Merve Şebnem Oruç’un Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı bugünkü (12 Nisan 2018) yazısını ilginize sunuyoruz:
Trump Dün “Suriye’den Çıkacağım” Diyordu, Bugün Savaşa Girer mi?
Doğu Guta’da Cumartesi günü gerçekleşen kimyasal saldırı sonrası, Rusya ve ABD arasında harareti giderek yükselen bir atışma süreci izlemeye başladık.
Bu yazıyı kaleme almaya başladığım sırada Trump Twitter üzerinden “Füzeyi atıyorum, atıyorum aaat-madım,” türü salvolarla, Kuzey Kore Lideri Kim Jong Un’la girdiği “Benim nükleer düğmem seninkinden büyük” polemiğinin benzeri şekilde, “Benim füzelerimin hepsi yeni ve akıllı” çıkışları yapmakla meşguldü. Rusya ise bu çıkışlara, “Onları bize değil, teröristlere at,” üslubuyla cevap vermekteydi.
O kadar çok “son dakika” duyduk, okuduk ki kısa sürede; BM Güvenlik Konseyi’nde yaşanan hararetli tartışmalardan medya önünde yapılan tehditlere, Akdeniz’e gelen savaş gemilerinden aktif hale getirilen savunma sistemlerine ve de tarafların savaş pozisyonu almalarına, Esad’ın ailesiyle birlikte Şam’ı terk ettiği iddialarından bunların yalanlanmasına… Açıkçası tüm bunlar bana, taraflar gerçekten ve her ihtimale karşı savaş pozisyonu almalarına rağmen bir aksiyon filminden hallice gelmedi değil.
Bu filmi daha önce görmüştük
Evet, bu filmi görmüştük, hem de çok kısa süre önce… Ağustos 2013’te yine Doğu Guta’da 1300 kişinin korkunç bir şekilde yaşamını yitirdiği bir kimyasal saldırı gerçekleşmişti ve dönemin ABD Başkanı’nın Obama olması dışında hemen her şey aynıydı. 2012 yılında Esad rejiminin kimyasal silah kullandığının kesinleşmesi sonrası Obama o meşhur ‘kırmızı çizgi’ lafını etmiş, Şam’ın banliyösü diyebileceğimiz Doğu Guta’da korkunç bir kimyasal katliam yaşanınca da “Tomahawk’ları yolladım yolluyorum,” tavrına bürünmüştü. ABD ordusunun başkomutanı sıfatıyla son kararı verecek olan Obama, bugün Trump’ın Twitter üzerinden yaptığını kendine has snob üslubuyla televizyon ekranlarından yapıyor, “Ha bugün ha yarın,” mesajı veriyordu. Televizyon ekranlarında savaş senaryoları çizilir, kronometreler çalıştırılırken, Akdeniz’de ve Orta Doğu çevresinde savaş gemileri ve askeri üslerde yine bugün olduğu gibi tam bir savaş hareketliliği hakimdi.
Tüm dünya da haliyle Esad’ın sonunun geldiğini düşünmeye başlamıştı. Oysa tüm bu gerilim filminin son sahnesinde beklenmedik bir son vardı. Çıktı çıkıyor denilen savaşın yerine, Obama yönetimi ve Kremlin Suriye’deki kimyasal silahların taşınması ve imha edilmesi için Şam rejimiyle anlaştı. “Esad gitmeli” cümlesini ilk kuran kişi olan Obama, Esad’ın daha çok uzun süre Şam’da kalmasını bu hamlesiyle garantilemiş oldu. Obama’nın bu hamlesine bağlı olarak Beyaz Saray’da bugün ABD yerleşik düzeni için bir ‘anormali’ olarak nitelenebilecek Trump oturuyor ve Esad Suriye’nin tamamına bir kez daha sahip olma hayalleri kuruyor.
Kamuoyu önündeki savaş tehditlerinin arkasındaki gizli müzakereler
Obama yönetimi ve Kremlin sadece Suriye’deki kimyasal silahların imhasında anlaşma sağlamamıştı o gün, aynı zamanda İran’la nükleer müzakerelere başlanacağı da o zaman duyurulmuştu dünyaya. ABD medya önünde “Büyük Şeytan” olarak nitelediği İran’la çoktan beri gizli gizli bu konuda görüşmeler yapıyordu ancak “ılımlı” Ruhani’nin de kısa süre önce Cumhurbaşkanı olmasının da katkısıyla, “Şam’a yapılacak bir saldırının İran’ı da vuracağı” tehdidine çevirmiş ve dayattığı şartlarla İran’ı P5+1 ülkeleriyle masaya oturtmayı başarmıştı.
Peki, Obama bile Esad’a saldırmamışken “hayvan” demesine rağmen Esad’ı kendisine bir tehdit olarak görmeyen Trump neden saldırsın? Suudi Arabistan ve İsrail gibi Trump dostları, Suriye’deki İran varlığı nedeniyle bunu istiyor ve teşvik ediyor olabilir ancak Trump, Putin gibi yakın arkadaş olmayı istediği biriyle savaşa girmeyi gerçekten düşünüyor mu? Daha geçen hafta “Suriye’den çekilmek, askerlerimizi eve getirmek istiyorum,” diyen birinden söz ediyoruz. Bugün “yaptıklarının bedelini ödetmek istediği” Beşar Esad geçen hafta da oradaydı ama “DAEŞ’le mücadele için oradaydık. Onların sonu geliyor, o zaman niye kalalım,” diyen Trump’ın hiç de umurunda değildi bu durum. Trump’ın ekibi giderek daha fazla İran karşıtı bir renge bürünüyor olduğu için Suriye’den çıkma açıklamasını buradaki varlığını Suudiler’e ödetme hamlesi gibi görenler olabilir ancak ben Trump’ın gerçekten de Suriye’de kalmak istediğini, oradaki ‘derin’ Amerikan projelerini önemsediğini düşünmüyorum. Hatta başında Rusya soruşturması gibi bir sorun olmasa ve Washington’da sözünü biraz daha dinletebilmiş olsaydı, muhtemelen Moskova’yla çoktan Suriye’nin geleceği ve ortak terörist avı için masaya oturmuş olurdu bile.
İngiltere’deki casus kriziyle başlayan Batı ülkeleriyle Rusya arasındaki yeni gerilim ve söz konusu Rusya soruşturması nedeniyle Trump’ın, kamuoyu önünde mevcut Suriye geriliminde Putin’e karşı sessiz kalması beklenemez. Ama Rusya’yla da Suriye’de karşı karşıya gelmeyi istediğini hiç zannetmiyorum. Casus krizi nedeniyle Batı’daki diplomat kovma sırasına ABD de girmişti ancak hemen ertesinde Putin ve Trump’ın yüz yüze görüşeceği, hatta bu görüşmenin Beyaz Saray’da olabileceği dile getirilmişti. Kim Jong Un’la o kadar laf dalaşına girip “Acaba Trump Kuzey Kore’yi vuracak mı?” derken Kuzey’in barış masasına yaklaştığı ve ufukta bir Kim-Trump görüşmesinin olduğu ortaya çıkmıştı.
Demem o ki, bu hır gürün ardından savaş yerine beklenmedik bir anlaşma çıkarsa şaşırmayalım. Eminim ki, medyada kopan fırtınanın gizlediği kapalı kapılar arkasında kurulu bir masa ve o masada da hararetli bir pazarlık muhakkak vardır. Suudi Arabistan, BAE, İsrail gibi bazı ülkeler Trump’ı elbette ki kendi menfaatlerine uygun şekilde Suriye’de tutmak ve İran’a saldırtmak için gereken her şeyi yapacaktır, hatta ‘sahte bayrak operasyonları’ bile beklemek mümkün, ama tüm bu yükselen gerilimin ardından beklenmedik bir anlaşma, şaşırtıcı bir Trump-Putin mutabakatı çıkarsa hiç şaşırmayacağım.