Önce 90'ları hatırlayalım... Turgut Özal Cumhurbaşkanı ve terörü bitirmek için yoğun temaslarda bulunuyor. 1993 yılı Mart ayında, Celal Talabani'nin aracılığı ve baskılarıyla, Abdullah Öcalan Ankara'ya bazı taahhütlerde bulunuyor: “Silahlı eylemi durduracağım. Türkiye'nin bölünmez bütünlüğünü kabul ediyorum. Teröre hayır, terörizmi kınıyorum. Kanunlara uyacağım. Parti faaliyetlerini demokrasi ve meşruiyet sınırları içerisinde yürütmeyi kabul ediyorum.” Öcalan, bu taahhüdüyle birlikte sözde ateşkesi de açıklıyor.
İşte tam da bu sırada, 17 Nisan'da Turgut Özal vefat ediyor. Demirel Cumhurbaşkanı, Tansu Çiller Başbakan oluyor. 23 Mayıs'ta ise, Bingöl Elazığ yolunda tezkere almış 33 askerimiz şehit ediliyor.
Terör, sona erdirilmeye en yakın olduğu bir anda, zirveye tırmanıyor. Öcalan sözde ateşkesin sona erdiğini duyuruyor. Van'da Yenigün Oteli kundaklanıyor, 11 kişi ölüyor; Şırnak Çelik Karakolu basılıyor, 16 şehit; Başbağlar'da 33 köylü öldürülüyor; Kısıklı Karakolu'nda 5 şehit; Serbest Karakolu'nda 10 şehit; Mutki'de minibüs taranıyor 15 kişi ölüyor; Sultantopu Karakolu'nda 14 şehit. DEP Milletvekili Mehmet Sincar'a suikast; Elbistan'da otobüs taranıyor, 10 kişi ölüyor; Şirvan'da köy basan PKK 23 köylüyü öldürüyor; Siirt Derince Mezrası'nda çoğu çocuk 22 kişi, Yavi beldesinde 35 kişi katlediliyor; Pirinçeken'de 10, Üzümlü'de 7, Kılavuzköy'de 12 asker şehit ediliyor...
Özal'ın girişimlerine zaten sıcak bakmayan askerler ve Demirel'in yerine Başbakan olan Tansu Çiller kabinesi, artan şiddet karşısında sert bir yol izlemeye başlıyorlar. 3 Mart 1994'de DEP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılıyor ve tutuklanıyorlar.
Teröre karşı güvenlik tedbirleri en üst seviyeye çıkıyor. Neredeyse her Kürt'e PKK'lı gibi davranılıyor. Faili meçhuller artıyor, köyler boşaltılıyor, yakılıyor. Köylülere işkence yapılıyor. Beyaz Toros'lar, devlet eliyle suçun simgesi haline geliyor.
Güvenlik tedbirleri adeta bölgede devlet ve PKK arasında sıkışan Kürtleri PKK'ya doğru iteklemeye başlıyor. Terör örgütüne sempati ve destek daha da artıyor. 15 Şubat 1999'da, Öcalan Türkiye'ye teslim edilinceye kadar, kelimenin tam anlamıyla Türkiye'de kan gövdeyi götürüyor.
Her ne kadar propaganda aygıtı terörün kanlı yüzünü örtüp devletin yanlış politikalarını öne çıkarsa da, 90'lar, Türkiye'nin en kanlı, en karanlık yıllarıydı.
Bugün de, Türkiye'nin terörle mücadelesi konuşulurken, o propaganda aygıtı devreye giriyor ve hemen “90'lara döndük” eleştirisi yapılıyor.
2015'te Suruç'ta 2 polisimizin şehit edilmesiyle başlayan süreç, PKK'nın şiddet dozu artan, kimi zaman meskun mahallere de yayılmaya çalışılan kanlı eylemleriyle devam ediyor. Bunun karşısında da devlet, en sert tedbirleri alıyor.
Ancak, vicdanı olan herkes, Türk de, Kürt de, bugün verilen mücadelenin hukuk içinde, güvenlik-özgürlük dengesinde, insan haklarına saygı çerçevesinde, çok büyük bir hassasiyetle verildiğini görüyor.
Bugün, 90'lardan farklı olarak, terörle sadece güvenlik boyutuyla değil; sosyal, siyasal, diplomatik, kültürel ve ekonomik anlamda da kararlı bir mücadele var.
Faili meçhullere, işkenceye tolerans yok. Bölge halkının mağdur olmasına izin verilmiyor, mağduriyetler de hızla gideriliyor.
“AB ne der? STK'lar ne yapar? Medya ne yazar?” gibi popülist kaygılar da yok. Türkiye, 90'ların tersine, insan haklarına riayet ediyor, ifade özgürlüğünü koruyor. Ancak, teröre destek olan, terörü perdeleyen kim olursa olsun, korkmadan, çekinmeden üzerine gidiyor ve hukuku işletiyor.
Yine 90'ların tersine, terörün sadece silahlı unsurlarıyla değil; siyasetteki, bürokrasideki, medyadaki unsurlarıyla da hukuk içinde mücadele veriliyor.
90'lı yıllarda, TSK, Emniyet ve yargı içinde hem derin devlet, hem de Fetullahçılar vardı. Terörü bitirmek için değil, terörü büyütmek için çalışan bu unsurlar büyük oranda etkisiz hale getirildiler. Özellikle, PKK'nın kardeş örgütü FETÖ bürokrasiden temizlenerek terörle mücadelede yeni bir sayfa açıldı.
HDP'lilerin tutuklanmasının da DEP milletvekillerinin tutuklanmasına benzer hiç bir yanı yok. Son derece şeffaf biçimde hukuk işletiliyor. HDP kapatılmadı, faaliyetlerini sürdürüyor.
Yaşadığımız süreç, hiç bir boyutuyla 90'lara benzemiyor. En somut delili de şu ki, 90'larda PKK'ya doğru itilen Kürtler, bugün PKK'dan uzaklaşıyor, devlete yakınlaşıyor. AK Parti hükümetleri döneminde yapılan reformlarla ve yatırımlarla hayatın değiştiğini, kardeşliğin güç kazandığını, devletin kabuk değiştirdiğini Kürtler de görüyor.
90'larda askeri ve polisi görünce evine saklanan çocuklar, şimdi askere, polise koşup kucaklaşıyorlar. 90'larda “Beyaz Toros” görüp korkanlar, şimdi askerin, polisin aracını görünce derin bir nefes alıyorlar.
Türkiye'nin terörle mücadelede 90'lara döndüğü iddiası haksız, mesnetsiz, vicdansız bir söylem; aynı zamanda, terörün tükendiğini görerek kaygılananların ürettiği kara propaganda söylemi.
Türkiye 90'lara dönmüyor; tam tersine, yönü 2023'e dönük şekilde, Kürtlerin de artık “edi bese, yeter artık!” dedikleri terörü ve bataklığını kurutuyor.
Yeni Şafak