ABD’nin Kudüs Planı Trump Yönetimiyle mi Başladı?

Yeni Şafak’ta yayımlanan bugünkü yazısında Yasin Aktay, ABD’nin Kudüs’ü işgalci İsrail’in başkenti olarak tanımasıyla ilgili planını ele alıyor, bu planın Donald Trump dönemine has bir plan olmadığına dikkat çekiyor.

Yeni Şafak gazetesinde bugün “Kudüs Müslümanların Kırmızı Çizgisi” başlığıyla yayımlanan yazısında Yasin Aktay, Kudüs’ün ABD tarafından işgalci İsrail’in başkenti olarak tanınmasıyla ilgili planın Donald Trump’a has bir plan olmadığını vurguluyor:

ABD’nin siyasal aklı, insani değerleri, rasyonalitesi gücüyle mütenasip değil. Ne yazık ki kaba gücü dolayısıyla dünyada işgal ettiği etki alanı da insanlığa dair bir umut, bir olumlu beklenti üretmiyor. Kaba gücü dolayısıyla attığı her adım dünya siyasetini hareketlendiriyor, etkiliyor. Ama bu etki son zamanlarda kurucu değil, hep yıkıcı oluyor.

Trump yönetiminin İsrail’deki ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma konusunu dillendirmesi bile başta İslam dünyasında olmak üzere bütün dünya siyasetini alevlendirdi. Müslüman dünyasından ABD yönetimine büyük bir öfke yönelmiş durumda.

Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan da ABD yönetiminin bu yönde atacağı bir karara kesinlikle seyirci kalmayacağını, gerekli tüm tedbirleri alma konusunda en ufak bir tereddüdünün bulunmadığını söyledi.

Türkiye aynı zamanda İslâm İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) da dönem başkanı. Erdoğan böyle bir adım atılması halinde 15 gün içerisinde İstanbul’da İİT liderler zirvesini toplayacağını; sürecin İsrail’le diplomatik ilişkilerin koparılması noktasına varabileceğini dile getirdi ve ABD’yi böyle bir adım atmaması konusunda kesin bir dille uyardı.

Cumhurbaşkanımızın tüm İslâm dünyasının hissiyatını yansıtan “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir” ifadesi hem Türkiye’nin hem de İslâm dünyasının kararlılığının yansıtılması bakımından önemliydi. Bu sözler gün boyu İslam Dünyasının bütün medyasında bir umut sadası gibi yankılandı.

Bu saatten sora ABD’nin büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyıp taşımayacağı merak konusu elbette ancak bu bahsin bir evveliyatının olduğu da gözden kaçırılmamalı. Üstelik Trump yönetiminden çok daha önceye dayanan bir geçmişi söz konusu bu bahsin.

ABD’nin İsrail’deki büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasına ilişkin gündem muhtemelen İsrail kurulduğu günden beri bir Siyonizmin stratejik hedef ve planlarından. Amerika’daki Yahudi lobilerinin elinden hiç düşmeyen dosyalardan biridir bu. Nitekim bu konuda ilk adımlar 1990’lı yıllarda Başkan Clinton döneminde söz konusu olmuştu. 23 Ekim 1995’te Senato’dan ve 24 Ekim 1995’te Temsilciler Meclisi’nden geçen, 1995 Kudüs Büyükelçiliği Kararı olarak bilinen (Jerusalem Embassy Act of 1995) karar büyükelçiliğin Kudüs’e taşınmasını öngörüyordu ancak dönemin siyasal konjonktürü kararın uygulanmasına müsaade etmedi. Bununla birlikte kararı yürürlükten kaldıran herhangi bir yeni düzenleme de söz konusu olmadı.

Söz konusu karar 1950’den itibaren Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunu fakat 1967’ye kadar bölünmüş olduğunu, 6 Gün Savaşı olarak da bilinen 1967 Savaşından sonra Kudüs’ün birleşik hale geldiğini, 1996’da İsrail’in Kral Davut’un Kudüs’e girmesinden sonra Yahudilerin Kudüs’teki varlığının 3000. yılını kutlayacağını belirttikten sonra en geç 31 Mayıs 1999’a kadar ABD’nin İsrail’deki Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasını öngörüyordu.

Clinton sonrasında göreve gelen G. W. Bush da seçim kampanyası esnasında bu düzenlemeyi uygulama, yani ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma, vaadinde bulunmuştu. Ancak tıpkı Clinton gibi Bush da ABD’nin dünya hegemonyasının ve kendisinin sistem üzerindeki rolünün bir nişanesi olmak üzere Filistin-İsrail Barış Süreci’ni başlatınca süreci olumsuz etkileyebileceği gerekçesiyle Başkanlığı sürecinde kararı uygulamadı. Aynı şekilde Obama döneminde de 1995 tarihli bu düzenleme zaman zaman gündeme gelmekle birlikte uygulanma imkânı bulamadı.

Trump’ın başkanlık kampanyası esnasında bu konuyu gündeme getirmesinin bir evveliyatı var yani. Trump’ın İran’la varılan nükleer mutabakattan çekileceğini açıklaması, sürekli ABD (ve İsrail) aleyhine kararlar alan BM İnsan Hakları Konseyi’nin ödeneğinin kısılması, UNESCO üyeliğinden çekilme vaadi gibi alengirli meseleler İsrail’deki Netanyahu yönetiminin Trump’ı destekleme konusunda iştahlandırdı elbette ama en ciddi motivasyonu Trump’ın başkan olur olmaz büyükelçiliği Kudüs’e taşıma vaadi sağlamıştı. Öyle ki seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz Netanyahu bir açıklama yaparak önce Trump’ı tebrik etmiş ardından da seçim kampanyası esnasında İsrail’i ilgilendiren birtakım vaatlerde bulunduğunu ve bu vaatlerin bir an önce gerçekleşmesini beklediklerini söylemişti.

Gelinen noktada Netanyahu’nun beklentilerinin büyük ölçüde karşılandığı söylenebilir. Kudüs kararı uygulanabilir mi, göreceğiz. Ancak elimizde çok net veriler olmamakla birlikte Pentagon ve Trump yönetimi arasındaki uzlaşmazlık konularından birisini de bu meselenin teşkil ettiği söylentilerini şimdilik not edebiliriz.

Özetle ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması planı hem yeni bir gelişme değil hem de Trump yönetiminin Filistin politikasına ilişkin bir son olmayacak. Bir sonraki tartışma konumuzun “tek devletli çözüm süreci” olacağını söylemek güç değil. Bölgede kriz süreklileşiyor, kurumsallaşıyor. Galiba Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı C. Rice ve çevresindeki sosyal bilimcilerin “yaratıcı kaos” olarak adlandırdıkları strateji bölgede uygulanmaya başlayacak.

Ancak birincisi, bu yaratıcı kaosun yavaş yavaş bizzat ABD’yi de saran bir ateşe dönüştüğünü, ABD’nin dünya siyasetindeki tahtını yakıyor olduğunu kaydetmek gerekiyor.

İkincisi bu aşamada söylemesi bile gereksiz olabilir, ABD eliyle yürütülen Filistin meselesinde çözüm yolu konusunda bir arpa boyu yol gidilmemiş olduğu görülmüştür. Üçüncüsü, İslam Dünyasında İsrail’le ilişkileri normalleştirmekte kendilerine bir siyasi ikbal arayan yeni eksen politikacıların, aradıklarını bu hengamede nasıl bulacakları, veya bulacakları şeyin onlara nasıl bir ikbal hazırlayacağı, gündemin önemli bir sorusu olacaktır.

Yorum Analiz Haberleri

İran kendi ipini çekiyor…
Ekran karşısında beyni çürüyen bir nesil...
Mimaride insani saiklerin yerini; kârlılık ve verimlilik aldı...
Siyonist çeteye karşı direnişle geçen bir yıl...
“Devrimci zihniyet ahlâkını kaybederse her şeyini kaybeder”