Taha Kılınç’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısı (3 Mart 2021) şöyle:
Top taçta
Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesine dair ABD yönetiminin geçtiğimiz hafta dünyaya duyurduğu istihbarat raporu, Suudi Arabistan cephesinde –beklendiği gibi– tepkiyle ve öfkeyle karşılandı. Washington’a verilecek cevap konusunda, Riyad’ın diplomatik, istihbarî ve dinî olmak üzere üç ayaktan oluşan bir hareket planını uygulamaya koyduğu görülüyor.
İlk adımda, Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı sert bir açıklamayla rapor kınanarak, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a (MbS) yöneltilen suçlamalar reddedildi. Eş zamanlı olarak, bölge başkentlerine haber salındı, “Suudi Arabistan’ın iç işlerine müdahale edilmemelidir” temalı resmi beyanlar yayınlatıldı. MbS’nin raporun yayınlanmasından hemen önce geçirdiği apandisit ameliyatı için gelen geçmiş olsun mesajları da araya sıkıştırılarak, “Arap dünyasının yekvücut halinde Riyad’ın arkasında durduğu” imajı oluşturulmaya çalışıldı.
İkinci olarak, ABD’de özellikle Cumhuriyetçi kanatla ve Bush ailesiyle çok yakın ilişkilere sahip Bender bin Sultan sahneye sürüldü. “Raporu değerlendiren” uzun bir mülakat veren Prens Bender, 1983-2005 arasında Washington’da ülkesinin büyükelçiliğini yapmış olmanın da verdiği rahatlıkla, Amerikan yönetimine yakın tarihten bazı örnekleri hatırlatarak MbS’yi savundu. “Irak’ın işgalinden sonra, Bağdat yakınlarındaki Ebû Gureyb Hapishanesi’nde tutuklulara uygulanan aşağılık işkence ve eziyetler, dönemin Beyaz Saray’ındaki bazılarının bilgisi dâhilinde yapılmıştı. Peki, bu durum, Başkan Bush’u ve yardımcılarını olayın direkt sorumlusu haline getirir mi?” diye soran Prens, cevabı da kendisi verdi: “Kesinlikle hayır. Fakat yine de iktidarda kendileri olduğu için, hadisenin mesuliyetini taşımak durumunda kaldılar.” Sonrasında sözü Cemal Kaşıkçı’nın katline getiren Bender, “Suudi Arabistan olarak, bizim bu korkunç olayı ele alış biçimimiz dünyaya örnektir. Veliaht Prens, mesuliyeti şeffaf biçimde üstlenmiştir. Sorumlular da mahkemeye çıkarılıp cezalandırılmıştır” görüşünü savundu. 2012-2014 arasında Suudi Arabistan istihbarat şefi olarak da görev yapan Bender bin Sultan, uluslararası sistemin nasıl işlediğinin gayet farkında olarak, aslında “Amerika da aynı şekilde hareket ediyor, biz neden suçlu olalım?” demiş oluyordu.
Suudi Arabistan, dünya istihbarat çevrelerine farklı bir üslupla seslenmek istediğinde, yine eski bir istihbaratçıyı ve büyükelçiyi devreye sokuyor: Prens Turkî el Faysal. Örneğin, Filistin meselesinde İsrail eleştirileceğinde sahne alan Prens Turkî, aynı zamanda Arap ve İslâm dünyasına da hitap ediyor. Babası Kral Faysal’ın halklar nezdinde sahip olduğu olumlu krediyi de kullanarak, Suudi Arabistan yönetiminin “İsrail karşıtı” reflekslerini ortaya koyuyor. Dikkatli okurlar, 9 Aralık 2020 günü bu köşede yazdığım, Prens Turkî’nin söz konusu rolüne dair yazıyı hatırlayacaktır.
(Kral Faysal’dan bahis açılmışken, şu ilginç bağlantıları da zikretmemek olmaz: Suudi Arabistan eski Veliaht Prensi Sultan bin Abdulaziz’in (ö. 2011) oğlu olan Prens Bender bin Sultan, Kral Faysal’ın kızı Hayfâ ile evli. MbS, Kaşıkçı suikastından sonra “Türkiye’yi ikna etmek için” Kral Faysal’ın hâlen Mekke Valisi olarak görev yapan bir diğer oğlu Prens Hâlid’i Ankara’ya göndermişti. Prens’in, Türkiye’yi bu suçu örtbas etmeye ikna edemeyince, ülkesinde döndüğünde “Bu işin altından kalkmamız çok zor” dediği basına yansımıştı. Vaktiyle dindarlığı ve İslâmî davaları sahiplenmesiyle Müslüman halkların büyük sempatisini kazanan Kral Faysal’ın birinci dereceden yakınlarının, bugün bambaşka bir çizgiye sürüklenmesi düşündürücü.)
Ve nihayet üçüncü adımda, sazı din adamları eline aldı. Bütün dünyada tanınan meşhur Suudi tele-vaiz Âid el Karnî, 20 milyona yakın takipçiye sahip Twitter hesabında MbS’yi göklere çıkardı: “Büyük Suudi Arabistan’ın düşmanları, Muhammed bin Selman’ın halkın gönlündeki yerinden habersizler. Hepimiz Muhammed bin Selman’ız!” Karnî, mesajını şu cümleyle bitiriyordu: “Korkakların gözüne uyku girmesin!” İslâm tarihini derinlemesine okuyanların mutlaka aklında kalmış olan bu cümle aslında Hâlid bin Velid’e aitti ve İslâm düşmanları için sarf edilmişti. Karnî’nin böylece MbS’yi nereye oturttuğu ve kiminle kıyasladığı da ortaya çıkmış oluyordu.
Suudileri böyle dört koldan atağa geçmek için cesaretlendiren bir şey var: Amerikan yönetiminin, Muhammed bin Selman’ın şahsına doğrudan bir ceza ver(e)meyeceğine olan güvenleri. Nitekim Beyaz Saray, MbS’nin cezalandırılıp cezalandırılmayacağıyla ilgili soruya cevaben “Müttefik olduğumuz ülkelerin liderlerine yaptırım uygulamıyoruz” diyerek, şimdiden topu taca attı bile.