Barack Hüseyin Obama, Türkiye'de “Hüseyin” kimliğini öne çıkararak, müthiş bir sempati rüzgarı estiriyor. Basın toplantıları, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'la samimi görüntüleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki konuşmasında özenle seçilmiş vurguları ile geniş bir alanda sempati uyandırdı. Bir siyasetçi olduğu kadar bir entelektüel edasıyla konuşmalar yaptı. Tarihe, medeniyetlere atıfta bulundu. Türkiye ve bölge ile ilişkilerinde geniş bir vizyon, derin bir perspektif hissettirdi.
Türkiye ile her alanda “ortaklık” istedi. Avrupa ve Doğu Avrupa'daki bölgesel ziyaretlerinden sonra üçüncü durak olarak Türkiye'yi seçti. Ama sadece ikili ilişkileri değil üçüncü bir “bölgesel merkez”e geldiği izlenimini hissettirdi.
İçerideki politik reformları övdü. Ermenistan'la yakınlaşmayı teşvik etti. “Soykırım” demeyeceğinin işaretini verdi. Ortadoğu ve Afganistan konusunda “ortaklık”tan söz etti. Avrupa içinde bir Türkiye öne çıkardı. Bu ülkenin Anadolu ile sınırlı gücüne değil, bölgesel liderliğine yatırım yapıldığını gösterdi. PKK'yı el Kaide tarzı bir örgüte dönüştürürken Kürt sorununa ilişkin yaklaşımı son derece dikkatli ve cesaretlendiriciydi.
Şüphesiz ziyaret bittikten sonra bütün bu başlıkları geniş biçimde tartışacağız. Muhtemelen bugün İstanbul'da ciddi sözler sarfedecek. Ama Obama'nın “ABD hiçbir zaman İslam'la savaşta değildir, olmamıştır, olmayacaktır” sözü en kritik olanıydı. Çünkü bütün dünyayı ilgilendiriyordu. Çünkü 21. yüzyıl Doğu-Batı, Müslüman-Batı ayrışması buna göre şekilleniyordu. Çünkü bunu bizzat Batı istemişti. Çünkü son yirmi yıl boyunca dünya bunu tartıştı.
Obama bu süreci tersine çevirebilir mi? Buna gücü yeter mi? Bu öyle birkaç konuşmayla önlenebilir mi? Son derece etkili sözler bunlar. Umut veriyor, sempati kazandırıyor. Ama bizler, bu çoğrafyada yaşayanlar sözlerin ötesinde uygulamalara göre değerlendirmeyi öğrendik. Sözlerden sonrasını gördükten sonra inanacağız. Çünkü; bugüne kadar güvenlik stratejilerine bu tehdide göre belirleyenler aynı tutumlarında ısrarlı görünüyor., Mesela NATO Genel Sekreterliği tartışması… Bu coğrafyanın öfkesi ABD üzerinden alınıp NATO'ya yöneltiliyor sanki? Neden mi?
NATO bugün ve bundan sonra bütün operasyonlarını Müslümanların yaşadığı bölgelerde, bu bölgelerin çevresinde, Avrasya hattında yapıyor, yapacak.
NATO'nin Batı'yı hangi tehdide karşı koruduğu özellikle Müslüman ülkeler tarafından dikkatle değerlendirilmeli. Sovyetler'den sonra düşmansız kalan, bu yüzden de varlığı tartışma konusu olan ittifak, kendine yeni bir düşman üretmekle gecikmedi. Yirmi yıldır bu düşman Müslümanlar. Kimse itiraf etmiyor, etmeyecek de, ama gerçek bu. Bu gerçeği yok sayarsanız ortada hiçbir şey kalmıyor. O zaman da ittifakın varlığını sorgulamak gerekiyor. O zaman, NATO'nun genişleme perspektifi bütün motivasyonunu kaybediyor.
ABD ve Avrupa'nın, Batı'nın İslam dünyasıyla özel bir durumu var. 21. yüzyılın ilk yıllarını bu özel durum belirledi. Bir taraftan medeniyetler barışına atıfta bulunulurken diğer taraftan Batı-İslam kamplaşması belirgin etkisini yakın çevremizde tüm çıplaklığı ile gösteriyor.
Karikatür krizinde Danimarka'nın tutumu, Avrupa'nın genel tutumu, ABD'deki neocon çevrelerin tutumu bir bilinçaltını yansıtıyor. Yani çok önemli bir gerçeği. Yüz milyonlarca insanın kutsalına küfretmek nasıl da destek görmüştü. Sadece Anders Fogh Rasmussen'in değil, Avrupa'nın genel tavrı o düşmanlık, dışlama tezinin nasıl da taraftar bulduğunu gösterdi. Bence bundan sonraki ilk örnekte yine aynı desteği göreceğiz.
Hal böyle iken; NATO'nun pozisyonu belliyken, Rasmussen'in kimliği belliyken Avrupa'nın özellikle bu kişiyi aday göstermesi rastlantı değil. Bu, karikatür krizine destekle aynı şey. Danimarka-Türkiye özel ilişkilerinin çok ötesinde gerçekler söz konusu burada.
Türkiye ittifakın tek Müslüman ülkesi. Elbette Müslüman dünyanın hassasiyetini ittifak içinde yansıtacak. Üstelik geleceğini büyük oranda Müslüman dünya ile ilişkiler üzerine kurduğu için Türkiye'nin pozisyonu çok daha hassas bir durum arzediyor ve ittifak içinde pozisyonu güç kazanıyor.
Bu yüzden Ankara'nın Rasmussen'e itirazı geniş sempatiyle karşılandı. Yukarıdaki gerçekler de art arda sıralandığında bu direncin ciddi bir stratejik tavır olduğu ortada. Türkiye'nin eli güçlüydü. Daha da direnebilir daha çok kazanabilirdi.
Afganistan ve Irak'ta ABD'nin en önemli ortağı şu an için Türkiye. Bundan sonra da bütün bölgede Türkiye'nin yükselen grafiği ortaklık iradesini daha da güçlendirecek. Türkiye'nin söz konusu bölgeye ilişkin kartları göz önüne alındığında elinin bundan sonra daha da güçleneceğinin bilincinde olmalıyız.
Karikatür krizinin sembolü olan bir ismin NATO'nun en büyük operasyon alanı olan Afganistan'daki gerilimi daha da tırmandıracağı ortada. George Bush yönetimi döneminde ABD'ye yönelen öfke bundan sonra muhtemelen NATO'ya yönelecek.
Rasmussen, dünkü açıklamalarında da gördük, özür dileyecek, eskiyi silecek niyete sahip değil. İttifak, kendine yakışan bir lider buldu. Ama Avrupa ülkeleri çok tehlikeli bir adım attı. Ciddi bir krizin zeminini oluşturdu. Bundan sonra ittifakın icraatları bir taraftan Türkiye'ye de bedel ödetebilir. Böyle bir kişinin medeniyetler zirvesi için gelmesi ayrı bir talihsizliktir. Bu talihsizlik ittifak'ın genel sekreterliğini yürüttüğü sürece devam edecektir.
Rasmussen'li bir NATO'nun Afganistan operasyonu çökecektir. Böyle bir ortamda Türkiye'nin operasyonel asker göndermesi ciddi tepki alacaktır.
Obama'nın sözleri alkışlanacak türden. Ama yüzbinlerce insanın kanını unutturmuyor. Yarın füzeler Afganistan'a ya da Pakistan'a düşmeye başlarsa bu sözler uçup gidecek. Bu yüzden biz, sözlere değil, uygulamalara bakacağız…
YENİ ŞAFAK