ABD’deki siyonist lobinin çok güçlü olmasından dolayı bu ülkede başkanlığa aday olanların kendilerini siyonist lobiye de kabul ettirme yarışına girdikleri bilinen bir gerçektir. Aslında bu biraz da kurgusaldır. Filistin toprakları üzerindeki siyonist işgalin desteklenmesi ABD’nin işgal devletinin kurulduğu günden bu yana hiç değişmemiş bir siyasetidir. Dolayısıyla bu ülkede siyonist lobinin güçlü olması bir sebep değil sonuçtur. Yani resmi siyasetin uluslararası siyonizme sürekli destek vermesinin bir sonucudur. Bu da başkan adaylarının veya yönetime gelenlerin kendilerini siyonist lobiye kabul ettirme çabalarının bir sebebi olarak gösteriliyor. Fakat siyonist lobiye yaranma rakip adayların ortak tavrı olduğundan seçilen kim olursa olsun onun hesapları bozulmuyor.
Bu açıdan ABD’nin yeni başkanının siyonist işgale destekte sergilediği tavrın resmî politikaya aykırı bir yönü yoktur. Ama dikkat çeken yanı burada da kabadayılık ederek işgalcilerin isteklerini yerine getirmede çevresel etkileri göz önünde bulundurmadan daha cüretkâr adımlar atmaya niyetli olduğunu ortaya koymaya çalışmasıdır. Bu amaçla ABD’nin İsrail büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma konusunda ısrarlı olduğunu, bu konuda vaadinden dönmeyeceğini söylüyor.
Büyükelçiliğin Kudüs’e taşınması her şeyden önce Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması anlamına gelmesinden dolayı tehlike arz ediyor. Fakat yorumlarda konunun sadece bu boyutuna dikkat çekiliyor. Bir diğer yönü de Kudüs’ün tümü üzerindeki işgalin meşru kabul edilmesiyle ilgilidir.
Siyonist işgal, Kudüs’ün Batı kısmını 1948 Savaşı’nda işgal etmişti. Mescidi Aksa’nın Kıyamet Kilisesi’nin ve diğer önemli dinî mabetlerin, tarihî mekânların bulunduğu doğu kısmını 1967 Haziran Savaşı’nda işgal etti. Daha doğrusu Ürdün Haşimi Krallığı’nın ihaneti sonucu bu kısım işgal rejimine teslim edildi. Fakat BM kararlarında İsrail’in, Kudüs’ün bu kısmı üzerindeki hâkimiyeti işgal olarak tanımlandı. İşgal rejimi ise her iki kısmını birleştirip tek şehir haline getirdiğini ilan ederek Kudüs’ün bu şekliyle yani “Birleşik Kudüs” halinde İsrail’in başkenti olduğunu iddia etti. Dolayısıyla Kudüs’ün işgal rejiminin başkenti olarak kabul edilmesi üzerindeki işgalin de meşrulaştırılması anlamına gelir. Trump’ın yapmak istediği de budur.
Normalde ABD’nin İsrail büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasına dair zaten bir kararı var. Fakat şimdiye kadar bu kararın uygulamaya geçirilmesi güvenlik gerekçeleriyle ertelendi. Şimdi Trump bu gerekçeyi geçersiz sayarak İsrail sefaretini Kudüs’e taşıma ve böylece hem bu şehri onun resmi başkenti olarak tanıma hem de üzerindeki işgalin tamamını meşru sayma konusunda ısrarlı olacağını ortaya koymaya çalışıyor.
Fakat güvenlik gerekçesi vakıayla ilgilidir ve geçersiz sayılabilmesi için bu konudaki endişelerin ortadan kalkmış olması gerekir. Ama ortadan kalkmış değildir ve Filistin halkı siyonist rejimin Kudüs üzerindeki gayri meşru işgalini meşrulaştırma amacıyla atılacak herhangi bir adıma duyarsız kalmayacaktır.
Siyonist işgalin Mescidi Aksa’yı bölme planıyla ilgili yasa tasarısını rafa kaldırmasının sebebi de güvenlik gerekçesidir. Bu gerekçe ortadan kalkmış olsa planını uygulamada tereddüt etmez.
Fakat unutmamak gerekir ki Kudüs bütün İslâm âleminin birlikte savunması gereken ortak bir değerdir. Buranın özgürlüğüne kavuşturulması da ortak bir sorumluluktur. Buranın üzerindeki gayri meşru işgalin meşrulaştırılması amacıyla atılacak her adım bütün dünya Müslümanlarını ilgilendirir. Ümmetin duyarlılığı da gerek işgalci siyonist rejimin ve gerekse ABD’nin cüretkâr adımlar atmasını engelleyecektir.
Trump’ın, ABD’nin zaten mevcut olan bir kararını uygulamaya geçirebilmesi işgalci siyonist rejimin “şartlar müsait gel” demesine bağlıdır. Ümmetin, Kudüs’ü savunma konusunda gayret içinde olan Filistin halkını yalnız bırakması da işgal rejimini böyle bir çağrı yapmaya yöneltebilir. Aksi takdirde asla öyle bir çağrı yapamaz. Çünkü şartlar ABD’den önce işgal rejimi açısından riskli olacaktır.
Yeni Akit