Muhaliflere Karşı ABD ve İsrail’in Tavrı
ABD’nin kendi iradesi dışında ortaya çıkan sosyolojik gelişmeler karşısında her iktidar gibi yön vermeye, imkanı olursa kontrol etmeye çalışması siyaset bilim açısından doğal bir durumdur.
Nitekim, Türkiye, Fransa ve İran gibi bölgede söz sahibi olmak isteyen diğer ulus devletler de stratejik ve diplomatik söylemler geliştirmişlerdir. Örneğin İran, Suriye dışında bölgede gerçekleşen tüm halk hareketlerini İslam Devriminin yankıları olarak tanımlayarak sahiplenmiştir.
“Arap Baharı” sürecinin de ABD dış politikası açısından “kontrol altına alınması gereken bir süreç” olarak değerlendirildiği söylenebilir. Bu bağlamda ABD’nin yeni oluşan bu olgu karşısında tek bir politikası da bulunmamaktadır. ABD dış politikasında öne çıkan iki eğilim bulunuyor. Burada Washington için ortaya çıkan en önemli zorluk, takip edilen dış politikanın ‘değerler’ ve ‘çıkarlar’ ekseninde yeniden tanımlanmasına ilişkin olanıdır. Amerikan dış politika kültüründe geleneksel olarak bu iki damar her zaman için çok güçlü olmuştu. Kimine göre Amerikan dış politikasının temel hedefi ABD’nin üzerine oturduğu liberal demokratik değerlerin dünyanın geri kalanına yayılması olmalıyken, kimilerine göre de ABD’nin yapması gereken bu değerleri gerektiğinde zor kullanarak yaymak yerine ABD’nin kendisinin başkaları için bir örnek oluşturmasıdır. İkinci grupta yer alanlar önceliği maddi zeminde tanımlanan çıkarlara vermektedirler ve dış politikanın daha çok pragmatik ve objektif gerçekler temelinde yürütülmesini savunmaktadırlar.
‘Gerçekçiler’ olarak adlandırabileceğimiz ikinci gruptakilerin perspektifinden bakıldığında, Orta Doğu ülkelerinin bir çoğuyla kurulmuş çıkar odaklı ilişkiler son halk hareketleri sonrasında ciddi anlamda erozyona uğramaktayken, dış politikaya değer ekseninde bakanlar bu hareketlerin ABD için bir fırsat oluşturduğuna inanmaktadırlar. Onlara göre bu halk hareketleri ABD’nin bölge ülkelerini kendi değerleri doğrultusunda dönüştürmesine yardımcı olacaktır. Halktan kaynaklanan demokratikleşme ve mevcut baskıcı rejimlerden kurtulma isteği Amerika tarafından desteklenmeli ve bu sayede bölgenin küresel sisteme entegrasyonu sağlanmalıdır. ‘Değerciler’, bu süreçte yaşanması muhtemel kırılganlıkları ve zorlukları tölere etmek gerektiğine inanmakta ve ortaya çıkacak demokratik rejimlerin uzun vadede Amerika’nın çıkarlarına daha fazla hizmet edeceğini ileri sürmektedirler. ‘Gerçekçiler’ ise temelde ihtiyatlı bir iyimserlik içinde olup, bölgesel gelişmelere ve bunların olası sonuçlarına ilişkin eleştirel bir tutum takınmaktadırlar. Bunların vurguladıkları noktalar arasında şunlar yer almaktadır. Amerika’nın bölgeye ilişkin esas çıkarları İsrail’in güvenliğinin ve egemenliğinin devam etmesi, bölgedeki petrol gibi doğal kaynakların Batılı pazarlara akışının sorunsuz bir şekilde sürmesi, Batı karşıtı ulus kimlik karşıtı ümmetçi hareketlerin sınırlandırılması, bu akımların bazı bölge ülkeleri tarafından ABD’ye karşı bir koz olarak kullanılmamasının sağlanması, bölgedeki Amerikan yanlısı yönetimlerin desteklenmesi ve bölgede Amerika’nın hakimiyetine son verebilecek gerek bölge içi gerekse de bölge dışı güçlerin engellenmesidir. Bütün bu geleneksel Amerikan çıkarlarının gerçekleştirilmesi, yaşanmakta olan bölgesel halk hareketleri neticesinde daha da zorlaşmıştır. Amerikan dış politikasının şekillenmesine ‘değer’ odaklı yaklaşanlar, bölgedeki halk hareketlerinin ortaya çıkmasında Batı ve İsrail karşıtı muhalefetin pek etkili olmadığını, bunların daha çok bölge insanlarının baskıcı rejimlerden kurtulmak ve daha onurlu bir şekilde yaşamak yönündeki arzularını yansıttığını söyleseler de, son kertede bu harekeler neticesinde iktidara gelecek olanların halkın Amerikan ve İsrail karşıtı duruşundan etkilenmeyecegini ileri sürmek pek mümkün değildir. Hele ‘Müslüman Kardeşler’ ya da onun ideolojik algısını paylaşan diğer İslami kesimlerin iktidara gelmeleri, Amerikan ve İsrail karşıtlığını artıracaktır. Mısır örneğinden yola çıkarak öne sürülen bu varsayım pek ala Suriye bağlamında da geçerlidir. Çıkar odaklı ‘gerçekçiler’, Esed rejiminin bütün olumsuz politikalarına rağmen desteklenmesi gerektiğini söylemekte ve Esed’in yerine gelecek yönetimin Amerika açısından bilinmeyenlerde dolu olacağını iddia etmektedirler. Esed son kertede, bilinen bir siyasi figürdür ve ülkesini Kapitalizm pazarına serbestçe açmıştır. Dolayısıyla ‘gerçekçiler’ Obama’nın Suriye’deki son halk hareketlerine ilişkin takip etmekte olduğu ihtiyatlı ‘bekle gör’ politikasını desteklemektedirler. Her ne kadar Suriye’de son günlerde artan ölümler yaşanmaktaysa da ‘gerçekçiler’ Amerika’nın herhangi bir uluslararası koalisyonun parçası olarak Suriye’de askeri bir rol oynamasını istememekte ve bunu Amerika’nın çıkarına bulmamaktadırlar. Onlar açısından Obama’nın Libya’da sınırlı da olsa uluslararası güç kullanımına müsade ederek bu yöndeki çabaların bir parçası olmak yönündeki politikası Suriye’de izlenen kayıtsızlık odaklı ‘bekle-gör’ politikasıyla uyumludur. ‘Gerçekçiler’ ve ‘değerciler’ arasındaki farklılıklar Orta Doğu bölgesinin bir başka yerindeki olaylar bağlamında da gözlemlenebilir. Körfezde yer alan Bahreyn’deki Şii halk gösterilerine nasıl cevap verilmesi gerektiği, S.Arabistan’ın bu ülkeye asker göndermesinin nasıl karşılanacağı ve de bu ülkedeki gelişmelerin İran’ın bölgedeki konumunu nasıl etkileyebileceği konularında ciddi tartışmalar yaşanmaktadır. ‘Değerciler’, Bahreyn’de gösteriler düzenleyerek iktidardaki Sünni kraliyet ailesinin meşruiyetini sorgulayan Şii unsurlara demokratikleşme adına destek verilmesi gerektiğini söylerlerken, ‘gerçekçiler’ ise iktidardaki Sünni yönetimin değişmesine karşı çıkmaktadırlar.1
DEBKAfile’ın Washington ve Ortadoğu’daki kaynaklarına dayandırılan haberde, ABD, İngiltere, Fransa ve Türkiye’nin, Beşşar Esed’in akrabaları ile siyasi ve askeri danışmanlarından oluşan destek yollarını tıkayıp, bu kişilerin yerine “ılımlı muhalif” figürlerin getirilmesi, bununla birlikte Esed’in başkanlık görevine devam etmesinin sağlanması adına bir plan hazırladığı öne sürüldü.
Suriye Devlet Başkanı’nın da bu plana destek verdiği ifade edilen haberde, “Esed, ABD ve Türkiye’nin ortaya attığı hayatta kalma planını gerçekleştirebilmek için Hama’daki sıkı önlemleri erteledi” denildi. Yabancı basın kuruluşları için çalışan muhabirlerin Suriye’ye girmesine ve Şam’dan haber geçmesine hatta muhalefet figürleriyle röportaj yapmasına bile izin verildiği hatırlatılan haberde, Batılı arabuluculuların da rakiplerle ve isyancıların temsilcileriyle bir “ulusal diyalog” mekanizması kurmasına fırsat tanındığı belirtildi. DEBKAfile’ın haberinde “bütün bunların Esad’ın protestoları kademeli olarak bastırma ve demokratik reform sürecine başlama konusundaki hevesini ortaya koyduğu” ifade edildi.2
Bu hamlenin aynı zamanda Esad’ın ABD nezdindeki ayrıcalıklı konumunun da bir işareti olduğu dile getirilen haberde, “ABD Başkanı Barack Obama ve diğer ABD’li yetkililer, binlerce can kaybına rağmen, Mısır, Libya ve Tunuslu liderlerin aksine, hiçbir zaman Esed’in gitmesi gerektiğini söylemedi” denildi.
Aynı ikili tavrı İsrail’de de gözlemliyoruz. Suriye’deki krizin İsrail’e “gerçekliği değiştirme” fırsatı sağladığını düşünecek herkes, böylesi tehlikeli hayalleri bir kenara koysa iyi eder.” Diyen Haaretz başyazısı şu ifadelerle İsrail dış politikasında “gerçekçi” yaklaşılması gerektiğini vurguluyor: “Batılı devletler Suriye’deki olaylara –Mısır ve Libya karşısında gösterdikleri tavrın aksine- yavaşça ve dikkatle, diplomatik baskıyla, yaptırımla ve Birleşmiş Milletler kınamasıyla cevap verdiler. İhtiyatları kısmen de, Mısır’da da olduğu gibi, Suriye rejiminin yerine geçeceklerin belli olmamasından kaynaklanıyor.”3 Suriye Liberal muhalefetini destekleyen ABD ve eksenindeki Batılı “değerci” güçlerin aksine gerçekçi politikalarla halk hareketlerine temkinli yaklaşması aslında İran ve Türkiye’nin de dış politikasının da bölgedeki İslami potansiyele sahip çıkmasıyla ters bir orantıyı ifade ediyor. Gerek Mısır gerek Yemen ve Bahreyn’deki İslâmi Hareketlerin öncü rolleri aynı şekilde Suriye için de geçerli. Daha fazla demokratik alan açılması demek İslami hareketlerin daha fazla söz sahibi olması anlamına geleceğinden, “Gerçekçi” biçimde kendi açısından bekle-gör politikası yürüten ABD Dışişlerinin Suriye halkının isyanındaki ABD ve Siyonizm karşıtı karakterinden rahatsız olduğu, bu sebeple Suriye devrimini kontrol almak için hem Esed rejimiyle hem de ABD ile uyumlu tabansız liberal muhalefetle Suriye Devrimini boğmaya çalıştığını açık biçimde söyleyebiliriz.
Benzeri durumları tarihte başka devrimlerde de gözlemliyoruz. Örneğin Fransa ve SSCB ABD’ye karşı 1979 İran Devrimini desteklemiş, hatta Carter yönetimi de ibrenin Şah’tan Devrim hareketine yana döndüğünü görünce İranlı devrimcilere olumlu mesajlar vermeye başlamıştı. O dönemde İran Devriminin bir oyun olduğu dillendirilmişti. (Hatta İsmet Özel gibi kimi şahıslar bu iddialarını bugün dahi dillendirmektedirler) Aynı durum ABD’nin ilk dönemde Taliban yönetimini desteklemesi ama daha sonrasında Taliban’ın ABD’ye rest çekmesi durumda da yaşanmıştı. Bu açıdan uluslararası ilişkilerdeki çıkar hesaplarını, geçici örtüşmeleri, yön verme taktiklerini temel alıp komplo teorileri kurmak gerçeği anlamamıza engel olabilir…
Suriye Muhalefeti çatısı altında tanımlanan kesimler ise bir bütün oluşturmamakta, Liberallerden sosyalistlere, etnik temelli siyaset yapanlardan İslami hareketlere kadar pek çok farklı kesimi içinde barındırmaktadır. Halk nezdinde tabanı olan ve Suriye içindeki halk gösterilerini örgütleyen ana akım Mescidler yoluyla örgütlenen Doğal biçimde gelişen İslami halk hareketidir. Liberallerin ise Suriye halkı içinde bir temsiliyetleri bulunmamaktadır. Ulemâ ve Mescidler kanalıyla sokaklara inen Suriye Devrimini amacından saptırmak için Küresel güçler belirli politikalar gütse de paradoksal biçimde komplo teorileri kuran ve halk devrimini karalamaya çalışan Baas ve yandaşları da Suriye Devriminin anti Siyonist ve İslami karakterini perdelemekte, temsiliyeti olmayan liberalleri öne çıkartmaktadırlar. Suriye Muhalefetiyle ilgili ayrıntılı bilgileri, Allah’ın izniyle Haksöz dergisinin Ağustos 2011 sayısında yayınlanacak olan “Suriye Devrimi: Kimin Öncülüğünde Nereye Doğru?” başlıklı çalışmamıza bırakarak boğulmaya ve saptırılmaya çalışan Devrime sahip çıkmamızın bir sorumluluk olduğunu belirtiyoruz…
Dipnotlar:
1- Konuyla ilgili ayrıntılı bir analiz için bkz. “Ortadoğu’daki Halk Hareketleri ve Büyük Güçler” Doç. Dr. Tarık Oğuzlu, Ortadoğu Analiz Dergisi, Cilt-3 Sayı 29, sf.68-76,
2- Gölge Mossad'dan Suriye'yle ilgili çarpıcı iddia” http://www.suriyedevrimi.com/guncel/golge_mossaddan_suriyeyle_ilgili_carpici_iddia.asp
3- “Israel must toe the western line on Syria” Haaretz Editorial, 10.06.11 Türkçesi: “İsrail Suriye’ye Batılı yoldan yaklaşmalı” Çev. İkbal Zeynep Dursunoğlu, http://www.yakindoguhaber.com/haber_detay.php?haber_id=9094