Abdülkerim Süruş (2)

Hayrettin Karaman

Özgürlük, Adalet ve Dindarlık başlıklı röportajdan (Arya, 26 ve 29 Ekim 1998'den, çeviren Sami Oğuz)

Dolayısıyla dinî aydınlar yeni, yani modern bir düşünceye sahip olan dünyada, dini, akıl ve mantıkla savunulabilecek bir şekilde tanıtma ve böylelikle onu koruma yanlısıdır.

Yine de bu temelin ayrıntısı olan başka bir nokta da, dinin aslında bizim zihin ve aklımızı kurtarmak için gelmiş olmasıdır. Aklımızın içeride ve dışarıda birçok düşmanı var: Çıkarlarımız, dış bağımlılıklarımız, bizim filan gruba, bu partiye, şu aileye, o sınıfa veya benzerlerine bağımlılığımız, hattâ propaganda bombardımanı altında olmamız, yaşadığımız bu asra ait olmamız… Bunların tümü bizi bağımlı kılmaktadır ve mantığımızın özgürce işlemesinin birer engel ve düşmanıdır.
İç düşmanlarımıza gelince: Bunlar bizim batıl bilgilerimiz, heveslerimiz ve arzularımız, kinlerimiz ve hırslarımızdır. Dindarlık ile samimi ve içten ibadet, bu tür bağımlılıklardan kurtulmak içindir.

Din, ekonomi ve siyaset teorileri sunmamıştır ve sunmaz da. Ancak yöneticilerin, eğitmenlerin ve siyasetçilerin düşüncelerini hırslar ve batıl bağımlılıklardan kurtararak, onlara siyaset, yöneticilik ve benzeri konularda teoriler üretmelerinde yardımcı olur.

HK: “Aydınlar dini akıl ve mantıkla savunulabilecek şekilde tanıtma ve böyle koruma yanlısı” diyor, sonra da aklı kuşatan ve yanlışa sevkeden amillerden söz ederek "dinin aklı korumak için geldiğini” ilave ediyor. Bu kadar yanıltıcı ve saptırıcı amiller içinde işleyen aklı, sahih dinin hakemi, ölçütü ve onayı kılmayı nasıl teklif edebiliyor?! Dinde akla aykırı bir husus yoktur, ama din aklı aşar, akıl bir noktaya kadar dini anlar, kendi alanı içinde olanları makul bulu ve insan imana karar verir, bundan sonra fıtrî akılla ve aklın ilkeleriyle çatışmayan dinî verilere iman eder. Din ekonomik ve siyasi teoriler sunmaz, ama bu teorilere rehberlik edecek hükümler ve irşadları ihtiva eder. Bu sebeple bir İslam medeniyeti, bir İslam siyasi sistemi, bir İslam ekonomisi, bir İslam ailesi, bir İslam hukuku… vardır.

AS: Kur'an'da, İncil'de, Tevrat'ta bilimsel sonuçlarla görünürde çelişen hikayeler, yorumlar ve sözler vardır. Örneğin Kur'an'da insanın tohumu, sırt kemiği ve göğüs kemiği arasından çıkıyor diye söylenmektedir ki yeni fizyoloji bunu doğrulamıyor. Veya Kur'an “insanın göğsünde olan kalbi kör olur” diyor. Halbuki yeni bilim algılama merkezinin beyin olduğunu söylüyor. Biz şu anda üçüncü türden bir çelişkiyle karşı karşıyayız ve bu da “değersel çelişki”den ibarettir. Yani dinden gelen değerler, yeni insanın kabul ettiği değerlerle görünürde çelişiyor. Burada, bu çelişkiyi gidermeleri için fakihlere muhtacız. Ve bu da din ve dinin misyonu konusunda yeni bir anlayışa sahip olmaktan başka bir yolla yapılamaz. Yani iş sadece fakihlerin omzunda değil, belki dindar filozoflar ve dinbilimciler de burada kendi sözlerini söylemeliler.

Çünkü her dönemde yeni gerçekler ortaya çıkıyor. Böylelikle yeniden tüm eski ve yeni gerçekler arasındaki akrabalığı ispatlamamız gerekiyor; yani olacak gibi değil. Din, yeni gerçeklerle olan bu arkadaşlık ve akrabalıkların etkisi altında sürekli olarak yeni bir çehreye bürünür ve bu dinin içsel gücüne bağlıdır. Bazı dinler ve din benzeri öğretiler yeni gerçeklerin ortaya çıkması karşısında meydanı terk edebilir ve oyunu kaybedebilirler. Bazı dinler ise içten güçlü oldukları için kendilerini koruyup hayatta kalabilirler ve kendilerine yeni bir alan tanımlayabilirler. Bu sürekli yapılmakta olan bir iştir ve bu “dinlerin” tarih “sınavı” sayılıyor.

HK: Tevrat ve İncil Allah'ın vahyettiği gibi korunmadığı, beşer eliyle değiştirildiği için bu ve benzeri kitaplarda yanlışların, bilimle çelişen hususların bulunması tabîîdir. Anca Kur'an için bunu söylemek doğru (vakıa mutabık) değildir. Kur'an'da bilime aykırı hususların bulunduğu öteden beri iddia edilmiş, Müslüman bilim adamları ise bunlara ikna edici cevaplar vererek iddiayı çürütmüşlerdir. Süruş'un verdiği iki örnek de böyledir: “Spermin bel kemiği ile göğüs kemiği arasında oluşması” hakkında makul açıklamalar vardır. Örnek olarak Seyyid Kutub'un tefsirine bakılabilir. Böyle açıklamalar varken dar pozitivist yaklaşımla “Kur'an'da bilime aykırı sözler var” demek ibretlik bir değişme örneğidir.

“Gözlerin değil, kalplerin kör olduğu” ifadesi ise bilime aykırılık şöyle dursun levhalık bir hikmettir. Kur'an'da ve İslâmî kaynaklarda kalbin çok geniş ve farklı manaları vardır. Allah Teâlâ “Ben yerlere ve göklere sığmam ama mümin kulumun kalbi beni içine alır” buyurmuştur; bu kalpten maksadın da bir yumrukluk maddi organ olmadığı açıktır.
“Dinden gelen değerler, yeni insanın kabul ettiği değerlerle görünürde çelişiyor” olabilir, ama yeni ve eski İslam insanı böyle bir değer çelişkisi problemi yaşamazlar. Değer çelişkisi yaşayanlar modernitenin çocuklarıdır.

Dinin özü ile çehresini Süruş'un dediği gibi birbirinden ayırmak da isabetli değildir; İslam'ın özü değişmediği gibi çehresi de ötekinin çehresine dönüşme mahiyetinde değişmez, çehresi daima kendine mahsus olur ve özünü yansıtır.

(Devamı var)

YENİ ŞAFAK