ABD'nin Projesi Kapsamında Brezilya'da 'Aşırı Sağ' Dönemi

​​​​​​​Brezilya'nın yeni devlet başkanı Bolsonaro'nun izlediği siyaset tarzı, ABD’nin dünya siyasetine damga vuran radikal, ırkçı, aşırı milliyetçi ve ötekileştirici yaklaşımının devamı niteliğinde.

Dr. Süleyman Güder / Anadolu Ajansı

Brezilya'da seçimleri kazanan aşırı sağcı başkan adayı Jair Messias Bolsonaro 1 Ocak 2019’dan itibaren ülkenin başkanı olarak Planalto başkanlık sarayında oturacak.

Latin Amerika’nın en önemli ülkesi olan Brezilya’da, başkanlık seçimlerinin 7 Ekim'de gerçekleşen ilk turunda adaylar yeterli oy çoğunluğuna erişemeyince halk 28 Ekim günü ikinci kez sandık başına gitti. 147 milyon seçmenin bulunduğu ülkede eyalet valileri, senato ve temsilciler meclisi üyelerini belirlemek üzere yapılan seçimlere katılım yüksekti. İlk turda, küçük bir parti olan Sosyal Liberal Parti’nin (PSL) adayı Bolsonaro seçmenlerin desteğinin yüzde 46’sını alırken, İşçi Partisi (PT) adayı solcu Haddad oyların yüzde 29’unu aldı. İkinci turdaki mücadelede geçerli oyların yüzde 55’ini alan Bolsonaro seçimin galibi oldu. En güçlü ikinci aday Haddad ise yüzde 45 ile yarışı ikinci sırada tamamladı. Seçimin ikinci turundan hemen önce yapılan kamuoyu anketlerinde Bolsonaro’nun kazanması öngörüldüğünden, seçimi yakından takip eden uluslararası toplum için sonuçlar sürpriz olmadı.

Bolsonaro askeri vesayetin “modern” temsilcisi mi?

Brezilya seçimlerinin yapıldığı atmosferde bir yandan seçimin galibinin kim olacağı merak edilirken, diğer yandan uluslararası toplumunun gözü kulağı ani çıkışlar yapan Bolsonaro'nun söylemlerindeydi. 200 milyonu aşan nüfusuyla Brezilya Latin Amerika kıtasının tartışmasız en önemli ve stratejik ülkesi olmasının yanı sıra, son 15 yılda küresel ölçekte izlemiş olduğu aktif siyaset sayesinde önemli bir uluslararası aktör olarak karşımıza çıkıyor.

Brezilya ordusunda yüzbaşı olarak görev yapan Bolsonaro'nun kampanya boyunca sarf etmiş olduğu sözler sert olduğu kadar dikkat de çekiciydi. 1991'den bu yana parlamentoda kongre üyesi olarak görev yapan Bolsonaro, bu süreçte izlediği siyasetle renkli bir tablo çizerek dikkatleri üzerine çekti. Aslında Brezilyalı liderin izlediği siyaset tarzı, ABD’nin dünya siyasetine damga vuran radikal, ırkçı, aşırı milliyetçi ve ötekileştirici yaklaşımının devamı niteliğindeydi.

Ülkenin yıllardır gündeminden düşmeyen yolsuzluk ve yüksek suç oranlarıyla mücadele konusundaki sert söylemleriyle Bolsonaro, seçimlerden kısa bir süre önce kamuoyu yoklamalarında iktidara en yakın aday olarak görülüyordu. Söylemleri arasından en dikkat çekenleri, askeri cuntanın sebep olduğu faili meçhul cinayetlere ve işkencelere olumlu şekilde atıf yapması ve azınlıklara yönelik nefret söylemi olmuştu. Bolsonaro özellikle 1964-1985 yılları arasında Brezilya’daki askeri diktatörlüklerin işlemiş olduğu cinayetleri zaman zaman yetersiz bularak, arada bir de gerekli bularak olumlamıştı. Örneğin Haziran 2016'da yerel bir radyoda (Jovem Pan) yaptığı konuşmada, askeri cuntanın hatasını, “insanlara işkence edip öldürmemesi” olarak tanımlıyordu. 1999 yılında Folha de Sao Paulo gazetesine verdiği röportajda ise “bu dönemde daha fazla insan öldürülseydi, ülkenin bugün çok daha iyi bir yerde olacağını” ifade etmişti. Bu yöndeki niyetlerini en açık şekilde, 2 Aralık 1998’de Veja dergisine verdiği röportajda, Şilili diktatör Pinochet’in 1973-1990 dönemi boyunca daha fazla insanı öldürmesi gerektiğini söyleyerek belli etmişti.

Tüm bu söylemler dikkate alındığında, Bolsonaro’nun iktidara gelişi siyasi analistler tarafından askeri vesayetin ya da müesses nizamın geri dönüşünün habercisi olarak okunuyor. Bu değerlendirmeleri yapmak için henüz vakit erken olmakla birlikte, yukarıda anılan söylemleri ve aşağıda ifade edilecek vaatleriyle Bolsonaro bu algıyı doğruluyor. Sağcı liderin bilhassa parti programında, devlet başkanı olduktan sonra iki yıl içinde Brezilya’daki her eyalette bir askeri okul yaptıracağını ifade etmesi bu kanıyı güçlendiriyor. Fakat yine de Bolsonaro’nun söylemlerinde göreve başladıktan sonra bir yumuşama olması bekleniyor.

İktidara taşıyan “sihirli formül”: Din, aile, askeri güç ve popülizm

Kendisinden yana esen küresel rüzgarların yanı sıra, iktidara giden yolun stratejisini de iyi anlayan Bolsonaro, gerek dünyadaki gerekse Brezilya’daki gidişatı ve yönelimi iyi okudu. Aşırıcı ve ötekileştirici üslubuna rağmen toplumun önemli kesiminin desteğine talip olması ve onu kazanması da bunun açık bir şekilde gösteriyor. Bolsonaro seçim kampanyasında ve seçim öncesi siyasi hayatında, Brezilyalıların -geçmişe oranla etkisi azalmakla beraber- hâlâ önemsediği din, aile ve askeri güç meseleleriyle hep gündemde kalmayı başardı. Bu üç temel unsuru popülist bir yaklaşımla harmanlayarak “sihirli bir formülü” hayata geçiren Bolsonaro kendisini iktidara taşıdı.

Bolsonaro Şubat 2017’de katıldığı bir toplantıda “Tanrı’nın her şeyin üstünde olduğunu”, “seküler devlet diye bir şeyin olmadığını; devletin Hristiyan olduğunu” ve “bunu bu şekilde kabul etmeyenlerin Brezilya’da yerinin olmadığını” ifade etmişti. Özellikle dini uzanımları olan kürtaj ve benzeri konuları hedef alarak aile hayatına ve onun önemine yapmış olduğu vurgu da söylemlerinde çok baskındı.

Brezilya siyasetini yakından takip eden yazarların da sıklıkla ifade ettiği gibi, Bolsonaro’nun seçimi kazanmasında Evanjelist cemaatin de çok ciddi etkisi oldu. Sıkça gündeme gelen ve sembolik anlamı olan kürtaj konusundaki yaklaşımı, Hristiyan Evanjelistlerin güçlü desteğini almasını sağladı. Bu noktada, kıta genelinde olduğu gibi Brezilya’da da Katolik Hristiyanların sayısının günden güne azaldığının, siyasi alandaki Evanjelist etkinin hem Brezilya hem de Latin Amerika kıtasının geleceğinde artarak devam edeceğinin de altının çizilmesi gerekiyor.

Bolsonaro’yu iktidara taşıyan unsurlar içinde, seçim boyunca kullanmış olduğu popülist söylemin ciddi bir etkisi oldu. Özellikle seçimlerden hemen önce uğradığı bıçaklı saldırıyı çok iyi kullanan Bolsonaro, kendisine verilen desteği gözle görülür şekilde artırdı. Onun popülist söylemi için sosyal medya çok önemli bir araç işlevi gördü. Tıpkı sıkça benzetildiği ABD başkanı Trump gibi, Brezilyalı siyasetçi de geleneksel ve ana-akım medyaya yüklenerek, taraflı yayın yaptıkları gerekçesiyle onları Brezilya halkına şikâyet etmişti. Çok iyi kurgulanmış bir algı yönetimiyle Bolsonaro, bilhassa Twitter ve Facebook üzerinden seçmenlere doğrudan hitap ederek bu durumu lehine çevirmeyi başarmıştı. Rakiplerinin siyasi nezaket gereği ifade etmedikleri ya da edemedikleri birçok konuyu “doğrudan” ve “açık” bir şekilde ifade etmekten geri durmayan Bolsonaro, argo yoluyla halka sıcak gelen bir üslup benimsemişti. Yaygın kanaatin aksine, bu durum seçmen kitlesinde artışa neden olmuştu.

Brezilya halkı neyi oyladı?

İzlediği siyaset tarzı dışında, Bolsonaro verdiği vaatleriyle de seçmenin dikkatini çekmeyi başardı. Ülkede yıllardır kronikleşen rüşvet ve yolsuzluğu sonlandırma sözü, popülist liderin en önemli vaatleri arasında yer alıyordu. Son 16 yıldır iktidarda olan İşçi Partisi üyelerinin yolsuzlukla yargılanmalarını da fırsat bilen Bolsonaro, toplumun bu konudaki hassasiyetini ve ona verdiği mesajı aldığını seçmene doğru bir şekilde iletti; yolsuzluk ve rüşvet konusunda çok katkı ve sıkı bir politika izleyeceği konusunda topluma teminat verdi. Aslında bu iki konudaki mücadele tüm adayların öncelikli gündemleriydi. Tek başına bu durum bile, Brezilya’da rüşvet ve yolsuzluk konusunda çok ciddi sorunların olduğunun en önemli kanıtı olarak görülebilir.

Bununla birlikte, (ikinci en önemli sorun olarak görülen) yüksek suç oranlarını düşürme ve Brezilya sokaklarını yeniden güvenli hale getirme vaadiyle seçmenin karşısına çıkan yeni başkan, aslında siyasi kariyeri boyunca bu konularda yapmış olduğu radikal açıklamalarla da tartışmaların odağında olmuştu. Bolsonaro suç, yolsuzluk ve rüşvetle mücadele eden polise ciddi yetkiler vermeyi vadetmişti. Polis memurlarının hayatlarının çok değerli olduğunu ve teminat altına alınması gerektiğini ifade eden Bolsonaro, operasyonlar sırasında suç işleyen polisin, mesleki faaliyetlerini yerine getirdiği gerekçesiyle cezalandırılmaması gerektiğini ileri sürmüştü. Göreve geldikten sonra Bolsonaro’nun bireysel silahlanmanın önündeki engelleri azaltması bekleniyor. Vatandaşların silah taşımasını sınırlayan, “silahsızlanma düzenlemesi” olarak bilinen, önceki yönetimler tarafından kabul edilen düzenlemenin de gözden geçirileceğinin işaretini veren Bolsonaro, belli ölçütlere sahip tüm dürüst vatandaşların evlerinde silah bulundurmalarını kolaylaştıracağı sözünü vermişti.

İlginç şekilde, Brezilya toplumunun çok kültürlü/unsurlu yapısına rağmen, Bolsanaro’nun siyasi kampanyasının en çok ilgi gören bölümü, göçmenlere ve yerlilere karşı geliştirdiği söylemlerdi. Sosyal Liberal Parti programında, “bağımsız ülkeler" oluşturacağı gerekçesiyle yerli halka artık "bir karış bile toprak verilmeyeceği" vurgulanırken, İşçi Partisi hükümetleri döneminde verilen yerlerin gözden geçirilip geri alınması dahi talep edildi. Brezilya sınırındaki göçmen krizi sırasında ise Venezuelalılar için mülteci kampları kurulması teklif edilmiş, yürürlükteki göç yasalarının değiştirilmesi önerilerek gelen mültecilerin ülkeye girmelerinin engellenmesi savunulmuştu.

Piyasadan Bolsonaro’ya yeşil ışık

Piyasa dostu olarak bilinen Bolsonaro’nun seçim öncesinde sermaye sahipleri ve piyasa aktörlerinin desteğini almak için özel bir çaba gösterdiği görülüyordu. Sosyalist İşçi Partisi’nin 14 yıldır uyguladığı ekonomi politikalarından hoşnut olmayan sermaye sahipleri Bolsonaro'dan yana tercihte bulundu.

Genel olarak değerlendirildiğinde, Bolsonaro'nun izlemeyi planladığı piyasa yanlısı ekonomi politikalarının, liberal-kapitalist yaklaşımıyla piyasanın beklentilerini karşılayacağı öngörülüyor. Devletin piyasaya müdahalesinin azaltılmasından kamuda gereksiz harcamaların ve israfın azaltılmasına kadar birçok konuda reform sözü veren sağcı lider, bilhassa özelleştirme konusunda piyasaların iştahını kabartmayı başardı. Sosyal Liberal Parti lideri sadece ulusal değil, aynı zamana küresel sermayenin de desteğini alarak sosyal projelere ve programlara daha az harcama yapacağı algısı oluşturdu.

Bolsonaro’nun piyasada oluşturduğu beklentinin başında toprak “işgal” eylemlerini terör faaliyeti statüsüne taşıması geliyor. Buna göre kırsalda topraksız insanlar “işgal” ettikleri/edecekleri devlet arazilerinden veya özel mülklerden çıkarılacak, kentlerde kimsenin yaşamadığı bina veya evleri işgal edenler ise 30 yıla kadar hapis cezasına çarptırılacak.

İlginç olan, (sosyalist kimliğine rağmen) İşçi Partisi’nin iktidar yıllarında Brezilya ekonomisinin hiçbir zaman serbest piyasa ilkesinden sapmamasıydı. Brezilya gibi dünyayla ticaret yapan bir ülkenin başka türlü davranması da pek mümkün değildi. Fakat İşçi Partisi iktidarlarının sosyal harcamalara çok büyük bütçeler ayırdığı ve hükümet programlarında eğitim, açlık, sağlık gibi konulara öncelik verdiği de bir başka gerçek. Bu durumun ise sermaye sahiplerinin sağcı liderden yana tercihte bulunmasına yol açtığını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Muhalefetin tepkisi ve seçimlere Lula etkisi

Seçim yarışına start verildiğinde, 2003-2016 yıllarında iktidarda olan İşçi Partisi devlet başkanı adayı olarak 2003-2010 yılları ülkenin başkanlığını yapan hapisteki lideri Luiz Inácio Lula da Silva (Lula) için resmi başvuruda bulunmuştu. Fakat yüksek seçim mahkemesi 1 Eylül’de vermiş olduğu kararla Lula’nın Ekim’deki devlet başkanı seçiminde aday olamayacağını ilan etti. Parti yönetimi 11 Eylül'de Lula'nın yerine Haddad'ın aday gösterilmesine karar verdi.

Sao Paulo belediyesinin eski başkanı olan Haddad oyların takriben yüzde 29'luk kısmını alarak ikinci tura kalmış olsa da, selefi Lula’nın alması tahmin edilen oy oranına yaklaşamadı. Zira seçim öncesi anketler, eski subay Bolsonaro'yu, hapisteki eski başkan Lula da Silva'dan sonra ikinci favori aday olarak gösteriyordu. Bu tablo, Lula hakkındaki ciddi rüşvet suçlamalarına rağmen böyleydi.

Brezilya’nın eski sosyalist başkanı Lula, başkanlığı esnasında devlete ait petrol şirketi Petrobras'ta rüşvet alındığı ve yolsuzluk yapıldığı gerekçesiyle başlatılan ve "Araç Yıkama Operasyonu" olarak adlandırılan soruşturma sonucunda 12 yıl 1 aylık hapis cezasına çarpıtılmış ve cezaevine konulmuştu. Lula seçim kampanyasını buradan yürütüyordu. Bolsonaro’nun rakibi Lula olmuş olsaydı, sonucun İşçi Partisi lehine değişmesi güçlü bir olasılık olarak görülmekteydi. Haddad’ın Lula kadar karizmatik olamayışının yanı sıra, partinin toplumsal meselelerin çözümlerine dair önerilerini yeterince anlatamaması ve Lula’nın aday olup olamayacağı tartışmalarına odaklanması İşçi Partisi’ni iktidar mücadelesinde başarısız kıldı.

Birçok analistin “yargı darbesi” veya “siyasi operasyon” olarak adlandırdığı bu süreci Brezilya siyaseti için çalkantılı günler olarak görmek gerekiyor. 2018 Brezilya seçimleri değerlendirirken bunun özellikle altının çizilmesi gerekecek.

ABD ile ilişkilerde bahar havası, Çin’e karşıt söylem

Latin Amerika’da hiçbir ülke yok ki seçim söz konusu olup da ABD’nin tepkisi dikkate alınmasın. Seçim sürecinde Bolsonaro’dan yana olumlu görüş bildiren ABD başkanı Trump, seçimleri kazandığında onu tebrik eden ilk liderler arasında yer aldı. Brezilyalı liderin Trump ile ilişkileri sır değil. Bolsonaro’nun izleyeceği dış politikada Trump'ın çizgisine yakın olması beklenirken, muhalifler arasında ülkenin ABD etkisine girmesinden endişe ediliyor. Aslında bunun işaretleri de görülmeye başlandı. Bolsonaro şimdiden tıpkı ABD gibi Brezilya’yı Paris İklim Anlaşması’ndan çekebileceğini açıkladı. Yine tıpkı ABD gibi, Brezilya'nın İsrail'deki büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşıması, ülkesindeki Filistin büyükelçiliğini kapatmak istemesi ve ilk resmi yurtdışı seyahatlerinden birini İsrail'e yapacağını duyurması, daha önce Brezilya’nın Ortadoğu ile geliştirilen ilişkilerin terk edilmesine sebep olabilecektir. İşçi Partisi’nin iktidar dönemlerinde ABD ile ilişkilerinde ciddi bir bozulma olmamasına rağmen, Brezilya’nın küresel ölçekte ve Latin Amerika’da izlemiş olduğu aktif siyaset Beyaz Saray yetkilileri tarafından sıkça eleştiriliyordu.

Bununla birlikte, ülke ekonomisinde (özellikle de özelleştirme kapsamında) artan etkisine işaret eden Bolsonaro, “Çin’in Brezilya’da satın alma işlemi gerçekleştirmediğini, Brezilya’yı satın aldığını” iddia ederek ülkesinin Çin’e karşı izleyeceği politikaya dair ipuçlarını ironik bir dille ifade etmişti. Yeni dönemde ülkenin Çin konusundaki dış politikasında, ABD ile ilişkileri zayıflatmamak adına, eskisi kadar serbest hareket etmesi beklenmiyor.

Seçimin Brezilya ve dünya için ifade ettiği anlam

Brezilya halkının bu seçimi, ülke dışında bölgesel ve küresel bir takım analizler yapmayı kaçınılmaz kılıyor. Öncelikle kıta ölçeğinde, tıpkı küresel düzeyde olduğu gibi, aşırı sağcı liderlerin gittikçe güçlendiği ve bunun artarak devam edeceği tahmin ediliyor. Bu sürecin yerel dinamiklerle birlikte harici sebeplere de dayandığı görülüyor. Bununla birlikte, Brezilya örneği bize net bir fikir vermiyor. Zira mevcut şartlar altında eski başkan Lula’nın seçimlerdeki pozisyonunu dikkate aldığımızda, Brezilya halkının tam olarak ve gönül rahatlığıyla Bolsonaro’yu (başka bir ifadeyle eski rejim yanlısı sağ siyaseti) desteklediğini söylemek için henüz erken.

Aşırı sağcı liderin seçilmesi büyük oranda pragmatik gerekçelerden kaynaklanıyor. Tüm bunlarla birlikte, sola iktidar şansı veren Brezilya halkı bunu ideolojik saiklerle hareket ederek değil, iktisadi ve siyasi mülahazalar neticesinde vermişti. Gerçek şu ki mevcut kapitalist küresel krizin sonucunda Brezilya halkında oluşan rahatsızlık önceki iktidarları sarsarken, Bolsonaro gibi aşırı sağcı söyleme sahip liderler tarafından fırsata çevrildi. Toplumsal gerçeklik, halkın değer ve beklentileri dikkate alınmadan, ülkedeki sağa veya sola kayışlar tek başına bir anlam ifade etmiyor.

Fakat Lula’nın seçimlere girememesi, üzerinde dikkatle durulması gereken bir husus. Öncelikle hakkındaki yolsuzluk iddiaları ve ardından seçime girmesinin engellenmesiyle Lula özelinde aslında halktan yana, halkın içinden gelen, fakat bölgesel/küresel ajandası olan bir siyaset biçimi de engellenmektedir. Bu siyaset tarzı ilk defa 2003 yılında İşçi Partisi ve Lula ile Brezilya siyasetinde denenmişti. Yeni dönemde Brezilya’nın içine kapanan ve iddialarından vazgeçen, sadece “kendi işine” bakan bir ülke profili çizeceği tahmin ediliyor.

Buna rağmen ülkede ciddi bir sistem krizi ya da siyasi türbülans yaşanıyor. Seçim kampanyalarında da sıkça ifade edildiği üzere, yolsuzluk, rüşvet ve suç oranlarındaki yüksek rakamlar toplumda bir sistem krizine neden oluyor. Bu durum, siyasi yelpazede durduğu yerden bağımsız olarak, Brezilyalı siyasetçilerin üstesinden gelmesi gereken bir sorun. Yoksa siyasi istikrarsızlıklar, yolsuzluk ve rüşvet suçlamaları ülke gündeminden düşmeyecek.

[İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi olan Dr. Süleyman Güder aynı zamanda İlmi Etüdler Derneği yönetim kurulu başkanıdır]

 

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?