Doç. Dr. Mustafa Özalp Avrupa’da yükselen enerji fiyatlarını AA Analiz Masası’na değerlendirdi:
Sanayi devriminin ardından sürdürülebilir büyüme ve kalkınmanın temeli olan enerjinin önemi, liberalleşme ve küreselleşmenin hızlanmasıyla birlikte günümüzde de artarak devam ediyor. Ancak 2021 yılının sonuna doğru özellikle Avrupa Birliği (AB) bünyesinde, genel olarak da tüm dünyada enerji fiyatlarının ani yükselişine şahitlik oluyoruz.
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınından dolayı 2020’de enerji talebinde büyük düşüşler meydana geldi. Bu düşüşle 2020 yılının Nisan ayında petrolün varil fiyatı 25 doların altına kadar indi. Bu durum, başta Rusya, Kazakistan, Sudi Arabistan ve İran olmak üzere milli gelirlerinin büyük bir kısmı enerji ihracatından elde edilen gelirlere bağımlı olan ülkeleri derinden sarstı.
Öte yandan 2020’de talepte yaşanan düşüş nedeniyle enerji fiyatlarının aşağı yönlü seyir izlemesi, başta Almanya ve Türkiye gibi tükettiği enerjinin büyük bir kısmını ithalat yoluyla karşılayan ülkelerin lehine oldu. Fakat salgının etkilerinin azalmasıyla, ekonomilerde yaşanan toparlanma, enerji arzının artan talebi karşılayamaması, büyük bir krizi beraberinde getirdi. Dolayısıyla ekonomileri enerji ithalatına bağımlı ülkelerin kısa süreliğine elde ettikleri fiyat avantajı, şiddetli bir dezavantaja dönüştü.
Arz-talep döngüsü çerçevesinde enerjinin fiyatı, güvenliği ve bağımlılığının kontrol altında tutulması için, devletlerin dikkat etmeleri gereken en önemli beş husus: Enerjinin; güvenli kaynaklardan, güvenli güzergahlardan, makul fiyata, çevreye duyarlı ve sürdürülebilir şekilde tedarik edilmesidir. Aksi taktirde devletlerin “ulusal ve uluslararası güvenlikleri ile sürdürülebilir-büyüme ve kalkınmaları” tehlikeyle karşı karşıya kalabilir.
Enerji fiyatlarının yükselmesinin sebepleri
2021 yılının son çeyreğine doğru dünya ekonomilerindeki yoğun hareketlilik, enerji arzının talebi karşılayamamasını beraberinde getirdi. Bu durum fiyatların yükselişini tetikledi. Diğer taraftan 2020’de dünya genelinde enerji piyasalarına yapılan yatırımın büyük bir kısmı yeşil enerjiye ayrıldı. Yeşil enerji kaynaklarının üretim kapasitesi sabit ve hızlı bir talep artışına ivedilikle cevap veremeyecek durumda olduğundan, dünya genelinde enerji kıtlığı yaşandı.
Nitekim enerji fiyatlarının artacağı bu yılın başlarında da fark edilmişti. Buna istinaden ABD, OPEC+ ülkelerinden 2020 yılının Ağustos ayında petrol üretimlerini arttırmalarını talep etti. Eylül ayında toplanan OPEC+ ülkeleri ABD’nin bu yanıtına olumsuz yanıt verdi.
AB ülkelerinin almaya çalıştığı önlemler
AB ülkeleri içerisinde özellikle yeşil enerjiye önem veren çevreler, Baltık Denizi içerisinden Almanya’ya gaz taşıma projesi Kuzey Akım 2’yi, Rusya’nın enerji kartını AB’ye karşı bir silah olarak kullandığını dile getiriyor. Ayrıca, AB enerji piyasalarındaki yukarı yönlü yükselmeden Rusya’yı sorumlu tutuluyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ifadesine göre ise enerji fiyatlarının AB’de yükselmesinin sebebi; bazı AB ülkelerinin geçmiş yıllarda süresi dolan enerji kontratlarını yenilememiş olmalarından kaynaklanıyor. Putin’e göre Rusya, mevcut anlaşmalar kapsamında AB’ye ihraç edebileceği maksimum kapasiteyi transfer ediyor. Kapasite artırımı için yeni kontratlar imzalanması gerektiğine dikkat çeken Putin, diğer bir ifadeyle devreye alınması gereken Kuzey Akım 2’nin önemini vurguluyor.
Kuzey Akım 2 projesinin bitişinin salgın sonrasındaki hızlı ekonomik toparlanmaya denk gelmesi, Rusya’nın özellikle AB karşısında “bir taş ile iki kuş” vurmasını sağladı.
Her AB ülkesinde farklı oranda yükselen elektrik ve doğalgaz fiyatları, genel olarak tüm birlik üyelerinin üstesinden gelmek için yoğun mesai harcadığı önemli bir kriz haline geldi. 2021 yılının Ocak ve Ekim ayları arasında AB doğal gaz ithalat fiyatı yaklaşık 5 Btu’dan, 31,5 Btu’ya çıktı (ABD doları cinsinden).[1]
AB birlik olamıyor
İçerisinde bulunulan bu krizi çözebilmek için birlik bünyesinde ortak bir noktada buluşulamadığı görülüyor. Tıpkı salgının başlangıcında yaşanan maske savaşlarında olduğu gibi her üye kendi pozisyonuna göre önlemler alınması gerektiği yönünde dayatmalarda bulunuyor.
AB Komisyonu’nun 13 Ekim 2021 tarihli açıklamasında, birlik bünyesinde toplu enerji alımı, toplu büyük depolama tesislerinin kurulması ve toplu fiyatlandırılmasını barındıran bir paket (Toolbox/Werkzeug-Kasten) öneriliyor. AB Enerji Komiseri Kadri Simson’a göre bu yönde oluşturulabilecek bir stratejiyle fiyat dalgalanmalarından kaynaklı yaşanabilecek krizler daha kolay önlenebilir. Komisyonun devam eden tavsiyeleri ise doğrudan ödemeler, vergi indirimleri, sübvansiyonlar ve dar gelirlilere yönelik ödemeleri içeriyor. [2] Bu görüşü Almanya Şansölyesi Angela Merkel “Birlikte alalım, yoksa yeni bir yol bulalım” şeklinde desteklerken, birliğin bazı üyeleri aynı görüşte değil. Fransa ise fakir olan hane halklarına kişi başı 100 avro ödemeyi taahhüt ederken, elektrik ve doğal gaz fiyatlarının birbirinden bağımsız bir şekilde hesaplanması görüşünde [3]. Dünyada en fazla nükleer santrale sahip Fransa, elektrik enerjisinin yaklaşık yüzde 85’ini atom enerjisinden tedarik ederken, birlik içerisinde atom enerjisinin payının artması için baskılarını sürdürüyor. Zira Avrupa’da inşa edilecek nükleer santral projelerinden Fransa’nın kazanımlarının daha da artacağı düşünülüyor.
Macaristan Başbakanı Viktor Orban ise AB’nin 2018’de devreye aldığı Yeşil Mutabakat (Green Deal) fikrine kesinlikle karşı çıkarak, CO2 emisyonları için birlik üyelerinin ödemiş olduğu yüksek ücretlerin (emisyon ticareti), enerji fiyatlarında artışa neden olduğunu savunuyor [4]. Fakat Almanya ve Avusturya bu tutuma şiddetle karşı çıkıyor.
İspanya’ya göre, AB’de tek seslilik veya dışarıya karşı tek bir ağızdan konuşabilmek için Birlik bünyesinde ortak gaz rezervleri oluşturulmalı; yani birlik ilgili kaynaklardan toplu alım yapmalıdır.
Farklılaşan çıkarlar
AB’deki devletlerin enerji arzında kullandığı kaynaklar oldukça farklılık gösteriyor. Örneğin, Fransa yaklaşık 60 civarındaki nükleer santraliyle kıta içerisinde ve dünyada birinci sırada. AB’de Fransa’dan sonra Belçika ve Slovakya nükleer enerjiden en fazla istifade eden ülkeler. Bu nedenle bu ülkelerin öncelikleri nükleer enerjiden yana. Diğer taraftan Avusturya, Portekiz gibi ülkeler yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı bakımından önde gelen ülkelerken. Polonya, Çekya ve Yunanistan gibi ülkelerde enerji üretiminde katı yakıt kullanımı ön planda. Diğer birlik üyelerinden Hollanda önemli bir doğal gaz, Danimarka ise petrol üreticisidir. [5]
Günümüzde salgın nedeniyle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük enerji şokları yaşanıyor. Daha yaşanabilir bir dünya oluşturabilmek için AB’nin 2030 yılında karbon emisyonlarını yüzde 55 oranına indirmeyi ve 2050’de de sıfır karbon emisyonlu bir kıta haline gelmeyi hedeflemesi önemli bir duruş. Bu duruş dünyadaki karbon emisyon salınımı oldukça yüksek olan Çin, ABD ve Hindistan gibi ülkeler tarafından dikkate alındığında, dünyadaki ortalama sıcaklık artışı 1,5 derece ile sınırlandırılabilecek.
Sonuç olarak, bahsedilen sebeplerden ötürü enerji konusunda AB içerisinde ortak bir tutum benimsenemiyor. Her üyenin kendi çıkarlarını gözeterek hareket etmesi, bu karmaşanın yakın zamanda çözülemeyeceğini gösteriyor.
***
[Doç. Dr. Mustafa Özalp, Yozgat Bozok Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.]