Abdurrahman Dilipak, Yeni Akit yayınlanan yazısında TRT’de yazında Diriliş Ertuğrul dizisi üzerinden diziler üzerinden topluma dayatılan tarih anlayışını eleştiriyor:
Geçen gün TRT’de Ertuğrul’u izliyorum. Az önce de bir başka kanalda bir Kovboy filmi vardı?
Ne çok ölüm sahnesi var. “Öldürme sanatı” diye bir sanat mı var?. Oyuncular ölmeyi ve öldürmeyi iyi öğrenmişler. Çünkü en çok tekrarlanan sahne o.
Moğolları da tanıyamadık. Adamlar Bağdat’ı yıktıkları gibi Konya’ya kadar da gelmişlerdi. O Şaman ayinleri de Ertuğrul’un askerlerinin değil Moğolların ayinleri idi tabii. Ha! Bu arada, o Moğolların çoğu daha sonra Müslüman oldular. Kardeş olduk onlarla. Hâlâ birlikte yaşıyoruz. Cumhurbaşkanlığı forsundaki yıldızlardan biri Hind, biri Moğol yıldızıdır. Atilla, Hun imparatorluğu filan.
“Hunhar” ne demek mesela, nereden gelir. Hani Göktürkler “Gök Tanrı”ya inanırdı da, Moğollar da Şaman olduklarına göre, hangi “Gök Tanrı”ya inanıyorlardı. Ya da “Şintoist”ler bunların neyi oluyor. Onlar “Sabii” bir gelenekten geliyor olmasınlar!
Ertuğrul, askerlerine nasihat ediyor: Aslan, aynı zamanda çakal ve sırtlanla baş edemez. Aslan güçlüdür ama, iki düşmanla aynı anda başetmesi çok zordur. “Akıllı olmak” gerek. Önce onların arasında bir menfaat çatışması çıkartacaksın, sonra iki düşmandan biri diğerini yenecek, düşman teke inecek ve zayıflayacak. Sonra da sen o galib geleni alt edeceksin. Çünkü o da bu sırada güç kaybetmiştir.
Bu mantık Ertuğrul’un mantığı olamaz.. İnsanlar arasına fitne sokarsanız, yeryüzünü fesada verirsiniz. ABD de, bizimkilerin Ertuğrul’a söylettikleri bu mantıkla hareket ediyor. Soğuk savaşın mantığı da buydu. Sağ-sol çatışması işte böyle bir şeydi. Aynı ülkenin çocukları bu akılsızca senaryo uğruna birbirlerine kırdırdılar. Onların kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet ürettiler. ABD emperyal dürtülerle böyle bir şey yaptığında kötü oluyorsa, Ertuğrul yaptığında iyi olmaz. Ertuğrul böyle dediyse yanlış söylemiştir, demediği halde dedirtiyorsak ona iftira ediyoruz demektir. “Ama sen sonuca bak, biz bu dizilerle tarihi sevdiriyoruz” derseniz, siz kovaya akan suya bakıyorsunuz, ben onu görüyorum ama aynı zamanda kovanın dibindeki deliğe işaret ediyorum. Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir. Helale haram katılmaz. Sonra bereket yok olur.
Biz her zaman insanları Hakka ve hayra çağıracağız. “Islah” edeceğiz “ifsat” değil. İnşa edeceğiz, imha değil. Sahi “Eman müessesesi” nerede burada!. Savaşın da bir fıkhı var.. Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. MuhammedTaife böyle mi girdi. Hz. Ömer Kudüs’te Hristiyanları birbirine mi düşürdü, yoksa onlar arasında bir barış düzeni mi inşa etti. Süryani Patrikliğini, Ermeni Patrikliğini kim kurdu? Hılful Fudul neyin nesi idi. Medine sözleşmesi ve 5 temel emniyete bakın.. Mekke döneminde kurulan Hılful Fudul’a bakın. İslam “Slm” kökünden “Barış” demektir. Allah’ın bir adı da “Selam”dır. Bizim yurdumuzun adı Dar-usselam’dır. Biz insanların aklını vicdanı ile insanı insanla, insanı tabiat ve fıtratla barıştırmak için yola çıktık. Çünkü bu 3 barış bizi Allah’la barışa götürecektir. Bu arada şunu da belirtelim, bu filmler Türkiye ve Türkçenin tanıtımında önemli katkılar sağlıyor. Sinema sektörü açısından da önemli. Sadece piyasa değil, oyun ve oyuncular, kostümü, dekoru ile de önemli bir mesafe kat edildi. Şimdi bu çabaları daha zirveye taşımak için konuya farklı bir hassasiyetle yaklaşmak gerekiyor.
Bu senaryoları yazanlar savaş ve siyaset fıkhını okudular mı aceba. Sadece mefahit üretmek ve rating için “gayeye giden her yol meşrudur” diye Makyavelist bir kafa ile hareket etmiyorlardır inşallah.
Tamam! Zalimler çıkarları uğruna kendi arkadaşlarını da feda ederler. Zaten, değil mi idi ki, Allah (cc) bunlardan kimilerini kimileri ile bertaraf etmeseydi yeryüzü yine fesada uğrardı.. Bunların arasında muhabbet / meveddet yoktur. Onların kalpleri paramparçadır. Çıkarları sözkonusu olduğunda ilkelerini helvadan put gibi yerler.
Biz “ya dinde kardeş, ya tende bir eşiz.” Müslümanlarla müttehid erdemli insanlar ve mazlumlarla müttefik, bize düşman olmayan ve değer üreten herkesle nimet ve külfet dengesine dayalı itilaflar gerçekleştireceğiz. Bizim medeniyetimizin sosyolojik tabanının oturduğu sacayağı budur. İlkesel sacayağı ise Adalet, Barış ve Hürriyyet’tir. Kula kulluğa son vermektir.
Anlatıyorsun, yurdum insanı soruyor, “Diyanet nerede, RTÜK nerede, TTK nerede”. Yazsan zülfiyare dokunur, yazmasan bir başka dert. Bu ekiplerde bir sürü İmam Hatipli danışman da var. Ama yapılan iş, piyasa mantığı ile olunca sonuç bu. Araya bir de dini bir motif koymak gerekiyor bu arada. Allah(cc)’ın “El Alim” sıfatı açıklanıyor. “Kainata nizam veren insan”dan söz ediliyor. Kaldı ki “Dünyaya nizam vermek” değil derdimiz, kuru bir cihangirlik sevdası da değil. “İla-yı kelimetullah” davasıdır davamız. O yolda mücadele etmektir bizden istenen. Yoksa biz “Rabbım bizi bize bırakma” diyenlerdeniz. Rainademeyeceğiz, unzurna diyeceğiz. Allah’tan başka kimse bizim İlahımız ve Rabbimiz olmadığı gibi, biz de kimsenin İlahı ve Rabbi değiliz, olmayacağız. Kimse üzerinde “hüküm kurma: İlahlık” iddiasında olmayacağız ve kimseyi zorla “terbiye etme: Rablik” taslamaya kalkmayacağız. Gayretimiz yalnız Allah rızası içindir, başka bir şey değil. Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olacağız ki zalimler topluluğunun zulmünden insanların kurtuluşunu Allah bize nasib etsin de onların kalpleri İslam’a ısınsın ve onları cehennem ateşinden kurtaralım. Bizi öldürmeye gelenler de bizde dirilsinler. Ümidimiz ve kuvvetimizin kaynağı Allah’ın lütfu keremidir. Ki Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırsın ve mazlumlara yardım etsin. Nefsimiz ve mal ve mülkümüz, taç ve tahtımızı Allah yolunda feda etsek ne gam!
Bütün insanlığın hayrına olmayan bir çözüm önerisi bizim önerimiz olmayacaktır. Bunu kör dünyanın alnına çakmamız gerek. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalimlere karşı olacağız. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Bir topluluğa olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek!
Diğer dizileri zaten izlemeye tahammül edemiyorum. Televizyon dizilerinden din ve tarih damıtmaya kalkarken, aslında ne demek istediğimiz kadar, o yapı içinde söylediklerimizin nasıl anlaşıldığını da düşünsek iyi ederiz. Kadın, aile programları zaten bir felaket. Partnerler, ev içi bireylerle toplumun kozmik odasına kaba dokunuşlar yapılıyor.
Birilerinin gidip batıdaki “gay-lezbiyen kulüpleri”nin hangi organizasyon, örgüt, söylemlerle yükseldiğini incelenmesi gerek. “Maarif” yerine “Eğitim”i koyup başına bir de “Milli” kelimesi ekleyince işler düzelmiyor. “Maarif” kelimesini alıp, aynı şekilde yola devam etsek ne olur ki! Değişen bir şey olmaz. Muhteva önemli, aynı zamanda o iş ismi ile de müsemma olmalı. İthal kavram ve kurumlarla, ucuz taklitçilikle, ithal ikamesi ile bir işi birilerine ihale ederek bu mantık ile medeniyet inşa edilmez. Şu Kültür ya da Spor denilen şeyin nereden geldiğine de, ne için getirildiğine de bir bakmak gerek. Bunun toplum hayatındaki karşılıklarını da görmemiz ve ona göre bir tavır belirlememiz gerek.
Çocukların izlediği çizgi filimlerin dini, kurgusu, mantığı da ayrı bir konu. Subliminale gerek yok, artık langadanak söylüyorlar. Sadece film değil, müzik de böyle, tiyatro da. Filmlerdeki fon müzikleri, tanıtım videolarındaki fon müziklerinin hemen hemen tamamı batı müziği. Romanlarda hikayelerde kullanılan dil ve kurgu, tamamen “kader yazılımı” gibi, denetminist, pragmatik ve rasyonalist bir kurgu var. “Tarihi maddecilik”, sebeb-sonuç ilişkisine dayalı bir “zorunluluk” sözkonusu. “Bu akıl”dan arif insan çıkmaz! Neyse, bugünlük de bu kadar. Daha işin özüne dokunmadık. Alameti farikalarımıza sıra gelmedi. “Def-i mazarrat” da kaldık. Yoksa daha işin “hikmet” ve “bedia” boyutuna daha gelmedik. Selâm ve dua ile.