanımıyordu. Müzakere tarihi, AB'nin Türkiye'yi daha yakından tanımasına yardımcı oldu, bunu bile kendi başına bir kazanç sayabiliriz. Çünkü öteden beri Türkiye'nin AB politikası, "girmek istiyormuş gibi yapmak", ama işin hiçbir şekilde ciddiye binmesine fırsat vermemek. Türkiye'nin nihai ve hakiki devlet politikası şudur: AB üyeliği ısrarla istenecek, ama gerekli hiçbir reformu yapmamak suretiyle üyeliğin önüne engeller dikilecek.
2002-2005 arası, Türkiye'nin, özel olarak AKP iktidarının AB üyeliğini çokça istemesinin önemli sebebi, dindar halkın bu sürece samimi olarak destek vermesiydi. Bu destek, hem AKP'yi iktidara getirdi hem üyelik sürecini hızlandırdı, sahici hale getirdi.
Bugün aynı noktada bulunmuyoruz. Dindar halkın büyük bir bölümü AB'den umudunu kesmiş gibi. AB çevreleri ve Türkiye'de AB destekçileri, dindar kitlelerin haklarının takipçisi olmadılar, sorunlarının ilerleme raporunda yer alması için ciddi sayılabilecek bir gayret göstermediler. Aydınlar, AB yetkililerini enforme ederken, doğrudan veya dolaylı olarak "Türkiye'de ciddi anlamda din sorunu, din ve vicdan özgürlüğünün kullanımında sıkıntılar olmadığı" yolunda telkinlerde bulundular. Son ilerleme raporunda da eşcinseller, transseksüeller dahil bütün azınlıkların sorunlarına atıflar yapılırken, asıl dindar çoğunluğun çektiği sıkıntılar -mesela başörtüsü sorunu- zikredilmedi bile. Bu, üyelik sürecine olan sahici toplumsal desteğin azalmasının en önemli sebebidir. Üyelik süreci için salt aydın talebi yetmez, toplumsal talep gerekir.
ZAMAN