İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Uzmanı Oğuz Güngörmez, AB'deki aşırı sağcı popülist hareketlerin dış politikaya yönelik değişen tutumlarını Ukrayna-Rusya Savaşı bağlamında AA Analiz için kaleme aldı:
***
Avrupa’da aşırı sağcı popülist siyaseti temsil eden partiler arasında Rusya’ya yakın aktörlerin olduğu biliniyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi sonucu Avrupa kamuoyunda oluşan büyük tepkiden bu aktörler de nasibini aldı. Matteo Salvini ve Marine Le Pen gibi Rusya’ya yönelik dostane söylemleri olan popülist liderler ciddi bir tepkiyle karşılaştı. Bu nedenle bu aktörlerin “yeniden mevzilenme” stratejisini takip ederek söylemlerinde ve politikalarında değişikliğe gitmeye çalıştıkları görülüyor.
Rusya’nın kadim dostları
Aşırı sağ popülist partiler AB’yi, “milli bir dış politika” izlemelerine olanak sağlamadığı ve Avrupa kıtasının değil, başka aktörlerin çıkarlarını savundukları gerekçesiyle eleştiriyordu. Rusya ile ilişkilerin yeni bir düzlemde ele alınması gerektiğini düşünen bu aktörlerin Rusya ile ilgili söylemlerinde “dost” ve “stratejik aktör” ifadeleri dikkati çekiyor. Rusya, “Avrupa kıtasının sonunu getirebilecek tehlikeli bir öteki” olarak değil, teröre karşı iş birliği yapılabilecek, Avrupa’nın çıkarları için birlikte hareket edilmesi gereken “stratejik bir aktör” olarak konumlandırılıyordu. Bu konumlandırma, NATO’nun “Rusya karşıtı” tutumuna yönelik eleştirileri de beraberinde getiriyordu.
Özellikle İtalya’daki Kuzey Ligi partisi lideri Matteo Salvini ve Fransa’daki Ulusal Birlik partisi lideri Marine Le Pen, bu söylemlerin öncüleri. Bu liderler Putin’i rol model aldıklarını açıkça dile getiriyor, Putin gibi güçlü bir siyasi iradenin Avrupa’nın “bölünmüş yapısını” sonlandıracağını söylüyorlardı. 2014 yılında Kırım’ın ilhakında Rusya’ya destek verip, AB’nin Kırım yaptırımlarına itiraz etmişlerdi. Hatta Kırım’da yapılan referanduma temsilci göndererek seçimlerin meşrulaştırılmasına katkı sağlamaya dahi çalışmışlardı. Le Pen’in “ABD, Berlin duvarını bir tekerleğe oturtup Rusya sınırına kaydırdı. Oluşturulmaya çalışılan bu yeni durum Avrupa’nın çıkarına değil.” söylemi zamanında oldukça dikkati çekmişti. Salvini de Putin baskılı bir tişört giyerek Moskova sokaklarında dolaşmakta bir beis görmüyordu.
Siyasi zemindeki bu desteğin karşılıksız olmadığı, Rusya’nın da bu partileri desteklediği belirtilmeli. Putin, kendi “küreselleşme karşıtı” siyasetini Avrupa’ya ihraç etmek için bu aktörleri kullanma stratejisi izliyor. Bu sebeple aşırı sağ aktörlere maddi ve manevi destek veriyor. Rusya'dan enerji alması karşılığında Kuzey Ligi partisine 57,6 milyon avro bağışlandığı gerekçesiyle İtalya’da yürütülen bir dava bulunuyor. Benzer şekilde Le Pen’in partisi 2014 yılındaki yerel seçimlerde Rus bankalarından 9,5 milyon avro kredi aldığı gerekçesiyle eleştirilmiş ve söz konusu ilişki incelemeye takılmıştı.
Almanya ve Avusturya’daki aşırı sağ aktörlerin de Rusya ile ilişkileri soruşturmalara konu oldu. Brexit’in arkasında da ciddi Rus finans desteği olduğunu Guardian gazetesi geçtiğimiz yıllarda belgeleriyle ortaya koymuş ve büyük bir tartışmanın fitilini ateşlemişti. Rusya’nın bu destekleriyle ana amacının elbette Avrupa kıtasını istikrarsızlaştırmak ve küreselleşme karşıtı bloğa Avrupa’dan temsilciler eklemek olduğunun altı çizilmeli.
AB’deki aşırı sağ aktörlerin Rusya serencamı
AB’deki ana akım siyasi partiler, aşırı sağ aktörlere “Putin’in derin kolları” ve “Truva atları” gibi suçlamalar yöneltiyordu. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal girişimi, Avrupa’da bu söylemlere oldukça ivme kazandırdı. Haliyle işgal girişimi Putin’i olduğu kadar onunla organik ilişkisini sürdüren AB aşırı sağ popülist aktörleri de olumsuz etkiledi.
Fransa’da Le Pen’in Putin’le çektirmiş olduğu fotoğraf kamuoyunda paylaşılınca parti ve seçmen nezdinde ciddi rahatsızlık yarattı. Yine Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olarak yer alan aşırı sağcı lider Eric Zemmour, geçtiğimiz hafta seçim gezisi esnasında aracından çıkarken yumurtalı saldırıya uğradı. Putin’in resminin olduğu tişörtler giyen Salvini de Polonya ziyaretinde belediye başkanı tarafından “Sizin dostum dediğiniz adam çocukları öldürüyor, siz burada ne yapıyorsunuz” tepkisiyle karşılaştı.
AP’deki aşırı sağ popülistlerin çatı siyasi grubu haline gelen “Kimlik ve Demokrasi” grubu da Rusya ile bağlantıları olan figürlere ev sahipliği yaptığı gerekçesiyle hedefte yer alıyor. “Putin rejiminin etki ajanı” olarak nitelendirilen Tamara Volokhova’ya yönelik eleştirilerin de dozu artmış durumda. Volokhova, geçtiğimiz yılki yerel seçimlerde Strasburg’da Le Pen’in Ulusal Birlik partisinin bayrağı altında yarışarak boy göstermişti.
Krizden çıkma stratejisi: Yeniden mevzilenme
Rusya’nın Ukrayna müdahalesi ile aşırı sağ popülist aktörler kendilerini krizin ortasında buldu. Artan tepkiler, aktörler açısından politikaları gözden geçirme ve siyasi açıdan yeniden mevzilenme ihtiyacı ortaya çıkardı. Bu sebeple temel aşırı sağ popülist aktörler söylemlerinde ve politikalarında değişikliğe gitmeye başladı.
Kendilerine yöneltilen tepkilerden dolayı popülist liderlerin Rusya’nın saldırısını kınamak zorunda kalarak Ukrayna’ya destek mesajları verdikleri görülüyor. Hatta Le Pen’in cumhurbaşkanlığı yarışı için bastırdığı ve Putin’le yakın fotoğraflarının yer aldığı 1,2 milyon broşürün imha edildiği yönünde haberler Fransız basınına yansıdı. Fransız medyasına konuşan Le Pen, savaşın Rus lidere yönelik görüşlerini “kısmen” değiştirdiğini ve tarihsel-kültürel olarak Rusya’nın otoriter bir rejim olduğunu vurgulama ihtiyacı hissetti. Fotoğraf çektirdiği beş yıl önceki Putin’le şimdiki Putin’in aynı olmadığını belirterek Ukrayna saldırısıyla Putin’in kırmızı çizgiyi aştığını söyledi.
Matteo Salvini de ilk etapta “Her türlü askeri saldırganlığa karşıyım” gibi daha muğlak ifadeler tercih etse de daha sonra Rusya’nın eylemini askeri saldırganlık olarak nitelendirerek Ukrayna Büyükelçiliğine çiçek bıraktı. Putin için ise “2022 yılındaki ekonomik ve siyasi sorunları savaşla çözmeye çalışarak beni hayal kırıklığına uğrattı.” ifadelerini kullandı. Brexit’in mimarlarından olan Nigel Farage ise -Putin’in Ukrayna’yı işgaline inanmadığı için- “Yanılmışım.” diyerek Putin’in düşündüğünden çok daha ileriye gittiğini belirtmek durumunda kaldı.
Açıklamalardaki bu değişimlerin söylemde kalmayarak aktif bir dönüşümü beraberinde getirip getirmeyeceğini şimdiden öngörmek zor olsa da aktörler bunun işaretlerini vermeye başladı. Finlandiya’daki Finns Partisi, NATO üyeliğine şiddetle karşı çıkıyorken ve bu adımı “Fin egemenliğini baltalayacak bir faktör” olarak değerlendirirken şu an Finlandiya’nın NATO üyeliğine açıktan destek vermeye başladı. Benzer şekilde Belçika’da Flaman Partisi de Kırım referandumuna parlamenter göndererek seçimlerin meşrulaştırılmasına katkı sağlayan partilerden biriydi. Günümüzde Belçika hükümetine önlemler alınması konusunda baskı yaparak Rus tehdidine karşı silahlanmanın artırılması gerektiğini vurguluyor.
Söz konusu aktörlerin özellikle mülteci yaklaşımlarının da değiştiği görülüyor. Mülteci karşıtlığını ontolojik bir ilke haline getiren aşırı sağ aktörlerin, Ukraynalı mülteciler konusunda olumlu bir tavır sergilediği görüldü. İtalya ve Almanya gibi birçok ülkede çatışma bölgelerinden kaçan Ukraynalı mülteciler alkışlarla karşılandı. Le Pen yaptığı açıklamada Ukrayna’nın bir Avrupa ülkesi olduğunu ve Avrupa ülkelerinden gelen savaş mültecilerini karşılamanın bölgesel dayanışma açısından doğal olduğunu düşündüğünü belirtti. Salvini de gelenleri “gerçek mülteciler” olarak nitelendirerek dayanışmanın önemine vurgu yaptı.
Mülteciler konusundaki yeniden mevzilenmenin Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgelerinden gelen göçmenleri de kapsayıp kapsamayacağı belirsizliğini korusa da mülteciler konusunda ortaya konan yeni söylemlerin, aşırı sağ parti programlarının yeniden elden geçirilmesine sebebiyet vereceği açık.
Geçtiğimiz yıl Avrupa’da yapılan genel ve yerel seçimlerde aşırı sağın önemli oranda kan kaybettiği görülmüştü. Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi de bu aktörlerin ciddi şekilde zemin kaybı yaşamaları ihtimalini ortaya çıkardı. Bunu engellemek için aktörlerin yeniden mevzilenmeyi tercih ederek özellikle dış politika ile ilgili tutumlarında önemli değişikliklerin işaretlerini verdikleri görülüyor. Dış politika ile ilgili yaşanan bu değişimin farklı konulara da sirayet edip etmeyeceği ya da konjonktürel bir rüzgar olarak kalıp kalmayacağını elbette zaman gösterecek.
***
[Oğuz Güngörmez İktisadi Kalkınma Vakfında AB Uzmanı olarak çalışıyor ve Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora eğitimini sürdürüyor]