Abdullah Muhaysini: Türkiye kendisini sınırlarından ibaret görmemeli

Suriye'de direnişçilerin önde gelen isimlerinden Abdullah Muhaysini, Türkiye'nin kendisini sınırlarından ibaret görmemesi gerektiğini belirtti.

Suriye'de direnişçilerin önde gelen alimlerinden Abdullah Muhaysini, bölgedeki son gelişmeleri Timetürk için değerlendirdi.

- İsrail'in Abu Dabi ile yaptığı "normalleşme anlaşması" ile birlikte diğer Arap rejimlerine yapılan anlaşma çağrısına nasıl bakıyorsunuz?

Öncelikle sesimizin siteniz yoluyla duyulması fırsatını sunduğunuz için teşekkür ediyorum. Siyonist işgalcilerin Arap devletlerine olan bu çağrısı yeni bir şey değil. Bu çağrı eski bir çağrı ve yaşı, işgalin yaşı ile aynı. Filistin'i gasp etmelerinden bu yana Müslümanlar işgalcilere karşı daimi bir savaşın içerisindeler. Ya gerçek anlamıyla topyekun bir savaş ya da karşı tarafı tanımama, baskı kurma şeklinde bir savaş şeklinde sürüyor. Hakikaten bu savaş Araplarla ve İsrail'in savaşı değil aksine Müslümanların savaşıdır. Ve bu savaşın birçok faydası oldu. Siyonistler kendilerinden nefret etmeye başladılar. Dünya çapında terk edildiler ve her yerde buğzedilenler oldular. Hatta ‘siyonist' (gaspçı) kelimesi her yerde peşlerinden gelir oldu. Şu andaki değişime bakacak olursak bazı devletlerin karar alıcıları siyasi olarak “toy”lar.

“İsrail'le ‘normalleşme anlaşması' yapanlar siyonizmin bataklığındadır”

Boylarını aşan savaşlara ve meydan okumalara giriştiler. Bu meydan okumalar ve savaşlar tamahlarını artırdı ve ardından vakalar karşısında şaşkına döndüler. Sonrasında tehdit edilen, izleri sürülen ve kovulanlar haline geldiler. Siyonistlerin koynuna girerek kendilerini giriştikleri bu işlerden kurtaracak olduğunu düşündüler. BAE özellikle Libya'da, PKK'nın desteklenmesinde ve Yemen'deki savaşta işleri eline yüzüne bulaştırdı. Ancak kendilerinden zuhur eden bu fikirler maalesef hatalıdır. Bu yaptıklarıyla ümmetin kızgınlığına, nefretine ve lanet etmesine sebebiyet verdiler. Hakikaten cevabı kısaca özetlemek gerekirse, bu yaptıklarıyla siyonistleri kurtarmış olmadılar, aksine Siyonistlerin bataklığına batmış oldular. Zaten Siyonistleri kurtarmaya güçleri yetmez, Siyonistler kendilerini ancak Filistin'den çıkarak ve Müslüman beldelerden ellerini çekerek kurtarabilirler. Tabii ki bu mesele şimdi bahsettiklerimiz dışında İslam dini açısından da bir değerlendirmeye muhtaç. Allah subhane ve teala her asırda var olacak olan münafıkların sıfatlarından bahsetti. Onlar, düşmanlarla ve işgalcilerle birlikte olarak kendi halklarının ve mazlumların rızası yerine onların rızasını kazanmaya çalışırlar. Allah subhane ve teala buyurdu ki: “İşte kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanların, “Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün. Ama Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar.” [Maide 52] Allah subhane ve teala diyor ki münafıklar daima ümmetin düşmanlarının rızasına erişmek için onlara tabii olurlar. Lakin Allah buyuruyor ki bu rıza geçici olacaktır ve münafıklar hüsrana uğrayacaklardır.

“Beyrut'taki patlamanın sebebi Hizbullah'ın mühimmat deposuydu”

- Beyrut'ta büyük yıkıma yol açan patlamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Beyrut'ta yaşanan patlama gerçekten büyüktü. Cümlelerime başlamadan önce Lübnan'daki mazlum ve yaralı halkımıza taziye dileklerimi iletiyorum. Lübnan halkı, İran'dan ve sahadaki kolu Hizbullah'tan uzun senelerdir çekmekteler. Maalesef bu örgüt, Lübnan'ın bereketini, kaynaklarını sömürüyor. Müslümanların beldelerine saldırıyor. Nitekim Suriye, bugün Lübnan Hizbullah'ının zulmünden dolayı haykırmaktadır. Aynı şekilde birçok Müslüman toprağı, bu kimselerin zulmüne düçar olmuş durumda. Aynı şekilde Lübnan da bunun bedelini ödüyor. Aslında Beyrut patlamaları, yeni bir şey değil. Beyrut, sadece kendi menfaatlerini ve çıkarlarını düşünen, Lübnan halkının maslahatını unutan, Lübnan halkını temsil etmek için harekete geçen herkesin önüne set çeken, onları sömüren bu taifenin eline düştüğü gün patlamıştı. Lübnan, bu kimselerin hükmünde ve hakimiyetinde olduğu sürece herhangi bir ilerleme ve gelişme kat edemeyecektir. Bu patlamaların denildiği gibi birtakım endüstriyel malzemelerden kaynaklandığını sanmıyorum. Bilâkis Hizbullah örgütünün İslam topraklarını harap etmek için kullandıkları cephanevi eşyaların yol açtığına inanıyorum. Diyebileceğim en isabetli şey: HasbunAllah ve nimel vekil.

“Türkiye kendini sadece sınırlarından ibaret görmemelidir”-

- Sisi'nin Türkiye karşıtı tavrıyla ilgili görüşlerinizi alabilir miyim?

Arap müslümanlar nezdinde Türkiye, devrimlere destek olmasıyla, bizatihi desteklemesiyle bu mazlum ve yaralı halklar için en makbul olandır. Dolayısıyla bugün Arap toplumlarının tamamının gözlerini Türkiye halkına çevirdiğini ve Türkiye'ye iltica ettiklerini görebilirsiniz. Türkiye'nin Sisi karşısındaki durumunu iki şekilde ele almaktayız. Siyasi konum ve ahlaki konum. Türkiye, bugün siyasi ve ahlaki çerçevede kesinlikle Sisi rejimiyle bir tutulamaz. Sisi, 21. yüzyılda tüm dünyanın göz önünde Mısır'da adeta İhvan-i Müslimin üyesi bırakmamış, en büyük katliamlara imza atmış biri. Nitekim Mısır'daki mazlum halkta Türkiye dışında iltica edip umut besleyeceği bir yer bulamamıştır. Bugün hem Türkiye halkına hem de hükümetine, kendine Müslüman toplumların ona baktığı bir nazar ile bakılması gerekiyor. Nitekim mazlumlara kol kanat gererek oldukça ciddi bir sorumluluk üstlenmiştir. Sosyal medyada son zamanlarda dünyanın birçok yerindeki Müslümanlar tarafından açılan “hashtag”lerde de bu sevgi belirtilmiştir. Türkiye halkının kendilerini sadece Türkiye sınırlarından ibaret görmemesi gerekiyor. Bilâkis bugün taşıdığı değerlerin sorumluluğun, destekçisi olduğu mazlumların Allah'tan sonra tek yardımcısı olduklarını bilmeleri elzemdir. Allah Resulü aleyhisselam, “Kim bir müminin sıkıntısını giderirse Allah'ta onun sıkıntısını giderir” buyurmuştur. Sisi, yeryüzünde fesadı ve fitneyi yayan tağutlardan yalnızca biridir. Onun bu konumunun kolay kolay çözülebilecek bir durum olduğunu sanmıyorum.

“İdlib halkının Türkiye'den beklentileri var”

- İdlib'deki son durumla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Ben idlib'te halkın arasında yaşamaktayım. Bombardıman tamamen bitti diyemem. Ancak özellikle şehir merkezi bölümünde ciddi şekilde azalmış durumda. Durum, nispeten daha normalleşmiş durumda. Ancak insanlar, bombardımanın, zulmün yeniden döneceği hususunda oldukça korkuyor. Suriye halkı, Türkiye'nin sahadaki mevcudiyetinin olası bir saldırıya karşı güvence sağladığı düşüncesiyle huzurlular. Aynı şekilde birkaç Rus insansız hava aracının düşürülmesi de buna sebebiyet vermiş durumda. İnsanlar, Türkiye'nin rejime baskı yapacağı ve rejim güçlerinin Soçi anlaşması sınırlarına çekilerek 50 bin Suriyelinin yaşam alanı olan Serakib'in, 150 binden fazla kişinin yaşam alanı olan Maaret Numan'ın yeniden alınması yönünde beklenti içerisindeler. İnsanların hayatı genel olarak böyle. İmkanların, yardımların azlığının yanında hiç kimsenin güç yetiremeyeceği bir hayatı burada 1 milyon 500 bin insan çadırkentlerde yaşıyor. Birçok kimse Suriye davasını unutmuş durumda. Bununla birlikte şu an kış ayının arifesindeyiz. Sıkıntılar gittikçe artıyor. Yardım dilenecek olan Allah'tır.

“Esed'in geleceği yok”

- Esed rejiminin konumu ve ilişkileriyle birlikte bölgedeki güç çatışmalarını değerlendirebilir misiniz?

Gerçekten Beşer Esed, modern zamanda insanlığın gördüğü en büyük katildir. Yalnızca kendi ülkesini ve halkını değil bölgenin tamamını bir krize sokmuştur. Koltuğunu kaybetmemek için katliamlara başvurduktan sonra Suriye'yi dünyaya açık artırmaya sunmuştur. Kendisini koruması karşılığında ülkesinin bir kısmını Rusya'ya bir kısmını ise İran'a vermiştir. Meşhur olduğu şekilde “Esed (yani ben) ya da ülkeyi yakıp yıkarız” söylemi ile hareket etmiştir. Halkı, kendisini seçme ya da ülkeyi başlarına yıkma tercihleri arasında bırakmıştır. Halk da, onun tuğyanını, birçok zulmünü ve cürmünü görmelerinden ötürü Esed'i seçmemiştir. Halk, ölümü, Esed tağutundan daha rahmetli bulmuştur. İnsanların verilen bunca kurbandan sonra Beşer Esed'i kabul etmeleri kesinlikle mümkün değildir. Bunca kurban verilmeden önce dahi onu kabul etmemektelerdi. Ve mücavir kuvvetler, Ortadoğu'nun hakiki nüfuz merkezi olan, önemli bir coğrafi konuma ve petrol kaynaklarına sahip olan bu tarihi bölge üzerinde birbirleriyle rekabet etmekteler. İşte tüm bu sebeplerden bu bölgedeki rekabetin yakın bir vakitte bitmeyeceğini ve uzun bir süre devam edeceğini düşünüyorum. Bu rekabeti aynı zamanda ahlaki yönden de değerlendirmek gerekir. Batılı devletlerin rekabet ahlakları petrol odaklı iken komşu veya Müslüman devletlerin de ahlaklarını tuğyana karşı çıkan mazlum halka sahip çıkma odağına yerleştirmesi gerekir. Siyasi duruşlar yerine ahlaki ve prensipli duruşlar sergilenmesi gerekir. Her Müslümanın kalbindeki inanç bu şekilde olmalıdır. Ahlaki duruştan uzak olarak Beşer Esed günümüzde batmış, ömrü tükenmiş bir gemi gibidir. Onunla beraber duranların hepsi, domino taşları misali birlikte yıkılacaklardır. Kaybetmiş bir kişi üzerine oynuyorlar. Hatta Beşer Esed üzerine oynadıklarına da inanmıyorum. Suikast ya da başka herhangi bir yolla kendisinden kurtulacaklarına inanıyorum. Çünkü biliyorlar ki bu adam geleceğin bir parçası olmaya münasip değil. Bahsettiğim üzere Suriye'de gördüğümüz büyük bir pastadan herkesin bir pay almaya çalışmasıdır. Yalnızca küçük bir kısım mazlumlara yardım gibi ahlaki bir duruşla ismini tarihe yazdıranlardır. Bizim gördüğümüz vakıa bu şekildedir. Yardım dilenecek olan ancak Allah'tır.

Röportaj: Cumali Dalkılıç

Suriye Haberleri

Ahmed el-Şaraa: Türkiye her zaman Suriye'nin yanında yer aldı, bunu unutmayacağız
Hakan Fidan: Doğru tarafta yer almış olmanın haklı gururunu yaşıyoruz
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye devrim lideri Ahmed el-Şaraa ile görüştü
İşgalci Çin’den Suriye’nin yeni yönetimine Uygur küstahlığı
Suriye'de 14 yıl sonra köyüne kavuşan Semir Akça evini mayınlarla çevrili buldu