ABD ve Avrupa İran ile Savaşa mı Yaklaşıyor?
Galip Dalay
Çeviri: Eyüp Sabri Togan
Varşova Zirvesinden sonra İran’da rahatlama ve başarı duygusu hakim. İran’a karşı Uluslararası Koalisyon’u harekete geçirme planı çerçevesinde, sadece bir kaç tanınan sima çekebildiği için, zirvenin pekçok kişi tarafından başarısız olduğu değerlendirmesi yapıldı. Rusya yekten daveti reddederken, Batı Avrupa ülkelerinin çoğu konferansa alt düzeyde yetkililerle katılmayı tercih etti.
Ortadoğu’da bölgesel savaş ihtimali sizi dehşete düşürüyorsa, sevinmek için henüz çok erken. Konferans, İran’ın sonuçsuz uluorta haşlanmasından daha fazlasını getirebilir.
Amerika Birleşik Devletlerinin, İran karşıtı politikası tek bir olaydan ibaret değil, bir süreç. Varşova Zirvesi, İran’ı izole etmeye yönelik etraflı siyasetin bir parçası ve yakın geçmişten gelen düşmanca altyapıyı tesis etmekte. Ortadoğu’da, ABD’nin, Arap askeri ittifakını öne çıkararak kurmaya (çalıştığı) geniş tabanlı Tahran karşıtı uluslararası hamlelerin bir parçası.
Katılımcıların profilleri bir yana, bu girişimler hem İran hem de Avrupa için ABD’den bağımsız bölge üzerindeki siyaset oluşturmasına ilişkin kayda değer tehditler içeriyor. ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesi transatlantik uzlaşmasını halihazırda kırmış bulunuyor. Polonya’daki zirve ile ABD, Avrupa’nın kendi içindeki İran uzlaşısını da kırabilir. Bu yırtılma sadece Doğu Avrupa ülkeleri ile de sınırlı kalmıyor (bu ülkeler geçişten beri ABD yanlısı siyasi tavır takınırlar) bütün Batı Avrupa ile karşı karşıya getiriyor. Her ne kadar sadece Yemen müzakerelerinde bulunuyor gözükse de, İngiliz Dışişleri bakanı Jerem Hunt’da konferansa katıldı. İtalyan Dışişleri Bakanı Moavero Milanesi de Varşova’daki az sayıda bakanlardan bazıları.
Öyleyse İran konusunda Avrupa ve ABD nerede ayrılıyor?
ABD bir defa daha İran’ın jeopolitik kimliğini güvenlik meselesi haline getirerek, rejimin uluslarası ilişkilerde daha fazla normalize olmasını engellemek istiyor. Böylece, İran’ın sevilmeyen bölge siyasetini, rejimin kaçınılmaz bir yansıması olarak tasvir ederek, İran meselesine verilecek cevabı bir siyaset değişikliği değil, rejim değişikliği olarak görüyor. Mevcut ABD yönetiminin dilinde ve diplomatik faliyetlerinde bu tercih ayan beyan gözükmekte. İç siyasette yaşanan temel ayrım, İran’da askeri müdaheleyi zorunlu kılacak ‘sert’ bir rejim değişikliği ile ekonomik yaptırımlar ve uluslarası izolasyon yoluyla Sovyet tarzını isteyen bir iç çöküş yanlısı unsurlar arasında ortaya çıkıyor.
Bunun tersine, Avrupalılar rejim değişikliği yerine siyaset ve tavır değişiklerine sıcak bakan bir tutum geliştiriyor. Net bakış açıları şöyle: İran’ı uluslarası alanda ne kadar normalleştirirseniz, İran’dan o kadar ‘normal’ hareket etmesini talep edebilirsiniz. Yaptırımlar yeniden devreye sokulursa, bu Batı’nın sadece siyasi tavrı olarak değil, İran’da rejim değişikliği istediği şeklinde anlaşılacak ve bu durum İran’ı Batı’yla işbirliğinden caydırıcı etkisi olacak.
Nükleer anlaşma ile rejim değişikliğini bir kenara koyarsak, İran konusunda ABD ve Avrupa arasında önemli ölçüde kesişim ve uzlaşı noktaları bulunmakta. Avrupa’nın, İran’a yeniden yaptırım uygulanmasına karşı çıkması, İran’ın Sovyet tarzı bir ekonomik çöküş korkusunu azaltabilir. Aynı zamanda, Avrupa, ABD’ye İran’ın füze programı, bölge siyaseti ve milis ağına karşı çıkma konularında (ortak) tavır alacağa benzer.
İran’ın bölge siyaseti bileşenlerinden füze ve milis konusu Avrupa’nın ABD’in üzerinde ile görüş birliğine varması en muhtemel olanlar. İngiltere ve Fransa, İran’ın uzun menzilli balistik füze denemelerinin Birleşmiş Milletler şartlarının ihlali olduğunu savunuyor. Yine, Avrupalı güçlerden bazıları, İran’ın aralarında İran yanlısı Şii Haşdi Şabi’nin de bulunduğu bölgesel devlet ve devlet dışı oyuncular eliyle kurduğu ittifaklara ilişkin artan rahatsızlıkları dile getiriyorlar. Irak’ta Halkın Seferberliği Birimleri, Esed rejimi, Lübnan’da Hizbullah ve Yemen’de Hussiler gibi. İran’ın ulusal güvenlik anlayışı bölgede bu ittifak ağına dayanıyor, ancak yayılmacı yaklaşımı diğer bölge güçlerinin tepkisine yol açıyor.
İran bölgesel siyasetinden vazgeçeceğe benzemiyor, hele füze programından yakın zamanda hiç. Tam tersine, ABD, İran karşıtı bloğu ne kadar harekete geçirirse, İran bölgesel varlığını ve (ilişki) ağlarını o kadar tahkim edecek. Bu İran’ın uluslarası ve bölgesel oyuncularla yapacağı yegane müzakere konusu. İran’ın potansiyel tahrip ve bölgesel düşmanlarının canını yakma ile uluslarası güçlerin bölgesel planlarını zayıflatma gücü, çoklarını İran ile temas kurma ve müzakereye zorluyor. Müzakere masasında, bölgesel kozunun farkında olan İran, bölgesel varlığını azaltacak gibi gözükmüyor.
Bu durum kısır döngü yaratmakta. Eğer İran ABD ve Avrupa’nın füze programı ve bölgesel siyasetine sert şekilde karşı çıkarsa, bu tavır Avrupa ile ABD’nin daha fazla yakınlaşmasına yol açabilir. Bu durum, İran ve Batı arasında yeniden sökün edecek gerginlik siyasetinin habercisi olacaktır.
İronik olan şu ki, Varşova Zirvesi’ne katılanlar İran’ı nasıl yalıtacakları ve başa çıkacaklarıyla uğraşırken, Türkiye, Rusya ve İranlı liderler Soçi’de Suriye’de yeni yol haritasını görüşüyorlardı. Diğer Zemin ve güçlerin pozisyonuna bakarsak, Varşova Zirvesi’nin bir diğer sonucu, Ortadoğu’da gelişmekte olan kampların dayanışmasını artırıyor olmasıdır: Körfez ülkeleri İsrail ve ABD ile yakınlaşırken, bunun karşısında Arap olmayan daha kuzeydeki komşular Türkiye ve İran pragmatik ve konjektürel olarak Rusya ile işbirliğine girmekteler.
ABD’nin mevcut bölge siyaseti ve ittifak ağları, (Rusya, İran ve Türkiye arasında) farklılıkları örtbas ederek, daha uzun vadeli bir grup dayanışmasını teşvik ediyor. Bu oluşum, bölgesel ayrılıkları daha da derinleştirirken, bölgede Rusya’nın rolünü artmasına yol açmakta ve Avrupa’nın Ortadoğu’da manevra kabiliyetini azaltmaktadır.
(Galip Dalay Oxford Üniversitesinde, Siyaset ve Uluslarası İlişkiler Bölümünde misafir akademisyen. Ayrıca Katar Doha’da Brooking Enstitüsünde akademisyen)
Bu makale www.newsweek.com’dan tercüme edilmiştir