Abdullah Gülün hakem sayılması

Oral Çalışlar

Abdullah Gül, iki yıl önce 27 Nisan tarihinde Genelkurmay Başkanlığı internet sitesine düşen e-muhtıra’daki hedef isimdi. Onun ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözlerinin dağa taşa rast gele yazılmasını eleştiren sözlerin bildiriye konulması yoluyla açıkça ‘onu istemiyoruz’ mesajı verilmişti. ‘367’ olarak tarihimize geçmiş olan o ünlü kararın engellemek istediği şey de, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığıydı.

Türkiye’yi yöneten İstanbul büyük burjuvazisi, asker-yargı-bürokrasi bloğu Abdullah Gül’ün yani AK Parti’li birinin cumhurbaşkanı olmasını, düşünülmesi bile mümkün olamayacak bir şey olarak görüyorlardı. Gül’ü seçtirmek istemeyen kesim içindeki bazı gruplar hukuk dışı yollara da başvurdu. Ciddi tehditlerle bulunuldu. Böyle bir seçimin mümkün olamayacağını AK Parti’ye kabul ettirmek istediler. İktidar bloğunun en merkezi parçası olan Cumhurbaşkanlığını ne pahasına olursa olsun bir AKP’liye kaptırmak istemiyorlardı. Şu an bize çok uzak bir tarih gibi gözüken ve uzak bir tarih üslubuyla anlatılır hale gelmiş olan o günler, sadece iki yıl gerideler.

Cumhurbaşkanlığının yetkileri, 12 Eylül 1982 Anayasası’yla artırılmıştı. Cumhurbaşkanı, -Kenan Evren düşünülerek yapılan düzenlemeler sayesinde- yargıya yapılan atamalarda, bürokrasinin şekillendirilmesinde ve üniversitelerin yönetiminde tayin edici bir güce erişmişti. İşte böyle bir mevziyi kaptırmanın düşüncesi bile, onların psikolojik dengelerini ve zihinsel paradigma çerçevelerini sarsmaya yetiyordu.

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığını asker, CHP uzun süre kabul etmedi. Ancak demokrasi takvimi işliyordu. Yapacakları fazla bir şey de kalmamıştı. Abdullah Gül, kendisine yönelik ‘yok sayma’ tutumuna aldırmadı. Dengeli ve değişik kesimlerin duyarlıklarını dikkate alan bir cumhurbaşkanı profili çizdi.

Onun döneminde önce üniversitelerin yönetimini elinde tutan 12 Eylülcülükten güç alan katı ulusalcı yapı parçalandı. Cumhurbaşkanı’n yetkileri buna olanak veriyordu. Yargıda çok ciddi bir değişiklik olduğu söylenemez.

Askerin 27 Nisan bildirisini izleyen olaylardan ötürü büyük bir prestij ve güç kaybına uğradığı bir gerçek. Ancak, bu iktidar bloğunun en önemli mevzilerinden birisi olan Anayasa Mahkemesi’ndeki sezü edilen çoğunluk yerinde duruyordu(ki hâlâ da duruyor). Seçimlerden sonra son bir hamleyle bu güç harekete geçti.

İktidardaki bir partinin kapatılması, Türkiye’nin bütün dengelerini alt üst edebileceği gibi çok ciddi siyasi kaosa neden olacaktı. Toplumdan, uluslararası güçlerden, ekonomi çevrelerinden gelen tepkiler, Anayasa Mahkemesi’nin kararında etkili oldu.

Türkiye tehlikenin sınırından döndü.

***

AK Parti’ye iktidarı vermek istemeyen, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasına karşı çıkanların bir kesimi öyle görülüyor ki umutlarını miyadını doldurmuş bir kavram olan ‘askeri darbe’ olgusuna bağlamışlar, bir darbenin peşine düşmüşlerdi.

Ergenekon davasındaki ayrıntılara baktığımız zaman bu umutsuzluğun, bir gözü dönmüşlükle nasıl el ele gittiğini görebiliyoruz. Silahlar, bombalar, suikastlar, Türkiye’yi yeniden bir kaosun içine sokabilecek çılgınlıklar...

Tarihsel koşullar siyasi darbe için elverişli değildi. Türkiye’nin geldiği gelişmişlik düzeyi bu tür heveslere fırsat verecek noktayı aşmıştı. Her hamlede ileri adım atmayı planlıyorken geriye gitmek zorunda kaldılar. Düşüşe geçmişlerdi.

Dursun Çiçek’in altında imzası olduğu söylenen ‘belge’, ‘hâlâ mı, bu tür işler peşinde koşuyorlar’ yorumlarını beraberinde getirdi. Bu kez militarizmin koyu destekçilerinin bir kısmı tereddüde düştüler.
‘Bu kadarı da olmaz’ diyerek saflarda gedikler açıldığı mesajını verdiler.

Başbuğ’un 36 generali arkasına alarak yaptığı basın toplantısına gösterilen tepki değişimin ne kadar köklü olduğunu gösterdi. ‘Kritik MGK’nın da çok kritik olmadığı, normalleşmenin oraya da yansıdığını anladık. Onlar tartışırken ‘sorgulanamaz bile’ denen albay tutuklanmıştı. ‘Abdullah Gül hakem’ başlıklarının bu ortamda bir anlamı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Abdullah Gül, seçimle gelmiş bir Cumhurbaşkanı. Onun meşruiyetini yok sayanlar, onun hakemliğine ihtiyaç duyacak noktaya gelmiş bulunmaktalar.

Buraya gelmesi kaçınılmazdı. Doğrusu da buydu.

RADİKAL