Prof. Dr. Cengiz Tomar / Anadolu Ajansı
Yazıya bu başlığı vermemizin sebebi, Birleşmiş Milletler’in (BM) Kudüs kararına ret oyu veren ülkelerin Ortadoğu’nun başat dili Arapçanın meşhur gramer kaidesi olan “inne ve kardeşleri”ni hatırlatması. Bu gramer kuralının beş unsurundan en önemlisi olan “inne” zikredilirken diğerleri pek bilinmez. ABD gibi bir devin bütün tehditlere rağmen yanına çektiği devletlere, pek çoğumuzun adını ilk kez duyduğu Palau, Nauru, Mikronezya gibi okyanusta bir katre büyüklüğündeki ülkelere bakınca, “inne ve kardeşleri”ni hatırlamamak mümkün değil.
Yıllardır işgalci İsrail’in Filistinlilere uyguladığı hukuksuzluğa ve zulme her türlü desteği veren ABD’nin yap-satçı yeni başkanının büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararının, Barzani’nin referandum kararına benzer, kazanma ihtimali düşük bir kumar olduğunu ve Trump’ın Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olabileceğini ifade etmiştik.[1] Nitekim Trump’ın Ortadoğu’ya attığı bu “atom bombası” bumerang etkisi yaratarak ABD ile İsrail’i vurmuş durumda.
Geçen hafta Türkiye’nin öncülüğünde İstanbul’da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesinde İslam dünyası, tarihinde ilk defa, bir kısmı kerhen de olsa, birlik tavrı sergileyerek iki yüz yıllık bitkisel hayatından çıkma hususunda bir belirti göstermişti. Bu kararlar, Kudüs’ün ötesinde çok daha derin bir mana taşımakta, iki asırdır bir nesne konumunda olan İslam dünyası ilk defa topluca ABD-İsrail ikilisine karşı tekrar tarihin öznesi olmak hususunda bir irade beyan etmekteydi. Bu meyanda önemli olan, Müslümanların birleşerek ABD ve İsrail’e kafa tutamayacakları yönündeki mitolojik ve psikolojik bariyerin aşmasıydı.[2]
Bu kararların tam da Irak, Suriye, Yemen ve Libya gibi Müslüman devletlerin sistemlerinin çöktüğü, İslam dünyasının etnik/mezhebî sebeplerle birbirini boğazladığı, DEAŞ gibi örgütlerin insanlık dışı yöntemlerle kendi dindaşlarını katlettiği, Körfez ülkelerinin “Arap Baharı”nın “İran Yazı”na dönüşmesi ve Müslüman Kardeşler fobisi nedeniyle paralize olduğu, Mısır’da Sisi yönetiminin parmağını kaldırmaya mecali kalmadığı, Lübnan başbakanının Suudi Arabistan’da istifa ettiği ve Suudi Arabistan yönetiminin “mıntıka temizliği”yle uğraştığı bir kaos ortamında, yani bundan daha kötüsünün olamayacağı bir dönemde gelmesi, hem İslam alemi hem de dünya için bir ümit ışığı olarak görüldü.
Zira her şeye rağmen, hiç bir Arap ülkesinin meşru ya da gayrimeşru lideri Kudüs’ü İsrail’e (tıpkı Ortaçağ’da böyle bir teşebbüse imza atan Melik Kamil gibi) vermenin sonuçlarını halkına anlatamazdı. Bu bağlamda, 88 yıllık aranın ardından Kudüs’ü 1187’de Haçlılardan geri alan şarkın en sevgili sultanı Selahaddin Eyyubi’nin öz yeğeni Melik Kâmil’in, kardeşleriyle olan iktidar mücadelesini kazanmak uğruna, Kudüs’ü Haçlılara anlaşmayla devretmesi sonucunda Müslüman halk tarafından nasıl hakarete uğradığını ve aslında pek çok başarıya imza atmış bu devlet adamının adının tarihe nasıl geçtiğini Arap yöneticiler biliyor olmalılar. Zira Melik Kamil’in Kudüs’ü Haçlılara teslimi Bağdat, Kahire ve Şam gibi bütün İslam dünyasını yasa boğmuş, tarihte ilk defa protesto gösterileri düzenlenmiş ve Melik Kamil’e lanetler okunmuştu. Bu nedenle hem İİT İstanbul zirvesinde hem de BM oylamasında hiç biri hayır oyu kullanamadılar. Zira bu Arap sokağında ikinci bir Arap Baharı dalgasına yol açabilir ve zaten sallantıda olan rejimlerin sonunu getirebilirdi.
İslam dünyasının Türkiye öncülüğünde yaptığı bu başkaldırı, ABD ve İsrail’in bütün tehditlerine rağmen, Birleşmiş Milletler genel kurulunda küresel bir isyana dönüşmüş durumda. Tasarıya ret oyu veren devletlerin, adını hiç duymadığımız küçük ülkeler olduğunu, çekimser oy kullanan devletlerin büyük kısmının da Antigua, Bahamalar, Benin, Butan, Ekvator Ginesi, Ruanda, Solomon Adaları, Tuvalı ve Vanautu gibi hâmişi ülkeler olduğunu not edelim. Dolayısıyla ABD’nin Kudüs kararı ve İsrail’in uygulamaları, bütün güçlerine rağmen, içlerinde Batılı büyük devletlerin de bulunduğu dünya nüfusunun büyük kısmını oluşturan maşeri vicdan tarafından mahkum edilmiş ve bu iki ülke yalnızlaştırılmış durumda. Tabii ki karara olumlu oy verecek ülkelere “gözüm üzerinizde, evet verirseniz yardımı keserim” diyen yap-satçı başkanın mafyavarî tehditlerine karşı, her şeyin para olmadığını anlatan güzel bir cevap da verilmiş oldu.
Attığı tweetlerden Ortadoğu’yu ve İslam dünyasını pek tanımadığı anlaşılan New Yorklu zengin ve kibirli iş adamı Trump’ın, İslam dünyasının kalbi mesabesindeki Kudüs’e saplamış olduğu hançerin komplikasyonlarını iyi hesap edemediği anlaşılıyor. Nitekim Ortadoğu’nun merkezindeki (el-Beled) Arap çarşısında (sûk) kâin zücaciye dükkânına giren “Boz Ayı”, dükkâna verdiği zararın yanı sıra, cam kırıkları nedeniyle kendisi de büyük hasar almış ve “karizmayı çizdirmiştir”. Türkiye öncülüğünde İİT İstanbul zirvesi ile BM genel kurulunda alınan kararlar, yıllardır ABD hegemonyasından muzdarip olan dünyaya nefes aldırmış görünüyor. Ortadoğu’nun Neo-Moğol istilasının sonuna gelindiği gibi, eski dünya düzeninin de artık sürdürülemeyeceği anlaşılıyor. ABD hegemonyasına karşı özgürlük fitili alev almış görünüyor. Bakalım önümüzdeki günler ne getirecek.
[Prof. Dr. Cengiz Tomar Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanlığı görevini yürütmektedir]
[1] https://www.dailysabah.com/op-ed/2017/12/18/pushing-the-middle-east-toward-apocalypse
[2] http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/kudus-kararinin-getirdikleri-psikolojik-harbi-kazanmak/1005628