ABD Türkiye'de Savaş Suçu İşledi

“15 Temmuz'da ABD desteğiyle gerçekleştirildiği sıkça dile getirilen saldırılar, iç hukuku ilgilendirdiği gibi konunun ayrıca uluslararası hukuk ve savaş hukuku açısından da değerlendirilmesi gerekmektedir.”

“15 Temmuz'da ABD desteğiyle gerçekleştirildiği sıkça dile getirilen saldırılar, iç hukuku ilgilendirdiği gibi konunun ayrıca uluslararası hukuk ve savaş hukuku açısından da değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira diplomatik dille açıkça ifade edilmese de darbenin arkasında ABD'nin yer aldığı hususu toplumun tüm kesimleri tarafından kabul edilmektedir.”

Arkadaşımız Bilal Koldaş’ın Zaman gazetesinde yayınlanan makalesi:

DARBE TEŞEBBÜSÜNÜN ULUSLARARASI HUKUK VE İNSANCIL HUKUK (SAVAŞ HUKUKU) AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

AV. BİLAL KOLDAŞ (ULUSLARARASI HUKUKÇULAR BİRLİĞİ ÜYESİ) / ZAMAN

15 Temmuz'da gerçekleştirilen darbe teşebbüsü kapsamında TBMM tarihinde ilk defa bir saldırının hedefi oldu. TBMM yanında ayrıca İçişleri Bakanlığına bağlı Özel Harekât Daire Başkanlığı, bazı polis merkezleri ve sair kamu kurumları doğrudan bir saldırının hedefi olduğu gibi çok sayıda polis ve sivil de hedef gözetilerek açılan ateş sonucunda veya değişik şekillerde hayatını kaybetti.

Bu saldırılar iç hukuku ilgilendirdiği gibi konunun ayrıca uluslararası hukuk ve savaş hukuku açısından da değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira diplomatik dille açıkça ifade edilmese de darbenin arkasında ABD'nin yer aldığı hususu toplumun tüm kesimleri tarafından kabul edilmektedir. Bu kabul soyut iddialardan öte, güçlü delillere dayanmaktadır. FETÖ'nün sistematik bir şekilde ve uzun bir zaman diliminde ABD himayesinde profesyonel bir organizasyona büründüğü hususu, artık tartışmasız bir gerçek haline gelmiştir. Bu sebeple 15 Temmuz'da başlatılan darbe teşebbüsünün bir grup asker tarafından tasarlandığı ve icra edilmeye çalışıldığını söylemek safdillik olur. FETÖ'nün askeri kanat haricindeki; yargı, emniyet, istihbarat ve medya gibi kanatlarının, darbenin gerek hazırlık gerekse icra aşamasında eşzamanlı ve eşgüdümlü bir şekilde hareket etmiş olması, olayın arkasındaki büyük aklı açıkça işaret etmektedir.

Darbe teşebbüsünün ilk saatlerinde ABD tarafından darbeye karşı resmi bir açıklama yapılmamış olması, Fox TV gibi yayın organlarında darbeyi öven yayınlar yapılması, CIA'ye yakınlığı ile bilinen Stratfor düşünce kuruluşunun ABD askeri kaynaklarına yakınlığı ile bilinen haber sitesi MSNBC'ye dayandırarak attığı twitte, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Almanya'dan sığınma talebinde bulunduğunu iddia etmesi ve bu iddianın uluslararası medyada karşılık bulması, havadaki F16'lara yakıt ikmali yapan uçakların İncirlik Hava Üssü'nden kalkması, darbe teşebbüsünün başarıya ulaşamayacağını ileriki saatlerde gören ancak yine de bir umut besleyen Obama'nın “Türkiye'de seçilmiş hükümet desteklenmelidir.” şeklindeki yarım ağız açıklamaları ve sair deliller bu işareti güçlendirmektedir. Bu işaretlerin yanında Bakan Süleyman Soylu da darbe girişiminin arkasında ABD olduğu fikrini açıkça dile getirmiştir.

FETÖ lideri daha önceden resmi yollardan ısrarla iadesi talep edilmişse de ABD iki ülke ilişkilerinin zedelenmesini de göze alarak iade talebini yerine getirmemiştir. Darbe teşebbüsünden sonra da iade hususunda Türkiye'den güçlü deliller isteyerek ipe un sermeye çalışan ABD'nin FETÖ liderini teslim etmesi beklenmemelidir. Zira hiçbir devlet, hiçbir istihbarat örgütü kendi taşeronunu, operasyon yaptığı bir yapıya teslim ederek ilişkilerin açığa çıkmasına müsaade etmez. Başarısız darbe operasyonun ardından ABD, FETÖ örgütünü yeniden ele alacak ve Türkiye'deki deşifre ve tasfiye sürecini ve diğer gelişmeleri de gözden geçirerek yeniden bir değerlendirme yapacaktır. Bu değerlendirmeye örgüt liderinin öldürülerek ‘'doğal yollardan ölmüş'' gibi gösterilmesi de dahildir.

Yazının başında belirttiğimiz resmi ve sivil hedeflere yapılan saldırılardan ABD'nin dolaylı da olsa sorumlu tutulması gerekir. Zira darbe planı ABD tarafından yapılmıştır. Türk vatandaşlığı taşıyan ve üniforma giymiş olan askerler ve bu darbenin diğer kanatları “kendi iradeleri dışında tasarlanan” darbe planının icracısı vasfıyla “vekâleten” darbeye teşebbüs etmişlerdir. Nitekim ileriki günlerde hep birlikte göreceğimiz üzere gerek önceden planlanmış gerekse sonradan organize olmuş bir ağızla darbe planını üstlenebilecek az sayıda general dışında diğerleri “bize bu şekilde emir verildiği için” şeklinde ifade kullanacaklardır.

Neticede Türkiye'ye yönelik uluslararası “dolaylı” bir operasyon yapılmıştır. Ortada uluslararası bir kuvvet kullanımı ve onun ötesinde saldırı mevcuttur. Saldırı, BM Genel Kurulu'nun 14 Aralık 1974 tarihli 3314 sayılı Kararı'nda şu şekilde tanımlanmıştır: “Bir devletin başka bir devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne ya da siyasi bağımsızlığına karşı herhangi bir biçimde BM Kurucu Antlaşması'na aykırı olarak silahlı kuvvet kullanımıdır.” 3314 sayılı Karar'a göre saldırının söz konusu olması için doğrudan yapılması gerekmemektedir. Dolaylı silahlı kuvvet kullanmanın en yaygın şekli, hedef ülke içerisindeki ya da hedef ülkeye karşı olan grupların desteklenmesidir. Nitekim Sovyetler Birliği'nin Macar Ayaklanması (1956), Çekoslovakya (1968) ve Afganistan (1979) olaylarındaki rolü, ABD'nin Dominik Cumhuriyeti (1956), Grenada (1984)ve Panama (1989) olaylarındaki rolü ve Hindistan'ın, Bangladeş'in bağımsızlığındaki (1971) rolü bunlara birer örnektir.

15 Temmuz 2016 tarihinde ABD desteğinde gerçekleştirilen “Türkiye'nin siyasal bağımsızlığına” yönelik silahlı eylem, ulusal barışı tehdit ettiği gibi uluslararası barışı da zedelemiştir. Bu eylem 1945 Tarihli Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın kuvvet kullanımını yasaklayan 2/4. maddesine, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin “yaşam ve özgürlük hakları”nı düzenleyen 3. maddesi ile siyasal hakları düzenleyen 21. maddesine, 1966 tarihli Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin “halkların kendi kaderini tayin hakkı”nı düzenleyen 1. maddesine, “yaşama hakkı”nı düzenleyen 6. maddesine, “özgürlük ve güvenlik hakkı”nı düzenleyen 9. maddesine ve diğer uluslararası hukuk kurallarına aykırı bir eylemdir.

15 Temmuz 2016 tarihinde başlatılan müdahalenin silahlı olması ve eylemin gerek resmi gerekse sivil hedeflere yönelmesi sebebiyle insancıl hukuk (savaş hukuku) açısından da ayrı bir değerlendirme yapmak gerekmektedir.

1. TBMM'ye Yapılan Saldırı

1949 Cenevre Sözleşmesine Ek 1 Nolu Protokolün (1977) 52. maddesine göre sivil hedefler, saldırı ya da misillemeye hedef olamazlar. Sivil hedefler, askeri hedef olmayan tüm hedeflerdir. Sivil hedefler ancak askeri harekete etkin bir katkıda bulunmak için kullanılmaya başlanırsa veya kesin bir askeri avantaj sağlanacaksa, bir gereklilik olarak hedef alınabilir.

15 Temmuz tarihinde saldırıya uğrayan TBMM sivil bir hedeftir ve vurulduğu esnada askeri bir amaçla kullanılmadığı gibi binanın vurulması askeri avantaj sağlayacak nitelikte değildir.

2. Özel Harekât Daire Başkanlığına Yapılan Saldırı

Özel Harekât Daire Başkanlığı İçişleri Bakanlığına bağlı olup terör örgütlerinin meskûn mahal veya kırsal alanlardaki silahlı eylemlerini engellemek, gerçekleştirilen eylemlerin faillerini etkisiz hale getirmek veya yakalamak, uçak, araç, gemi, metro, tren, bina gibi kapalı alanlarda rehin alınan kişi veya kişileri kurtarmak… gibi iç güvenliğin sağlanmasına yönelik görevleri mevcuttur ve savaşan kuvvet değildir.

Uluslararası insancıl hukukun temel kaideleri; asayişi sağlayan makamların, çatışmaya taraf olan silahlı kuvvetlerle işbirliği yapmamaları halinde sivil nüfusun bir parçası olarak kabul edilmeleri yönündedir.

Yukarıda anılan 1 Nolu Ek Protokolün 43. maddesine göre çatışma taraflarından birinin, yarı askeri veya silahlı hukuk uygulayıcı makamları, silahlı kuvvetler bünyesine katması durumunda bunu çatışmanın diğer tarafına bildirmesi gerekmektedir.

Nitekim 27.12.2008 ve 18.01.2009 tarihleri arasında İsrail'in Gazze'ye yönelik gerçekleştirdiği Dökme Kurşun Operasyonu'nda Gazze Polis Teşkilatına mensup 248 polis hayatını kaybetmişti. Olaylarla ilgili düzenlenen BM İnsan Hakları Konseyi Araştırma Komisyonu Raporu'nda (Goldstone Raporu) Gazze polisinin bir bütün olarak Gazze Silahlı Kuvvetlerinin bünyesine girdiğine dair kanıt bulunmadığı için polislere yönelik saldırı uluslararası hukuka aykırı bulunmuştur.

15 Temmuzda gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün ilk hedeflerinden biri Gölbaşı'nda bulunan Özel Harekât Dairesi Başkanlığı ve Polis Havacılık Daire Başkanlığı olmuştur. Saldırılarda 42 polis hayatını kaybetmiştir. Bu hedef, darbe planı kapsamında önceden belirlenmiştir. Polislere yapılan bu müdahale Ek Protokol'ün 43. ve 52. maddeleri kapsamında uluslararası insancıl hukuka aykırıdır.

3. Sivillere Yönelik Kasıtlı Saldırılar

1 Nolu Ek Protokol'ün 51. maddesine göre sivil halk saldırıların hedefi olamaz. 15 Temmuz'da başlayan darbe girişiminde doğrudan sivillerin hedef alınması neticesinde çok sayıda sivil hayatını kaybetmiştir. Sivillere yönelik kasıtlı saldırılar 1. Nolu Ek Protokol'ün 51. Maddesinin ihlali manasına gelmektedir.

Devam edecek...

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!