Gerçeklerle yüzleşmek acıdır, acıtır insanın yüreğini ideallerinin birilerinin elinde kirletilmesi İran halkı’nın devrim ateşi “dışarıya karşı tam bağımsızlık ve içeride tam özgürlük” söylemi üzerinde yükselmişti. Musaddık’ın başlattığı hareket Tam da bu itirazın sesi olmuş, İran halkı Şah diktasına karşı ilk ciddi itirazını Musaddık etrafında birleşerek göstermişti. O günlerde Musaddık önce ABD tarafından “desteklenmiş” sonrasında ise “tehlikeli” bulunmuştu. O zaman bu destekleme işini biraz açalım;
Gerek Mısır devrim sürecinde olsun gerekse de benzeri vakıalarda hemen bir “Amerikan desteği” argümanı öne sürülüyor birçok kişi tarafından. Peki nedir bu Amerikan desteği? Öncelikle belirtmemiz gerekir ki ABD Küresel dünyanın halen en etkili siyasi gücü olarak bazı şeyleri bizzat kendisi planlar.
ABD’nin bizzat planladığı o şeyler konusunda iki ihtimal mevcuttur:
1-Plan istendiği gibi işler
2-ya da Plan beklenen sonucun aksine sonuçlar verir…
Bazı sosyolojik gelişmeler ise ABD’nin ya da başka kürsel güçlerin planı haricinde ortaya çıkan gelişmelerdir o zamanda ihtimaller şunlardır:
1-Kontrol dışında ortaya çıkan gelişmeleri yönlendirir ve istenen mecraya sokar.
2- ya da İstenen mecraya da sokulamayacaksa o halde en az zararla gelişme dengelenmeye çalışılır
3-ya da Kontrol dışı ortaya çıkan gelişme ile başa çıkılamaz ve yeni bir sorunla/dengeyle yüzleşmek zorunda kalır.
Sosyolojik hareketlerin tek bir sebebi ya da faktörü olmadığı gibi birden çok dengenin kesişmesiyle de alakası vardır. Bu “kıvam”a geldiğinde Allah’ın kaderi/sosyolojik ölçüsü-yasaları sonuca şekil verir. Dolayısıyla gerek Fransız Devrimi, Ekim Devrimi, Kemalist Türkiye’nin doğuşu gerek 1. Ya da 2.Dünya savaşının çıkışı, Sovyetlerin çözülüşü, İran İslam devrimi, ya da bugün yaşanan Arap halk devrimleri tek bir sebebe indirgenemez. Yaşanan her olayı doğrudan süper güçlerin oyununa bağlarsak bu tersinden süper güçlerin “Kâdir-i Mutlak” olduğunu ifade etmemiz anlamına gelir. Oysa Süper güçlerin siyasal iktidarı Küresel sermayenin desteğine ve gelişmeleri kontrol edebilme zekalarına bağlıdır.
ABD’nin mevcut gelişmelerin gerisinde kalmayıp onlarla uzlaşma çabası içinde olması, politik bir hamle yaparak onları destekleyerek sahipleniyor izlenimi vermesi gerçekten de bu gelişmelerin “Made in USA” olduğunu göstermez. Tıpkı tersinden aynı gelişmelerin İran rejimi tarafından da aynı oranda sahiplenilmesinin bu gelişimlerin doğrudan İran projesi olmaması gibi…
Bu bağlamda özellikle Küba devrimi, Vietnam yenilgisi, İran devrimi, Filistin İntifadası, Hamas’ın ve Hizbullah’ın siyasal iradeleri ve diplomatik başarıları göstermiştir ki ABD Siyasal gücü öyle her şeyi kurgulayamamakta, her istediğini yapamamaktadır. Emperyalizmin gelişmeleri kontrol edebilme zekasının binlerce stratejik araştırma merkezi ve analistiyle desteklemeye çalışsa bile çok ta kuvvetli olduğu söylenemez. Bunu Wikileaks belgelerinde açıkça okuyoruz. Bu sebeple Emperyalizm, Naomi Klein’ın başarılı biçimde analiz ettiği üzere “Şok Doktrini”ne başvurmak zorunda kalıyor. Yani şiddet-dayatma yolu. Oysa kontrol zekası küresel güçlerin “iyi polisleri” tarafından daha etkili biçimde sağlanabilir. Bunu da bilen kontrol odağı bu sebeple tüketim ilişkilerini dizayn ederek halkların yaşam algılarını elinde tutmaya çalışıyor. Tüketim ilişkilerine en büyük engel ise bölgedeki İslâmi kültür. Onun için İslam’ın kapitalistleştirilmesine ve ona duyulacak tepkilerin de yine materyalistçe olmasına dikkat ediyor.
Oysa Bölgedeki despotik algıyı besleyen, bundan doğrudan rant sağlayan küresel sermaye olduğunu artık bilmeyen yok. ABD siyasetini yöneten Küresel sermaye bu sebepledir ki askeri darbelerin destekçisi ve teşvikçisi olmuştur. Gerek Latin Amerika’da gerek bölgemizde ne kadar despot varsa bunların baş destekçisi ABD ve küresel sermayesidir. Bu sebepledir ki ABD müthiş antiemperyalist pozlar veren Ulusalcı kesimle hep dirsek teması içinde olmuş yeri geldiğinde de açık desteğini vermekten çekinmemiştir. 28 Şubat’ta bir kez daha uygulanan “Şok Doktrini” vatansever paşaların içi boşalan bankalarla olan sevdasının da nerden geldiğini de ortaya koyuyordu.
Bu çerçevede baktığımızda bölgemizdeki son halk hareketleri, Küresel güçlerin planları haricinde ortaya çıkmış ama yönlendirilmeye çalışılan hareketler. Burada halk hareketlerinin önderlerinin kendi iradelerinin arkasında durmaya devam etmeleri gerekiyor.
Bölgede iki tip despotizm mevcut. İlki Soğuk savaşın İngiltere-ABD kanadınca doğrudan desteklenen yani “ABD/Batı Planı” olan yönetimler ki onları “Anglo-Arap Krallıkları” olarak tanımlayabiliriz. Ve Elbette Laik-Kapitalist Cumhuriyet projeleri ki buna da Türkiye, Cezayir’i ve Tunus’u örnek verebiliriz.
İkinci despotizm türü ise bizzat Stalinist Sovyetler eliyle desteklenen Doğu Almanya, Kuzey Kore, Küba, Mısır, Suriye ve Irak gibi Demokratik(!) Halk(!) Cumhuriyetleri ya da “Demokratik (!) Arap Cumhuriyetleri”ni örnek verebiliriz. Bir de İran Devrimi sonrası ortaya çıkan antiemperyalist karakterli İran, Sudan ve Libya gibi sistemleri de halkına dış baskıyı gerekçe göstererek insani haklar, basın-yayın, muhalefet ve düşünce özgürlüğü, serbest ve şeffaf seçme ve seçilme hakkını kısıtlayan ülkeleri örnek verebiliriz. Genellikle milliyetçi, 3. Dünyacı özellikle taşıyan resmi ideoloji söylemleri “iç ve dış düşman” üzerine bina ediyorlar. Güvenlik gerekçesiyle insani hakları engelleyebiliyorlar. Söylem neredeyse aynı: Kurumları yıpratmayalım, muhalefet dış düşmanların oyunudur, muhalifler dış düşmanların işbirlikçisi iç düşmanlardır ve temizlenmelidirler.
Bu çerçeveden baktığımızda elbette bir çok sabıkası bulunan ve hiç te masum olmayan ABD ve İsrail bu tip yönetimlerin kendi günahlarını yükledikleri birer günah keçisine de dönüştürülürler. Şayet birisini gözden düşürmek isterseniz onu ABD ya da İsraille ilişkilendirebilirsiniz. Ya da iktidarınız hakkındaki yolsuzluk iddialarını dış düşman oyunu olarak lanse edersiniz. Kaddafi kendine yönelik başlayan ayaklanmayı Siyonist kuklalarının oyunu olarak tanımlamamış mıydı?
Bugünlerde gündemden düşmeyen Soner Yalçın ve akıl hocası Yalçın Küçük’ün ve Ergun Poyraz gibi ulusalcı araştırmacı(!)ların insanların isimlerinden(!) yola çıkarak “Yahudi” olduklarını, ırkçı listeler yayınladıklarını unutmayalım. Bölgedeki tüm kötülüklerin ABD’ye ve İsrail’e yüklenmesi bir hesap vermemezlik, denetlenememezlik getiriyor beraberinde. Hesap vermeyenler kendilerinden bir şekilde hesap soran kim varsa onu fitneci, dış düşmanın maşası işbirlikçi ajan vs. yaftalarla susturmaya çalışması, ortaya çıkan tüm gelişmeleri ABD desteği ve oyunu ile açıklamaya çalışması tam bir okuyamama sorunu ve basiret bağlanmasını doğurmaktadır.
Bölgemizdeki Antiemperyalist olduğunu iddia eden tüm yönetimler gerçekten samimilerse (ki biz özellikle İran vb. yönetimlerin samimiyetine inanmak istiyoruz) o halde hesap verebilir bir özgüvene sahip olmamalılar, ABD’nin doğrudan ya da dolaylı kontrol etme/yönlendirme olasılığı olan ama ABD kurgusu olmaksızın kendi doğallığında ortaya çıkan taleplere ABD’den önce kapılarını açmalıdırlar. Elin eline malzeme vermeden kendi kardeşinin derdini dinleme erdemi antiemperyalizmin adalet ve özgürlük tezlerinin de imtihanı demektir. Bu açıdan kendi iç meselelerini diyalog zemininde tartışabilmeli, talepleri makul bir düzlemde karşılayabilmelidir. Yoksa gelişen her olguyu dış ve iç düşmanlara mal etme kolaycılığı daha vahim sonuçlara yol açabilir.