Abdülkerim Süruş (3)

Hayrettin Karaman

AS:Ahlâki özgürlüklerde özgürlüğün ölçü ve sınırını değerler; ekonomik özgürlüklerde de özgürlüğün sınır ve ölçüsünü bilim gösteriyor…Çok iyi biliyorum ki bilim, ideoloji, değer, haberler, yazılar, tanım ve tavsiyelerden oluşan karmaşık bir yapı olduğu için bize her zaman tek bir yol göstermez. Ancak bilim dışında başka hiçbir yolumuz da yoktur. Bilimin kesin ve tam bir açıklığı yoktur.


HK: Ahlaki özgürlükte değerleri, ekonomik özgürlükte bilimi ölçüt yapıyor; ama bir yandan değerler moderniteye göre değişiyor ve dinin bu değişime ayak uydurması gerekiyor, diğer yandan bilimin “bize tek bir yol gösteremediğini” söylüyor. İslam'da ahlaki değerler değişmez, ekonomik özgürlüğü de yine güvenli bir ölçüt olan dinin talimat ve irşadları sınırlar.

AS: Ahlâk bilimi normal insanlar ve normal koşullar içindir. Din normal insanlar ve normal koşullar içindir. Eğer bir toplumun ekonomik koşulları fazlasıyla varlık, ihtiyaçsızlık ve sarhoşluk getirirse veya eğer toplumun ekonomik koşulları fazla fakirlik ve yoksulluk yaratırsa ne din din olur ne de ahlâk ahlâk. Ve her şey yok olur.

HK: Süruş'a göre din ve ahlak, yoksulluk veya zenginliğin aşırı boyutlarda olmadığı zaman ve ortamlarda var oluyor, ekonomik şartlar bu durumları bozarsa din ve ahlak kalmıyor. İslam'a göre Allah kullarını hem varlıkla hem de yoklukla imtihan eder; yani her çeşit şart ve durum içinde din ve ahlak olacak, zorlayan şartlara rağmen insanlar dine ve ahlaka uygun yaşayarak iyi (salih) kul olmaya çalışacaklardır.

AS: Modernizm, kendisiyle birlikte bazı düşünceleri de getirir ve eğer bizim dinî medreselerimiz bu yeni düşüncelerle tanışmaz ve kendi din anlayışlarını yenilemezlerse tabiî ki geri kalacaklardır. Bugün, medresenin bazı önde gelen isimlerinin özgürlük, adalet, siyaset ve benzeri konularla ilgili konuşmalarında eskilik kokusu veren aşırı geri kalmış sözler söylediğini gözlemliyoruz. Dinî düşüncenin toplumumuzda kalıcı olmasının tek yolu diğer anlayışlarla tanışmasıdır. Modernitenin baskısına karşı konulamaz. Bir sel gibi toplumda akıp bazı şeyleri yıkıp götürüyor ve bazı şeylerin yerlerini değiştiriyor. Bu sele mantıksal biçimde karşı konulmalıdır. Yani modernitenin arkasındaki teoriler ya da modernizmin üzerine binmiş teoriler tanınmalı ve eğer haksız veya yanlışsa, teorik olarak karşı konulmalıdır. Aksi takdirde moderniteye karşı koyanların yenilgisi kesindir.

HK: Medrese mensuplarını genel olarak “dünyayı tanımayan, dışa kapalı bir alemde yaşayan” insanlar, konuşmalarını da “eski ve geri kalmış” diye değerlendirmek “moderniteye iman etmenin, onu iyinin ve doğrunun ölçütü olarak almanın sonucudur. Modernite müminlerinin böyle bir hakları varsa, İslam müminlerinin de onları “haktan sapmış” olarak değerlendirme hakları olur. Bugün İran'da olsun Türkiye'de ve diğer İslam ülkelerinde olsun moderniteye eleştirel bakan ve kendi dinine ve değerlerine sahip çıkan ilim adamları (ilahiyatlılar, medreseliler) içinde, modernistler kadar dil bilen ve dünyayı takip eden, tanıyan insanlar hiç eksik değildir.

AS: Dindarlık geleneksel dindarlıktan mı ibarettir? Dinî anlayışın tek türü, sadece geleneksel dinî anlayış mıdır? Evet ben de, modernitenin gelişiyle yeni bir din anlayışının gelişip ilerlediği konusunda sizinle aynı görüşteyim. Çünkü biz toplumda her zaman dinle ilgili bazı algı ve anlayışlara sahibiz ve hep yeni düşünceler ortaya çıkarken anlayış da biçim değiştirir.
Bu dünyayı, siyaseti ve ülkeyi yönetmenin bir hastaneyi, bir fabrikayı, bir havaalanını ve benzerlerini yönetmekten hiçbir farkı yoktur. Bunlar ne ilahi birer mevkidir, ne de din ve şeriattan mülhemdirler. Bunlar insanın akıl ve mantığının kolaylıkla düzene sokabileceği işlerdir. Dolayısıyla dini en önemli tavsiyesi ahirette mutlu olmak için çalışmaktır.

HK: Süruş'un bahsettiği yeni din, “din adına sekülerlik” tir, yani dinin alanını azami daraltmak, oradan boşaltılan yerleri ötekininki ile doldurmaktır, ama bu İslam değildir. İslam aileyi de devleti de fabrikayı da Allah'ın talimat ve rızasına uygun olarak idare etmemizi ister.

AS: Şeriati kesinlikle dinin dünyevi olmasını istiyordu. Şeriati'nin “ölümden önce bir işe yaramayan din, ölümden sonra da bir işe yaramayacak” cümlesi bunun en iyi kanıtıdır. Rahmetli Şeriati'nin dinî anlayışı böyleydi… Rahmetli Şeriati, dindar insanların, dindar oldukları için, mükemmel, sıhhatli, refah içinde ve onurlu bir hayata ve çok ileri bir siyasî görüşe sahip olmaları gerektiğine inanıyordu. Dünyada ilerlemeyi ve yükselmeyi, dinî ideolojiden bekliyordu. Dünyayı ahiret için istemekle, ahireti dünya için istemek arasında fark vardır. Bu ikisi birbirinden farklıdır. Her ikisinde de hem dünyayı hem de ahireti istemek vardır. Ancak öncelikleri farklı. Ben rahmetli doktor Şeriati'nin konuşmalarından daha çok şunu anlıyorum. “Eğer bizim dünyamız inşâ edilmişse bu ahiretimizin de inşâ edilmiş olduğunun göstergesidir.” Dolayısıyla bu dünyada çalışmak, dünyayı imar etmek, ileri siyaset, hükümet ve ekonomiye sahip olmak, ileri bir dinin de göstergesidir. Bu Dr. Şeriati ve birçok militanın görüşüydü. Ben hiçbir şekilde imarlı bir dünya ve ileri demokratik siyasete karşı değilim. Ancak bunların dinî düşünceden alınması ya da dindarlığın gerekleri olması noktasında farklı düşünüyorum. Benim görüşüm şudur: ahirete yönelik olmaktan, ahireti istemekten belirli bir dünyevi teori ortaya çıkmaz. Bence dünya ile ahiret arasındaki ilişki, ruhla vücut arasındaki ilişki gibidir. Yani biz ruhumuzu yetiştirirken vücudun meydana getirdiği rahatsızlıkları ortadan kaldırmaya çalışırız. İşte bu kadar.

Özetleyeyim. Ben dindarlık için iki koşul koyuyorum. Öncelikle bizim ahirette mutlu olmamızı sağlasın, ikincisi bizim dünyevi mutluluğumuza aykırı olmasın.

HK: Şerîatı daha doğru düşünüyormuş. Süruş'un ondan farklı düşünmesinin sebebi “dini dünya işlerine karıştırmamak” şeklinde özetleyebileceğim ve İslam'ın özüne ve sözüne aykırı olan saplantısıdır.

YENİ ŞAFAK