AB Ülkeleri Suriye Devrimine Nasıl Bakıyor?

Esed'in zulmünü eleştirmelerine rağmen Avrupa Birliği ülkeleri Suriye Devrimine ve muhaliflere neden mesafeli duruyor?

HAKSÖZ-HABER

Suriye'de yaklaşık 20 aydır devam eden devlet terörüne ilişkin uluslararası kamuoyunun duyarsızlığı devam ediyor. Almanya'da yayınlanan Perspektif dergisindeki yazısında Taner Doğan, AB (Avrupa Birliği) ülkelerinin genel anlamdaki Suriye Devrimi sürecine ilişkin tutumlarını aktarıyor. Doğan, Avrupa'nın muhaliflere mesafeli durmasının arkaplanına da dikkat çekiyor:

Avrupa Birliği'nin Suriye Politikaları

Taner Doğan / Perspektif Dergisi

Uluslararası toplumun Suriye’de yaşanan trajediye sessiz kalmasına benzer şekilde, Avrupa Birliği’nin de genel anlamda yaptırım ve sözlü açıklamalarından öteye gitmeyen bir politika izlediği görülmektedir. Son olarak 15 ekimde bir araya gelen AB dışişleri bakanları Suriye’ye karşı bundan önce alınan yaptırım kararlarına ek olarak, Suriye Merkez Bankası’nın AB’deki bütün banka hesaplarının ve finansal işlemlerinin dondurulması, Esad’a yakın olan 28 kişinin AB sınırlarına seyahat, Suriye devletinin resmi havayolu şirketi olan Suriye Arap Havayolları’na AB’ye uçuş ve 55 Suriyeli şirketle AB içerisinde ticaret yasağı getirmesi, bugüne kadarki en sert yaptırımlar olarak belirlendi. Böylece Esad’ın ve rejim yanlılarının hareket alanını kısıtlayarak ortak bir tavır sergilenmiş oldu.

 

Fransa’nın tutumu

Her ne kadar bu tarz yaptırım kararları alınsa da, AB’nin özelde Suriye, genelde Arap Baharı’yla ilgili bir duruş sergilememesi AB içinde bulunan İngiltere, Fransa ve Almanya gibi söz sahibi ülkelerin bölgeye dair tutumlarının incelenmesini gerekli kılmaktadır. Fransa ve İngiltere’nin Libya konusundaki hassasiyetini Arap uyanışını yaşayan diğer ülkelerde görememek, çıkar politikasının ne denli ön planda olduğunu göstermektedir. NATO müdahalesiyle birlikte Fransa, İngiltere ile birlikte ilk safta yerini almış, Kaddafi’nin devrilmesiyle ülkeye ‘özgürlük’ getirmenin reklamını yaparak, ülkenin yeniden şekillendiği bir dönemde söz sahibi olmak için kolları sıvamıştır. Ancak Fransa ve İngiltere’nin başını çektiği operasyonun özgürlük adına gerçekleşip, asıl nedeninin ülke ihracatının yüzde 90’ını sağlayan petrol olduğunun altını çizmek gerekir.

ABD’nin Irak işgalindeki amacı, Fransa’nın Libya’yı kıskaca almasıyla örtüşmektedir. Suriye’de ise doğal kaynakların ön planda olmaması, buna binaen ülke içindeki mezhepsel, dinî ve etnik farklılıkların belirginleşmesi birçok ülkenin Suriye’yi ‘özgürleştirmesine’ mani olduğu gibi, Fransa’nın da temkinli yaklaşmasına sebep olmaktadır. Ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, “muhalefete verdiğiniz silahların nereden çıkacağını bilemezsiniz“ diyerek, Libya’daki tecrübesinden dolayı muhalifleri silahlandırmaya sıcak bakmamaktadır.

 

Suriye’nin bölünme tehlikesi

Alman Ortadoğu uzmanı Michael Lüders, “Şam yönetiminin yerini neyin alacağı hakkında kimsenin fikri yok. Muhtemelen Suriye parçalanarak çeşitli etnik ve dinî gruplara ve onların nüfuz bölgelerine ayrılacaktır“ tahmini Suriye’nin önünde bulunan olası tehlikeyi özetler niteliktedir. Ülkenin bölünme tehlikesiyle karşı karşıya olması, AB ülkelerinin temkinli yaklaşmasının ana sebeplerindendir. Özgür Suriye Ordusu’nda ibrelerin ekseriyetle İslamcıları göstermesi, Kürtlerin Suriye’nin kuzeyine hakim olmaları, rejim karşıtı Nusayri ve Hristiyanların İslamcılarla aynı çatı altında birleşemeyip ayrı bir muhalif kanadı oluşturmaları, bunun haricinde Dürzî ve Türkmenler gibi azınlık grupların varoluşu, Suriye’deki gerek muhalifler arası, gerekse rejim yanlılarının parçalanmış tablosunu ve post-Esad döneminde  yaşanacak olan çözümsüzlükleri özetlemektedir. Dolayısıyla ülke içindeki ayrışımlar ve dışarıdan yapılacak olan müdahale, şu anki durumdan ziyade Esad sonrası süreci zora sokmaktadır. Bu da ülkelerin sözlü tutumdan ziyade aksiyoner politika izleyerek risk almalarını engellemektedir. Almanya Suriyeli mültecileri kabul etmek istemiyor Suriye’deki krizin başlamasıyla birlikte Alman hükümeti Esad’ın görevi bırakması gerektiğini savunanların başında gelmiş, Türkiye’nin Suriye politikası gerek ABD, gerekse Almanya tarafından açık bir şekilde desteklenmiştir. Akçakale’de yaşanan son saldırının ardından Başbakan Merkel, Türkiye’nin yanında yer aldıklarını açıklayarak olası savaş durumunda Türkiye’nin saldırma hakkı olduğunu dolaylı olarak vurgulamıştır. Ancak Suriyeli mültecilerin Türkiye ve Ürdün’deki kampların yetersizliğinden dolayı Avrupa ülkelerine sığınmaları konusunda Alman Dışişleri Bakanı Westerwelle’nin temkinli yaklaşıp, komşu ülkelere kaçan mültecilere yapılan 22 milyon avroluk gıda ve ilaç yardımıyla yeterince yardım yaptıklarını savunması, ciddi sorumluluk üstlenmek istemediğini açıkça göstermektedir. SPD ve Yeşiller ise Almanya ve diğer AB ülkelerinin mültecileri koşulsuz kabul etmeleri gerektiği konusunda hükümeti göreve çağırarak bu konuda net bir pozisyon sergilemiştir.

 

İngiltere Suriyeli muhaliflerle görüşüyor

İngiltere de Fransa ve Almanya gibi sözlü açıklamalarla Esad’ın karşısında yer aldığını her ortamda ifade etmektedir. 27,5 milyon pound gıda ve ilaç yardımı yaptıklarını açıklayan İngiliz Dışişleri Bakanı Hague, Özgür Suriye Ordusu’yla irtibat içinde olduklarını belirterek Almanya’ya nazaran daha belirgin bir safta yer aldıklarını göstermektedir. İngiltere, diğer AB ülkelerine nazaran Suriye konusunda entelektüel platformlarda toplantı, panel ve konferanslar düzenleyerek, bilhassa post-Esad dönemiyle ilgili şimdiden yoğun bir çalışmanın içinde bulunmaktadır. Son olarak İngiltere’nin önde gelen üniversitelerinden olan LSE, eylül ayı ortalarında yoğun bir Suriye paneli düzenleyerek gerek şu anki iç savaş, gerekse post-Esad dönemiyle ilgili, Suriyeli ve uluslararası akademisyenler ve siyasetçilerle yüzlerce katılımcıyı ülkede yaşanan ve yaşanacak olan olaylar konusunda aydınlatmaya çalıştı. Bu tarz toplantılar bir zamanlar üzerine güneş batmayan imparatorluğun Ortadoğu konusundaki hassasiyetinin devam ettiğini ve bölgede söz sahibi olmak istediğinin açık bir göstergesi olarak yorumlandı.

 

AB kendi sorunlarına odaklanmış durumda 

AB’nin genel Suriye politikasına baktığımızda, konuyla çok yakından ilgilenmediğini, Yunanistan, İspanya ve İtalya’nın içinde bulunduğu ekonomik buhrandan dolayı merceği kendi iç sorunlarına odakladığını görmekteyiz. Türkiye ise, Suriye’nin en önemli komşusu olması hasebiyle ülkedeki krizle ilgili ön planda olan ülkelerin başında gelmektedir. ABD’de Obama’nın seçimlere odaklanması, Suriye krizinin Türkiye üzerinden çözülmesi noktasındaki düşüncelerin artmasına yol açmaktadır. Elbette bu fikir, kör düğüm haline gelen Suriye krizinde hiçbir global aktörün kendini ateşe atıp yalnız kalmak istememesinden kaynaklanmaktadır. Rusya ve İran’ın rejimi doğrudan silahla desteklemesi, Rusya ve Çin’in BM’nin olası müdahalesine karşı Esad’ı koruması, AB’nin de sessizliğe bürünmesine sebebiyet vermektedir. ABD’de kasım ayında düzenlenecek olan seçimlerin ardından Suriye konusunda harekete geçip geçmemesi merak konusu olmakla beraber, olası bir müdahale durumunda AB ülkelerinin, Libya’da olduğu kadar olmasa da, ABD’nin yanında yer almasına kesin gözüyle bakılıyor. Bu nedenle uluslararası toplumun Suriye konusundaki gözleri, bir yandan Rusya’nın tutumunu değiştirmesine, diğer yandan ABD’deki seçimlere odaklanmış durumda. AB’nin şimdilik risk almadan sadece yaptırım kararları alması, müdahil olmadan müdahil olduklarını açıkça göstermektedir. Soğuk Savaş döneminde iktidara gelen ülkelerdeki baskı ve şiddet yanlısı otoriter yapıyı pekiştiren liderlerin Arap Baharı’yla birlikte yerini İslamcı hareket ve partilere bırakması, post-Esad döneminde oluşacak olan yeni portrenin habercisi olmaktadır. Böyle bir durumda AB’nin şimdilik Suriye meselesine seyirci kalıp, iç savaşın uzamasıyla beraber İslamcıların güç kaybına uğrama olasılığını yükseltmesini de yine Kıta Avrupası’nın Suriye politikası bağlamında değerlendirmek gerekiyor.

 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!