Abdülhakim Bel-Hacc, İslam dünyasının ve Libya’nın Saha Adamı

MURAT AYDOĞDU

Vakıalar çıplak bir gerçek olarak ortada dururlar. Sözcükler onları giydirir ve süslerler. Bazen bu sözcükler o gerçekleri açar, açıklar bazen de örtüp gizlerler. Muhakkak ki, vakıalar üzerine söylenen sözcüklerin birçoğu zandan oluşur ve zan da gerçeklikten bir şey ihtiva etmezler. Gerçekte ise sözcükler insanların nefsinde olan karşılıklara denk gelirler. Sözcükler; Ya nefsinde olanla yüzleşerek ya da nefsini ilahlaştıranların putlarına denk gelen anlamlar yüklenirler ve vakıalara, şahıslara ve temalara da o anlamları yüklerler.

Birçok durumda sözcükler, simsiyah bir gecenin karanlığında, simsiyah bir kayanın üzerindeki karıncanın ayak sesleri gibi yankılanan vesveselere dönüşür. Bunlar tekrarlanarak gerçeklik kazanacağını zanneden ezberlerdir, bozulmak için bir başka sözcükleri bekler dururlar. Doğru ve yanlış sözcüklerin kendi aralarındaki çelişkili kavgası ile aynı cins sözcüklerin sinerjik dokumaları arasında bir tarih yazılır. Sözcüklerden oluşan tarihi bazen kurgu, bazen abartı, bazen de çıplak gerçeği işaret eden kırıntılar arasından okursunuz.

Tarihte rol oynamış sembolleşmiş, anlam kazanmış ve olayların çevresinde döndüğü kişileri de bu sözcükler arasından okursunuz. Birbirine taban tabana zıt dokunmuş zeminlerde bazıları için İsa (a.s.) bir Roma ajanıdır, bazıları için Roma’ya karşı ayaklanan bir muvahhid. Bazıları için Muhammed (a.s) Mekke’nin istikrarını bozan bir kaos avcısı, bazıları için çok daha büyük idealleri yeryüzüne, yaşanılan gerçekliğe indiren bir Elçidir.

Bazılarının gözünde bir Ebu Zer (r.a) vardır; siyaset dehası ve ekonomi inşaası taşıyan bir mucize, bazıları için bağırıp çağıran bir bedevi. Bir Hüseyin (r.a.) vardır yine; bazılarının gözünde yüklendiği şahitliği yürüten bir şehit, bazılarının gözünde gaybın anahtarlarını taşıyan uhrevi bir kurtarıcı. Öyle ki boynundaki haçla mazlum şehirlerin üzerinde uçan bir pilotla, pimi çekilmiş patlayıcılarla camiye dalan bir intihar komandosunun ya da  “Ya Hüseyn” nidası ile zulme başkaldıran mustazaflara mermi sıkan türbe tapıcısı arasındaki fark kaybolmaya yüz tutar.

Muhakkak o kişiler hakkında sözlenen sözler bazen gerçeklik payı, bazen abartı, bazen de yanlışlarla doludur. Kişiler üzerinden değil de, o kişilerin yüklendikleri üzerinden okuma yapanlar, yine o kişilerin gerçek yoldaşı olurlar, ya da olmayan gerçeklikler üzerinden sembolden öte taşımayan kişiler üzerinden.

Abdülhakim Belhac; işte tam da burada, ismi etrafında fırtınalar kopartılan bir şahsiyet. İslam’ın yüzyılımıza damgasını vuran idealist ve cihadi ekollerinden; kimine göre Bedevi karakterli bir Harici, kimine göre modernist Batı paradigmasından etkilenmiş bir maceracı, kimilerine göre halkının acılarını yüklenmiş bir devrimci ruh, yine başka birilerine göre de İslam’ın özünde yer alan selefi akidesine sımsıkı bağlı bir mücahit. Belki bunlardan biri ya da birkaçı. Ama gerçek olan bir şey var ki; İslam Dünyasının, Doğu ve Batının İslam Dünyasındaki sömürgen savaşlarının ve özelde Libya Devriminin etrafında dönüp cepheleştiği bir kişi.

İsmi etrafında kopartılan ve karanlık kuyulara atılan taşların aksi sedaları ile hakkında yargılarda bulunan birisi için elbette efsanelerle karışık abartılar, iftiralarla karışık hafife almalar da olacaktır. Zanna dayalı değerlendirmeler öylesine önyargılar duvarı oluşturur ki, hakkında kalem oynatmak keskin övgüler ve yergilerin arasından mayınlı bir arazide yol almaya benziyor. Ve bazen de bu tuzaklardan birine düşmenin tehlikesini içeriyor.

Belhac; yıllar süren Afganistan cihadının komutanlarından birisiyken, İngiliz Sunday Times gazetesine verdiği demeçle Medya’ya ve Dünya Kamuoyuna yeni bir gündemle oturdu. İngiliz MI2 istihbaratının haber vermesi ve ABD-CIA istihbaratının eşi ile birlikte Malezya’dan kaçırıp İngiltere Diego Garcia üssüne, ardından da Libya'ya götürüldüğünü öğrendiğimiz Belhac, ilginç bir şekilde MI2, CIA ve Kaddafi gibi üçüncü sınıf diktatörlerin nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu ortaya koydu.

Bu kadar açık bir manzara karşısında bile dezenformasyon ustaları Belhac için CIA ile işbirliği tuttuğu gibi bir karartmaya başladılar. Emperyalist Blok’un kendi kirli ilişkilerinin, Kaddafi gibi şarlatanların Batı ile danışıklı dövüşlerinin ve Batı paradigmasının Sosyalist gayri meşru çocuklarının; başta İslam dünyası olmak üzere Üçüncü Dünya kültürlerine kendi yabancılıklarının karartıldığı bir süreçtir bu. Aslında hepsinin de çok iyi bildiği, ama önemli olanın cahil kitleler üzerindeki ajitasyonları puslu havada ağını örüp durur.

Belhac’ın, zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw hakkında 2004 yılında kendisini Kaddafi yönetimine yasadışı yollardan iadesini onayladığı gerekçesiyle dava açması ile mızrak çuvala sığmamaya başlar. Batı’nın kendi kurallarını bile çiğneyen emperyalist politikalarını patladığı böylesi bir süreçte, benzer bir fırsatı yakalasalar dünyayı ayağa kaldıracak Sosyalist cenah, İran Lobisi, liberal özgürlükçüler neredeyse el birliği etmişçesine olayın bu boyutunu es geçip zanna dayalı örümcek ağlarını kurar dururlar.

Kaddafi şarlatanının bütün kafa tutar görüntülerine rağmen, ABD ve İngiliz petrol şirketlerine çıkarttırdığı petrol serveti üzerinden iktidarını kurar.  Ve her hamaset yüklü hareketinin ardından tazminatlar ödeyip Batılarla anlaşmalar yapmasının ardından Batı’nın terör denilen illüzyonist bir yaygara üzerinden de nasıl al gülüm ver gülüm anlaştığı ortaya çıkmasına rağmen bizim sol jargon Belhac için; “Siyasal İslam’ın ABD ile ilişkilerinin bir özeti” olarak okuması Sol’un bir kaderidir. Bu öyle bir kader ki; Türkiye’de Türk Sol’unun ezici kitlesinin Kemalizm, Kürt solunun Apoizm içerisinde sindirilmesi gibi, Libya da da Kaddafizm içerisinde sindirilmesinin kamuflajı olur.

Ne yazık Sosyalizm her zaman faşist ideolojiler karşısında bindirilmiş müfrezeler gibi dolmuşa gelip, kapitalistlerin faşizmi tasfiye etmesi ile delik pantolonlardan dışarı kahramanlar gibi süzülmüşlerdir. Bunun çok bariz bir göstergesi; Tunus ziyaretimizde sosyalistlerin az da olsa seslerini duymamıza rağmen Libya’da bütün siyasal eğilimlerin tamamı ile İslamcılardan olmasıdır. “Siyasal İslam’ın NATO ile flörtü”, “Yeşil Kuşak Teorisi” gibi söylemler olsa olsa bu güdük sosyalizmin sindirildiği faşist midelerden, Kapitalizmin başarısı üzerine geride kalan atıkları olmaktan başka bir şey ifade etmiyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Libya çölünün asil Bedevilerinden, hadariliğini yüksek kibir ve enaniyeti ile birleştiren Kaddafi tipi megalo şizofrenler de çıkarıyor sert doğal ve saf yapısı ile muvahhid cengâverler de çıkıyor. Kuşkusuz muvahhidler, ittihatçı manevralarla saraya yerleşen Kaddafi tipi sahte kahramanlarla asla kıyaslanamaz. Biz bu kaba sınıflamalarla gittiğimiz Libya da hiçte ummadığımız bir Belhac ile karşılaşıyoruz. Evet, cihadi bir cengâverlikle, sözünün eri bir selefilikle Afgan dağlarına giden ve kaderin kendisini tekrar Libya’ya döndürüp Libya Devrimi’nin Trablus komutanlığına getirdiği bu insanda gördüğümüz şey ne Kaddafi şarlatanlığı ne de acilci bir bedevilik gördük. Aksiyon ve eylemin gözünü boyamasına izin vermeyen, buna karşılık yaşadığı tecrübelerle kendini ve toplumuna değerlendiren, kurumsal yapıları ve mevcut siyaseti inceleyen ve muvahhid kimliğine yakışarak mevzisini belirleyen bir komutanla karşılaştık.

Ulustan Ümmet Ekibi ile Trablus’ta bir otel Lobisinde görüştüğümüz Abdulhakim Bel-Hac; “El Vatan Patisi” Yürütme Kurulu Üyeleri; Cibril Zübeyr ve Salah Tunalı ile beraber kendisini ifade edip sorularımıza içtenlikle cevaplar verdi.

Belhac Türkiye’de 3 sene yaşamış. Ama şu anlarda Türkiye çok değişti iktisadi ve siyasi alanlarda ilerlemeler var diyor. ABD’nin sevmediği ve en tehlikeli gördüğü adam. Devrim sonrası yapılanmada İhvan yani Adalet ve Bina Partisine yaklaşmış. Buna yoğun görüşmeler ve diyaloglar sebep olmuş. Devrimci bir mücadelenin ardından elini taşın altına koyan, liderlik kavgasından uzak ve halkın yapılanması, İslam kültürünün, medeniyetinin ve Islah hareketlerinin daha uzun vadeli hedeflerine yönelmiş bir insan. Bu özellikleri ile devrimin kendi evlatlarını yediği onca tecrübeye en anlamlı cevabın İslam inançlarında olduğunu göstermesi açısından önemli buluyorum.

Yüz yılı aşkın devrimler sürecinde bizde travmaya neden olan, Yeni Sınıfların türediği, Sürekli Devrim tezlerinin kaos ile karıştığı hatta son İslami kıyamların bile Islah edilmemiş kitlelerin mezhep, aşiret, asabiye ve geleneksellik altında boğulduğu zamanımızda önemli gelişmeleri bizzat Belhac’ın ağzından dinliyoruz.

İnce ve keskin bir çizgi ile ayrılmış kavgada hiçbir zaman, hiçbir düşmanı ile anlaşmayan ama nerede nasıl davranacağını bilen bir kimse için bütün spekülasyonları kurguları etiketleri çöpe atın. Siz siz olun, sahada kavga ederken, toplumu ile ilişkiyi kopartmayan, kendi saraylarını inşa eden devrim hokkabazlarından farklı kişiyi kendi ağzından dinleyin.

Hamaset yüklü söylemlerden oldukça uzak söze başlıyor;

“Ben Kaddafi’ye karşı çıkan milyonlarca Libyalıdan sadece birisiyim. Ben 6 milyon Libyalıdan birisiyim, beni ayıran bir tecrübe yok.”

Mütevazı kişiliği ile tribün holiganlarından ve ABD’yle acem kurnazlığı ile laf yarıştıranlardan, kurgular ve zanlarla senaryo yazarı tatlı su balığı radikallerden çok farklı birisi ile konuşuyoruz. Hakkında marşlar bestelenen, resmi tişörtler basılan, Nazi selamı işliğinde tarikatvari müridleri ile Esad gibi diktatörlere selam çakan birisi değil, dağlarda savaşan, işkencelerden geçen, hapislerde yatan ve devrimin ardından sloganı bırakıp Islah ekolleri ile birlikte çalışan bir kişilik.

Kendisi ile ilgili, çektiği sıkıntılarla ilgili, savaş ve mücadele hayatı ile ilgili soruları geçiştiriyor:

“Ben bunlar hakkında değil, ne yapmamız, nasıl davranmamız gerektiği hakkında konuşmak istiyorum. Kişisel özelliklerimiz değil durum tahlillerimiz, fikirlerimizin geleceği ve aranızdaki diyalogları konuşmamız gerek”

Her defasında cümlelere diplomatik ve temkinli dille giriş yapan ama sorular ve diyaloglar arasında ince detayların ipuçlarını ve kaybetmediği idealizminin hedeflerini açık yüreklilikle döküyor.

“Biz İslami bir zemin üzerinde birlikte aynı hedefe yürüyoruz. İslam Dünyasının herhangi bir yerinde bir sorun olunca aynı Nida’yı yükseltiyoruz. Şimdi yolun açıldığını görüyoruz ama engeller var. Bize Sema’dan ine bir hayal için hep beraber çaba harcamalıyız.

Devrim 42 sene boyunca herkesi baskı altında tutan bir rejimin enkazı altındadır. Ayırt edici özelliklerimiz Tağuti Rejim altında silikleştirildi. Kur’an da belirtilen Hayırlı Ümmet’in bu sürece faydaları olacaktır. Uluslararası birçok aktör devrim sonrasında rol almaya çalışıyor, ama biz burada sizlerin olmasını istiyoruz.

Tek bir lider, kitap, düşünce ve sizin de gördüğünüz tek rejimin hâkim olduğu bir ülkedeydik. Şimdi Libyalıların farklı siyasal roller almaya hakları var.

Bizim Partimiz İslami merciiyet üzerine kurulmuştur. Mevcut Parlamento seçimi ilk tecrübemizdir. İstişarelerimize Partimiz dışındaki birçok kişiyi de dâhil ediyoruz. Gelecek Libya’da bizim de katkımız olması için çalışıyoruz. Biz devrim sürecinde etkin rol aldık ve arkadaşlarımız Parti içerisinde kravat takıp çalışma yerine sahada olmak istiyorlar.

Adalet Bakanlığı baskınını duyduğumda İstanbul’daydım. Birçok Bakan sorumsuzca saldırıya uğruyor. Biz görüşlerin silah zoruyla, baskıyla dayatılmasını doğru bulmuyoruz. Demokratik ülkelerde görüşler barışçıl yolla ifade edilir. Silah gençlerde, onların kanları deli akıyor ve gelirleri yok. Allah’a şükür çeteler oluşmadı ve ben iyimserim. Libya’daki silahlı kitle Batı’da olsaydı orası bölünür ya da iç savaş olurdu.

BM Avrupa Güvenlik Konseyi ve Uluslararası güçlerin Libya’nın yanında yer alma isteği, iki sene önceki Kaddafi ve oğlunun silahlı bastırma faaliyetlerine bakarsanız bu Uluslararası Vicdan müdahalesidir. Müdahaleden başka yol yoktu, Kaddafi’den başka türlü kurtulmanın yolu yoktu, Kaddafi’nin metotlarını biliyorsunuz.  “Sokak sokak, ev ev savaşıp Bingazi’de bize karşı olan herkesi dize getireceğiz” diyen bir Kaddafi vardı. Bazıları Libya Devrimini NATO Devrimi olarak niteliyorlar. Şimdi Suriye’ye baktığımızda, kardeşlerimizin her gün kanının dökülmesine razı mıyız? O zaman Libya aynı durumdaydı.

Ancak biz sonuca baklalım. “Libya Libyalılar tarafından yönetilmelidir.” Dış güçler buna razılar. Ama şehitlerin kanına saygılı olunmalıdır. Yardımlara teşekkür ederiz ama insana da saygı duyulmalı. Kaddafi’nin devrilmesinde rol aldılar diye bu her Kapı’nın onlara açılması anlamına gelmez. Libyalılar Devrimi ve Devrimin geleceğini korumakla mükelleftirler.

Türkiye’nin Fransa’nı gerisinde kalmasını neden isteyelim ki?

Ensar-ı Şeria’nın mensupları hapiste benimleydi ve münazaralarda bulunuyorduk. Hepimiz aynı şeyi istiyoruz ama aramızdaki farklar hedefe ulaşmadaki ya da araçlardaki farklardır. Diyaloglar önemlidir.

Salah Tunalı uzun yıllar ABD’de yaşadı. Ülkesine dönüp hizmet etmeye hakkı var ama bunda kendisini dayatmamalıdır.”

“Libya’nın ataleti nasıl Islah olacak? Devrim Kaddafi’nin inşa ettiği bütün kalıpları yıkmak anlamına geliyor.” sorusu üzerine Bel-Hacc devam ediyor:

“Ben Cihadi bir ekole sahiptim. Kaddafi’nin cihaddan başka yolla düşmeyeceğine inanıyordum. Tüm Libya sokağa bu nedenle çıktı. Bazı Batılı medya kuruluşları Libya’da hala bu anlayışla hareket ettiğimizi söylüyorlar. Hâlbuki biz, sivil bir yönetim, insan haklarının korunduğu ve hukukun hâkim olduğu bir ülke için çalışıyoruz. Bu aldığımız değil, Dünya’ya verdiğimiz bir mesajdır. Biz birçok hakkın İslam’da olduğunu söylüyoruz. Biz El Kaide ile hiçbir zaman aynı düşüncede değildik. Allah rahmet etsin Usame ile birçok kez görüştük ve biz; “Kaide’nin çağırdığı şey İslam’la çatışıyor” dedik. Uzun uzun tartıştık ve en son görüşmemizde ben; “Yahudi, Hristiyan ve sivil halkın öldürülmesine İslami referans bulamayız” dedim. Siyasi şeyler bulabilirsiniz ama savaşla ilgili olmaz. Elçi, kadın ve çocukları öldürmek haramdır.

Diyorlar ki; “Abdülhakim Bel-Hac Suriye’ye silah gönderiyor, savaşçı gönderiyor” Hepimiz Suriyeli devrimcilerin yanındayız, biz Libya Hükümeti ile birlikte hareket ediyoruz, Suriyeli devrimcilere silah desteği verirse destekleriz ve biz bunu istiyoruz. Bunları gizli saklı yapmıyoruz. Libya devleti onayı ile destek olarak Suriye direnişine destek olmak dini bir görevdir. Libya devleti savaşçı göndereceğiz dese, bütün Libyalılar gider. Amerikalılar ve Batılılar silah göndermemizi istemiyor, engel çıkarıyorlar.”

Saha’dan Saray’a değil, Saha’dan hizbe veya inziva köşelerine de değil, Saha’dan ikiyüzlü demagog politika sahnesine de değil, Çöl’ün ve Dağlar’ın sahasından şehrin sokaklarına oradan Müslümanların siyasi meclislerine uzanan bir Dava Adamı’nı selamlayarak ve selam taşıyarak dönüyoruz.