Abdullah Gül Esed’i de Tebrik Edecek mi?

MUSTAFA SİEL

Abdullah Gül Sisi’ye Kutlama Mesajı Göndermiş

Medyaya yansıyan haberlere göre Abdullah Gül, Temmuz 2013’te bir askeri darbe ile meşru Cumhurbaşkanı Mursi’yi deviren ve göstermelik bir seçimle kendini Mısır Cumhurbaşkanı olarak seçtiren General Abdulfettah Sisi'ye hafta başında bir tebrik mesajı göndererek; bu vesileyle dost ve kardeş Mısır halkının barış, istikrar ve esenliği yönünde iyi dileklerini iletmiş ve iki ülke arasındaki köklü ilişkilerin her zaman devam edeceği konusunda kuşku duymadığını belirtmiş.

Doğrusu bu haberi ilk okuduğumda gözlerime inanamadım ve gerçek olmayacağını düşündüm. Bu nedenle de başka kaynaklardan da teyit etmeye çalıştım. Şu ana kadar bu haberin yanlış olduğuna dair bir açıklama gelmediğine göre, doğru olduğunu kabul etmek durumundayız.

Bu Mesaj Ne Anlama Geliyor?

Elbette kimse Türkiye’nin İsrail’le, Suriye yada Mısır rejimleri ile savaşmasını beklemiyor. Lakin bizler hükümetin 5 yıldır sürdürdüğü mazlumlar ve Müslüman halkların maslahatına yönelik politikasını iktidarda kaldığı sürece devam ettirmesini bekliyoruz. Bu beklenti bizden kaynaklanmayıp, bizzat hükümetin 5 yıldır kendi inisiyatifi ile geliştirdiği politikasına, mazlumlara ve Müslüman halklara bir vefa borcudur aynı zamanda.

Lafı hiç dolandırmaya, eveleyip gevelemeye gerek yok. Bu mesaj resmen kendi kendini inkar, kendi kendini sıfırlamadır. Erdoğan’ın Ocak 2009’ta Davos’ta, İsrail denen haydut devletin sözde Cumhurbaşkanına yaptığı van munit çıkışıyla başlayıp, 2011 Aralığında Ortadoğu intifadaları ile grafiği yükselen ve Suriye kıyamında tavan yapan, mazlumların ve Müslüman halkların maslahatına yönelik politikaların adeta sıfırlanmasıdır.

Abdullah Gül Hemen - Acilen Esed’i de Tebrik Etmelidir!

Bilindiği gibi bu ay içinde sadece Mısır’da değil aynı zamanda Suriye’de Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ve Suriye despotu Esed’de tıpkı Sisi gibi % 97’lerde bir oy alarak! diktatörlüğünü yeniledi.

Bu durumda Sisi’nin Cumhurbaşkanlığını tebrik eden Gül’ün Esed’e de bir tebrik mesajı göndermesi ve bu vesile ile bu vesileyle dost ve kardeş Suriye halkının barış, istikrar ve esenliği yönünde iyi dileklerini ileterek, iki ülke arasındaki köklü ilişkilerin her zaman devam edeceği konusunda kuşku duymadığını belirtmesi farz olmuştur.

Çünkü iki diktatör arasında aslen bir fark olmayıp, tek fark Suriye diktatörünün şartlar gereği çok daha fazla kan dökmüş ve zulüm yapmış olmasıdır. Gerçi Mısır’da da darbeye karşı Suriye gibi silahlı bir direniş olsa idi Sisi’nin de kan dökme ve diğer zulümlerde Esed’ten aşağı kalmayacağı, Temmuz 2013’te sivil darbecileri silahlarla taratarak en az 1700 masul sivili katlettirmesinden belli olduğuna göre, aslında ikisi arasında hiç fark yoktur.

Bu nedenle Sisi’yi tebrik eden Gül’ün Esed’i tebrik etmemesi çifte standart ve adaletsizlik olup, süratle bu hatasını telafi etmelidir.

Sisi’nin Tebrik Edilmesi, Aynı Zamanda 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat Darbecilerinin Tebrik Edilmesidir

Sisi’nin tebrik edilmesinin Türkiye dış politikasındaki anlamını yukarıda açıkladık. Fakat bu tebriğin oluşturduğu sorun bundan ibaret değil. Sisi’nin tebrik edilmesi aynı zamanda iç politika ile de alakalı. Bu tebrik aynı zamanda Türkiye’de darbe gerçekleştiren 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat darbecilerinin tebrik edilmesi anlamına geliyor. Hatta 1923 darbesinin.

Malum 1923’ten itibaren tüm bu darbeler, Abdullah Gül’ünden içinden çıktığı Müslümanlara ve İslam’a karşı, Müslüman halkın iradesine karşı batı aşığı kadrolarca yapılmıştı. Senelerce bu darbeleri en sert şekilde eleştiren, halkın iradesinden dem vuran Gül’ün, bu darbecilerle aynı konumda olan Sisi’yi tebrik etmesi, resmen Türkiye’de 90 yıldır yaşanan kesintisiz darbe sürecini ve kendisini inkâr anlamına gelmektedir.

Demezler mi adama, madem Türkiye’deki darbecileri eleştiriyor, hukuksuz buluyorsun, o halde Mısır’daki darbeciyi niye tebrik ediyorsun? Bu yaptığınla sen aynı zamanda Türkiye’deki tüm darbecileri de meşrulaştırmış olmuyor musun?

Bu durumda Abdullah Gül süratle bir açıklama ile Türkiye’de bu güne kadar yapılmış olan tüm darbelerin meşru olduğunu deklare ederek kendi kendisiyle düştüğü çelişkiyi düzeltmelidir. Aynı zamanda devam etmekte olan 12 Eylül ve 28 Şubat davaları da geri çekilmelidir.

Sisi’nin Tebrik Edilmesi Aynı Zamanda Başarılı Olamamış Darbecilerin Ve Müstakbel Darbe Girişimcilerinin de Meşrulaştırılmasıdır

Bilindiği gibi Türkiye’de başarılı olmuş darbeler olduğu gibi, başarıya ulaşamamış darbe girişimleri de söz konusudur. Özellikle Ak Partinin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren, Sarıkız, Ayışığı, Balyoz gibi pek çok darbe planı, 17 Nisan gibi muhtıralar bizzat Gül’ün 2 numarası olduğu kadroya karşı gerçekleştirilmeye çalışıldı. Bu başarısız girişimlere karşı yürütülen adli süreç sonucu, bunların doğru olduğu ortaya çıktı ve bu nedenle pek çok asker ve sivil aktöre çeşitli cezalar verildi.

Abdullah Gül’ün Sisi’yi tebrik etmesiyle, bu davalarında haksız olduğu ortaya çıkmış durumda. Öyle ya, eğer bu girişimler başarıya ulaşsa idi, tıpkı darbeci Sisi gibi darbeci yönetim meşru olacak ve darbecilerin elebaşı, tıpkı Gül’ün tebrik ettiği Sisi gibi Cumhurbaşkanı olacaktı. Bu çelişkinin ortadan kaldırılması için tüm bu davalarda yok farz edilmeli, içeri atılan tüm darbe girişimcisi suçlular da kahraman ilan edilmelidir.

Şu görülmelidir ki, bu mesaj Türkiye’deki darbe aşıkları ve heveslileri için bir moral kaynağı ve yeniden darbe hayalleri kurmaları için ciddi bir teşvik olmuştur.

Erdoğan Ve Davutoğlu’nun Tutumu

Doğrusu Abdullah Gül’ün Sisi’ye tebrik mesajı yolladığı haberini duyduğum andan itibaren gözlerim Erdoğan ve Davutoğlu’nun bu konudaki tepkilerine çevrildi. Gül’ün, en hafif tabirle Erdoğan ve Davutoğlu’nu by-pas etmesi anlamına gelen bu tebrik mesajına karşı, en azından münasip bir lisanla da olsa bir reddiyede bulunmaları gerektiğini düşünüyor ve (hala) bekliyorum.

Aksi halde onlar da kendi kendilerini inkar etmiş, bu güne kadar savundukları tüm siyasi fikirlerinin ve 5 yıldır yürüttükleri dış (ve aynı zamanda iç) politika çizgilerinin yanlışlığını ikrar etmiş pozisyona düşeceklerdir. Bu nedenle mutlaka Gül’ün tebrik mesajını tasvip etmediklerini deklare etmek durumundadırlar ve bu konuda sükut ikrar anlamına gelecektir.

Erdoğan Ve Davutoğlu’da Gül Gibi mi Düşünüyor?

Ben Erdoğan ve Davutoğlu’nun Gül gibi düşünmediklerini ve Gül’ün Sisi’ye gönderdiği tebrik mesajını tasvip etmediklerini düşünüyorum. Eğer yanlış düşünüyorsam ve bu iki isimde Gül gibi düşünüyorlarsa, bu durumda çok büyük bir kırılma noktasında olduğumuz anlamına gelir bu durum.

Çünkü Sisi’ye yapılan tebrik, dolaylı olarak Esed’e yapılmış anlamına geldiği gibi; aynı zamanda hükümetin başta Mısır ve Suriye olmak üzere Ortadoğu intifadalarına bakışının ve politikasının çok ciddi bir kırılmaya uğradığı ve eksen değiştireceği anlamına gelir.

Bu nedenle, Erdoğan ve Davutoğlu’nun Sisi’ye Gül tarafından gönderilen tebrik mesajını tasvip etmediklerini deklare etmemeleri demek, politikalarını batı ve batı uşakları rejimler eksenine kaydıracaklarının habercisidir.

Erdoğan Ve Davutoğlu Ortadoğu Politikasından Pişman mı?

3 yıl önce başlayan Ortadoğu intifadasında hükümet mazlumların ve Müslüman halkların yanında durarak büyük itibar ve güç kazanmıştı. Gelinen süreçte, batı ve uşaklarının çalışmaları neticesi Ortadoğu’da işlerin tersine dönmeye başlaması ve sürecin ters tepme ihtimalinin ortaya çıkması üzerine, bazı kesimler hükümetin politikasından yumuşak bir U dönüşü yapması gerektiği, reel politika gereği Türkiye’nin çıkarlarının bunu gerektirdiğini dillendirmeye başladılar.

Ortadoğu intifadasının geldiği durum itibarıyla, Mısır ve Suriye’de çok ciddi tıkanma ve sorunların bulunduğu, Tunus ve Libya’da ise durumun ortada olduğu görülmektedir an itibarıyla. Lakin kısa vadede olmasa bile, orta ve uzun vadede durumun tam tersine dönmesi, Müslüman halkların maslahatına uygun gelişmelerin oluşması kaçınılmazdır kanaatimce.

Velev ki böyle bir ihtimal bulunmasa, bölgede mazlum ve Müslüman halkların tekrar ezilerek dirençlerinin kırılması ve batıcı despot idarelerin kök salması ihtimali ağır bassa bile, Erdoğan ve Davutoğlu mevcut politikalarını aynen devam ettirmelidirler.

Erdoğan Ve Gül Mazlumlara Ve Müslüman Halklara İhanet Etmemelidirler

Gelinen noktada, mevcut Ortadoğu politikasının reel politika ve Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından yüksek riskinden söz ediliyorsa, bu risk yeni olmayıp 2009 van minut çıkışından beri söz konusudur. 5 yıldır bu yüksek riskle yürütülen mevcut dış politika, Türkiye’ye sadece onur, itibar, prestij ve yumuşak güç değil, maddi kazanımlarda sağlamıştır.

Erdoğan ve Davutoğlu mazlumların ve Müslüman halkların yanında duruşla 5 yıldır sürdürdükleri bu yüksek riskli politikadan zarar değil, hep fayda görmüşlerdir ve devam ettikleri sürece göreceklerdir kanaatimce.

Asıl zarar bu politikadan çark edilmesi, tekrar batı ve batıcıların ekseninde bir Ortadoğu politikasına dönülmesiyle başlayacak ve kanaatimce böyle bir politika Erdoğan ve Gül’ün bitmesine; sadece dış dünyada değil Türkiye içinde de hem onur ve itibar kaybetmelerine, hem de iktidardan uzaklaşmalarına vesile olacaktır.

Mevcut Ortadoğu Politikasının Reel Politik Şartlarda Sürdürülmesi Mümkündür

Mazlumların ve Müslüman halkların yanında duruş eksenli mevcut politika hem insani, hem hakkaniyetli, hem halkların itibar ve iradesini destekleyici olduğu gibi, bazılarının iddialarının tam aksine, reel şartlarda mevcut Ortadoğu politikasının aynen sürdürülmesi mümkün ve gerçekçidir.

Zaten mevcut politika Ortadoğu’da zalim rejimlerle ve diktatörlerle fiili olarak mücadele yada savaşmak değil, tepki ve tavır koymak, ilişkileri kısıtlamak yada dondurmak temellidir. Kimse dün Türkiye’nin bu diktatörler ve rejimlerle fiili mücadelesini yada savaşmasını dün beklemediği gibi, bu günde beklememektedir.

Bu politika, Türkiye’ye ilişkilerin sorunlu olduğu Ortadoğu memleketleri bazında bazı maddi kayıplara sebep oluyorsa, küresel bazda kaybettirdiğiyle kıyaslanamayacak derecede maddi ve manevi faydalara da vesile olmaktadır. Aksi halde, 5 yıllık bu politikanın yanı sıra, dünya konjonktüründe gelişen olumsuz ekonomik gelişmelere ve son bir yılda ortaya çıkan Gezi ve 17 Aralık darbe girişimlerine rağmen, Türkiye’nin ekonomik açıdan sarsılmak bir yana, gün geçtikçe güçlenmesini neyle izah edebiliriz?

Bu nedenle mevcut Ortadoğu politikanın aynen sürdürülmesi sadece hakkaniyet, vefa, adalet gibi ilkeler açısından zaruri değil, aynı zamanda riski az, getirisi yüksek bir politikadır ve aynen sürdürülmelidir. Türkiye Ortadoğu’daki mücadelelere fiili olarak katılmamalı ve bir savaşa girmemeli, lakin mazlumların ve Müslüman halkların yanındaki duruşunu ve elinden gelen maddi – manevi tüm desteği sağlamasını arttırarak sürdürmelidir.

Türkiye’ye İlkeli Politikalar Değil Pragmatist Politikalar Kaybettirir

Hükümet ve Türkiye bu ilkeli dış politikasını sürdürdüğü sürece onur, itibar ve güven yanında maddi kazanımlara da sahip olacak; aksi halde önce onur ve itibarını, sonra maddi kazançlarını ve ardından gücünü kaybedecektir.

En önemli kaybını da muhtemelen Kürt meselesindeki açılım sürecinde yaşayacak, tekrar sonu gelmez bir çatışma ortamına ve orta ve uzun vade de belki bir çatışmaya ve belki bölünmeye dahi sürüklenebilecektir.  

Arkasından muhtemelen Erdoğan ve ekibi önce politik güç ve halk desteğini kaybedecek ve darbe yada başka bir şekilde tasfiye olacak; yerlerine gelenler ise tekrar eski ulusalcı, pısırık ve batı güdümündeki mazlumlar ve Müslüman halklar aleyhindeki politikalarla Türkiye’yi içe kapatacak ve her açıdan küçültecek ve köleleştireceklerdir.

Tüm bu nedenlerle, Erdoğan ve Davutoğlu acilen Gül’ün Sisi’ye gönderdiği tebrik mesajının kendilerini ve hükümeti bağlamadığını deklare etmeli ve mevcut politikayı gelişen yeni şartlara göre rötuşlayarak devam ettirmelidirler.

Hükümet Doğu Türkistan’ı Görmüyor mu?

Bu arada hükümet Doğu Türkistan’da her geçen gün hız kazanan ve artan Çin zulmüne niye ses çıkarmıyor? Yoksa reel politika ve maddi kazanç hesapları mazlumların ve Müslüman Halkların haklarının ve maslahatlarının önüne mi geçti?

Hükümetin Ortadoğu’da, Afrika’da, Balkanlarda olduğu gibi Doğu Türkistan’da mazlum Müslüman Uygur halkının haklarını savunacak bir politika geliştirmesi ve ne pahasına olursa olsun Müslüman Uygur halkının yanında durması, hem tutarlılığı açısından bir gereklilik ve Müslüman Uygur halkına bir borcudur.