Kudüs’ün Müslümanların elinden çıkmasının 100. yılında ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “One Munite” demesinden 10 yıl sonra, ABD Başkanı Donald Tramp, tek taraflı olarak “Ortadoğu Barış Planı”nı bu yılın ilk 28. gününde ilan etti. Trump’ın basın açıklaması yaptığı podyumda İsrail Başbakanı Bünyamin Netanyahu’yu yanına aldı, Filistin hakkında ilan ettiği ve “Yüzyılın Anlaşması” olarak belirttiği tek taraflı açıklamayı dünya kamuoyuna sundu. Bu şov, ABD adına “küresel kapitalizmin amiral gemisi” benim diyen bir kibir ve müstağnilik gösterisiydi.
Anlaşma Filistin ile ilgiliydi ama sunuş podyumunda tek bir Filistinli yoktu. Çünkü Kudüs’ü fiili olarak İsrail’in başkenti haline getirmeyi amaçlayan bu “İhanet Anlaşması” ABD’nin kibir ve tahakkümünden kaynaklanan tek taraflı bir dayatma olarak bütün Filistin Müslümanları ve halkı tarafından ilk andan itibaren reddedildi.
Ayrıca söz konusu plana göre Mescid-i Aksa’nın özerkliği ortadan kaldırılıyordu. Dehlizlerle oluşturulacak, silah gücü olmayacak ve daha da küçültülecek Filistin Devleti 4 yıl sonra kurulacak ve karşılığında ABD tarafından bu minimize edilmiş devlete 50 milyar dolar verilecekti. Yani yeni bir satın alma operasyonu ile karşılaşılacaktı.
ABD’nin İsrail menşeli planının yanında yer alan diğer işbirlikçi devletler iki sene önce Trump’la birlikte biat eder gibi ışıklı küreye el basan Mısır, Suud, BAE ayrıca Bahreyn ve Umman’dı.
Filistin topraklarıyla ilgili “Yüzyılın Anlaşması” veya anlaşma teklifi, öncelikle seçim arafesinde, Yahudi lobilerinin gönlünü almaya dönük bir ABD-Trump atraksiyonuydu.
Bu plana göre 1967 harbinden sonra Filistin’de toprak varlıkları %20’ye düşen Filistin halkının, Filistin Müslümanlarının, topraklarından %40’ının Siyonist rejim için iltihak veya işgal edildiği tescil edilmeye çalışılıyordu.
2. Dünya Savaşını bitirirken Amerika Birleşik Devletleri, yanında yer alan devletlerle 1945’te San Fransisco’da BM’leri ve BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesini ve uluslar arası hukuku belirleyerek yeni bir dünya düzeni kurdu. ABD adeta Karun ve Haman gibi yanına aldığı İngiltere ve SSCB ile birlikte, “despot” bir firavun gibiydi. ABD, dünyayı büyücülerin sihri veya Samirinin altın buzağı gibi “demokrasi” oyunu ile kendi pazarı haline getirmeye çalıştı. ABD elinden geldiğince zayıflatıp kendine muhtaç bırakmak istediği ülkeleri demokrasi oyunuyla; demokratik yönetime layık görmediği ülke yönetimlerini de şeyhliklerin, krallıkların, darbecilerin ulusçuluklarıyla oyaladı ve sömürdü. Konu Firavun’un kendi tebasına yaptıklarını anlatan şu ayeti hatıra getirmektedir:
“Firavun yeryüzünde despotça davrandı. Halkını gruplara ayırdı. Onlardan bir grubu ezip sömürüyor, kızlarını yaşatıp oğullarını boğazlıyordu. O, bir bozguncu/mufsid idi.” (Kasas, 28/4)
Naziât Suresi’nde belirtildiği gibi Firavun’un kontrol ettiği kişilere “Ben sizin en büyük Rabbinizim” (79/24) deyip hakkın ve müstezafların temsilcisi Musa Aleyhisselam’a da Şuâra Suresi’nde “Benim dışımda ilah edinirsen seni hapse atarım” (26/29) tehdidinde bulunduğu gibi, ABD de II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Ümmet coğrafyası ve tüm ezilen halklar üzerinde tehditler savurup, gasp ve işgalleriyle müstekbirlik yapmaktadır.
1991 yılında Baba Bush, İslami uyanışı ve hareketliliği bastırmak, Ortadoğu’nun petrol havzalarını denetlemek üzere “Yeni Dünya Düzeni”nden bahsederek kanlı elini Irak’a uzattı, bir milyonu aşkın insanı öldürdü ve Körfez’deki ülke yönetimlerinin büyük çoğunluğunu sıkı sıkıya denetimi altına aldı. Onları korkuttu ve siyasi eksende kendisi dışında ilah edinemeyeceklerini onlara dayattı. Bu ülkelerin hepsinde ABD üsleri bulunmaktadır. ABD’ye kulluk aidiyetini aşmaya çalışan sadece Katar vardır. Kuveyt ise ABD’ye kulluk yapmak konusunda çekimser davranmaya çalışmaktadır.
2000’li yıllara girerken artık ABD’nin Ortadoğu petrolüne ihtiyacı yoktu, kendi ihtiyacını kendi karşılayabiliyordu. Ama 2003’teki İkinci Irak işgali ile ABD, Oğul Bush ve sonra Obama dönemlerinde bölgeye fiili olarak yerleşti; işbirlikçi şeyh ve kralların; Sünni veya Şii ulusalcılık asabiyesine kapılan yönetimlerin önünü açtı. Bölgede başarılı olmanın en kestirme yolu kaos ve istikrasızlık çıkartılmasıydı.
Gerek enerji açısından bölgeye bağımlı liberal veya sosyalist eğilimli kapitalist ülkelerle rekabet şartlarını kontrol edebilmek için, gerek 2011 Ortadoğu Devrimleri / Arap Baharı gibi bölge halkları ve Müslümanlarının bağımsızlığa ve kendilerine yeter bir yürüyüşe adım atmalarını engellemek için ABD, başta İsrail olmak üzere, İslam karşıtı - İslamofobik ülkeler ile işbirliği yaparak bölgede darbelerle, işgallerle, lezyonerlerle, katliam ve işkencelerle ciddi bir istikrarsızlaşma ortamı oluşturdu.
Özellikle Suriye halkının katili Esed, Suriye halkının diktatörlüğe karşı ayaklanmasını özellikle ABD’ye, Avrupa ülkelerine, Rusya’ya ve Çin’e “Bunlar Mısırdakiler gibi siyasal İslamcı” diyerek ajitasyon yaptı ve yardım istedi.
ABD, Avrupa Birliği ülkeleri ve Kanada ile Koalisyon Güçleri’ni oluştururken, Rusya ile de ortak menfaatler hattını belirledi. Örneğin Rus Kuvvetleri Suriye’ye konuşlanmadan önce Rus kuvvetleri generali ilk önce iki günlüğüne İsrail’e gidip İsrailli mevkidaşlarıyla görüşmeler yaptı. Suriye’de katliam yapan Esed Rejimi ve İran’ın birlikte davet ettikleri Rusya, ABD’nin Irak’ta yaptıklarından geri kalmayan katliamlar, işgal ve işkenceler, sürgünler gerçekleştirdi, üstelik bu gasp ve katliamcı üçgene “diriliş cephesi” derdi.
Dünya Müslüman Alimler Birliği’nin ABD’nin gündeme sunduğu Yüzyılın Anlaşması hakkında “Bu planın sonu tarihin çöplüğü olacaktır” açıklaması takdire değer. Bu açıklamada Müslüman ülkelerin tamamı, harekete geçmeye, içinde bulundukları sessizlik ve utanç halinden çıkmaya çağrıldı.
Türkiye’nin ABD’nin bahsi geçen barış planı dayatmasına karşı “Kudüs kırmızı çizgimizdir” olduğunu ilan eden tutarlı tutumu, uluslar arası sahada ilk tepkileri oluşturdu.
İran’ın tepkisi ise güven verici değildi. Çünkü ümmetin ortak derdi olan Mescid-i Aksa hakkında ağzını her açtığında, ulusalcı gulat Şia söylemine bir kanlı eşik daha kazandırmaya çalışıyordu.
İran, Kudüs Ordusu diye bir milis gücü oluşturmuştu. Bu ordunun bırakın İsrail’e yönelmesini, Suriye’nin İsrail işgali altındaki Golan tepelerini bile kurtarmak için harekete geçmemişti. Ama İsrail yayılması önündeki en önemli direniş güç ve potansiyelini oluşturan Suriye Hamas’ı dahil Suriye Özgürlük Hareketine karşı kıyımlar gerçekleştirmesi, ellerinde yüzbinlerce şehidin kanının bulunması ve ABD’nin İslamafobik ortağı Rusya’yı bölgeye çağırması affedilecek bir hata değildi. Ki o ulusalcı gulat Şii milisler, Kudüs’ün muhafız rehberi Raid Salah’ın “Mescid-i Aksa’nın kurtuluş yolu Şam ve Halep’teki Emevi camilerinin kurtuluşuyla kaimdir” dediği yerlerde, ABD ve diğer işbirlikçi Körfez ülkelerinin piyonu konumuna düşen IŞİD’ten çok daha fazla katliam yapmıştır.
Ama Alimler Birliği’nin yaptığı gibi sadece kınama ve zemini oluşmamış birlik çağrılar yetmiyor. Alimler Birliği, Ehl-i Sünnet şemsiyesi kullanan ABD işbirlikçisi Körfez ülkelerinin ve Mısır’ın ihanetine; ayrıca ABD’nin Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de ön açmasıyla oluşan İran’ın taşkınlıklarına, adeta İsrail’den çok Aişe ve Ömer adlarına düşman olan Şii Ahbari Hilali’nin yıkıcılığına nasıl son verileceğini de izah etmelidir. Hamasi ve gerçekçi olmayan temennileri bir kenera bırakıp, gerek Sünni dünyadaki hattabi ve işbirlikçi gerek Şii dünyadaki ahbari-gulat ve asabiye sahibi eğilim ve iktidarların nasıl tasfiye edileceğinin merhaleci yolunu da göstermelidir.
ABD planına göre Kudüs’ün ve Filistin topraklarının 1967’den sonraki pozisyondan daha kötü hale getirilmesini amaçlayan ABD planının muhtemel sonuçlarına karşı tavır göstermek isteyenler, uluslararası hukuka başvurmaktan dem vuruyorlar. Tabii ki küresel kapitalizmin imkan verdiği bütün araçlar helallik sınırı içinde kullanılmalıdır. Ama uluslar arası hukuktan beklentiler konusunda en son çaresizliği Türkiye Astana ve Soçi Anlaşmaları’nda gördü. Cumhurbaşkanı Erdoğan Senegal’den geri dönerken Rusya’nın bu anlaşmalara uymadığını ilan etti. tecrübeyle sabit ki BM ve uluslar arası hukuk ABD ve Rusya karşısında netice verici olmuyor. Askeri gücün kılıcı adalet arayışını kesiyor.
Şimdi Trump’ın diktatörel yaklaşımı karşısında BM ve uluslararası hukuktan bahsediliyor. Ama biliyoruz ki BM Güvenlik Konsey’inin 242 sayılı kararına göre İsrail, 1967 Savaşı öncesi sınırlarına dönmeliydi. Fakat tarihi süreç adaletten yana değil egemenlerin kılıcından yana gelişti. Şimdi ise dayatılan Yüzyılın Anlaşması ile süreç devletsiz sürece doğru sürükleneceğe benziyor.
Ancak Firavunlar iddia ettikleri gibi her zaman azametli değillerdir ve tanrı da değildirler. Zor durumda geri çekildikleri de olmuştur, boğuldukları da. Sıkıştıklarında etraflarından “Bana bu konuda ne emredersiniz” (Şuara,26/35) diyerek yardım da istemektedirler.
Allah günleri insanlar arasında döndürüyor.
Yeter ki zafer, mutlaka düşmanın teknolojik üstünlüğünü geçmek veya bölgesel iktidarları devralmak şeklinde değil de, istikamet üzerinde olmak şeklinde algılansın, algılayalım.
Tüm zulüm ve sapkınlıklara rağmen Sünnetullah hak edenler için her daim söz konusudur. Bu nedenle Rabbimiz Kasas Sûresi’nde buyuruyor: “Biz ise, ülkede güçsüz bırakılanlara (stud’ifu) iyilik etmek ve onları önderler (eimmeten) yapmak ve onları oraya mirasçı/varis kılmak istiyoruz.” (28/5)
Yeter ki Rabbimizin gaybi yardımını hak etmiş olalım.
Önemli olan tevhidi kimlikli olarak, yoklukta veya varlıkta imtihanlara hazır olabilmektir.
İçi boş birliktelik çağrıları karşılıksız aldanışlardır. Tutarlı olan yol mezhebi, cemaatsel, memleketçi, ulusalcı veya nefsani ön yargılardan arınıp İslam’ın sabitelerini önceleyen bir istikamet üzerinde olabilmektir. İstikamet üzerinde İslami sabitelere dayanan yorumlar zenginliğimizdir; ama sabitelere (Kur’an’ın bütünlüğüne, lafzı açık ayetlere, aslı Kur’an’da olan Resulullah (s)’in mütevatir uygulamalarına, Siret’in mütevatir bahislerine ve sahih örfe) dayanmayan yorumlar ise hakka aykırılık ve gerçeği örten illüzyonlardır.
Rabbimiz bizleri Filistin’deki mücadelede de, Filistin’le irtibat ve dayanışmamızda da kalplerimizi hak ve adalet ölçüleriyle telif eden müminlerden eylesin.
İnancımız kesindir. Zafer hakka inanıp salih ameller işleyerek merhale merhale kazanılabilir.