Dün 11 Eylül idi. Malum, ABD’deki İkiz Kule eyleminin 9. yıldönümü.
Olayların hemen sonrasında yapılan değerlendirmeler, tüm bilgiler elinizde olmadığı için, çoğu zaman gerçekle pek örtüşmeyebiliyor.
Yıllar geçtikten sonra, yaşananları yan yana koyarak, daha iyi bir değerlendirme yapmamız mümkün olabiliyor.
Bu değerlendirmede, şunu çok rahat olarak söyleyebiliriz ki; 11 Eylül eyleminin mağduriyet rüzgarı ile Irak’ı işgal eden ABD’nin bir numaralı gerekçesi olan nükleer silah iddiası, tamamen fiyasko çıktı.
Daha doğrusu, palavra çıktı.
Gerçekten de, 11 Eylül eyleminden sonraki 2 yıllık süreçte yaşanan “Girdi, girecek” tehdit ve baskıları, ABD’nin Irak’a 2003’te girişi ile sonlanmıştı. Ama o günden bu yana 6 yıl geçmiş olmasına rağmen, Irak’ta nükleer silah namına tek bir bulgu elde edilemedi.
Nükleer silah bulundurma hakkı vardır-yoktur tartışması ayrı.
ABD’nin varsa, bir başka ülkenin de bu silaha sahip olmasının bence hiçbir mahsuru yok.
Hele hele İsrail’in varsa, yeryüzündeki tüm devletlerin de bu silaha sahip olmasının bir hak olduğuna inananlardanım.
Ama, Irak’ta nükleer silah bile yokken, “var” diye takdim yapılıp, o toprakların işgaline bahane edilmesi, dünyadaki zulüm sistemi hakkında bize çok net bilgi vermektedir.
Bizlere süper devlet olarak tanıtılan bir ülke, tüm dünyaya yalan söyledi.
İşgalin bir numaralı gerekçesi olarak sunduğu “Irak’ın elinde nükleer silah var,kimyasal bombalar var” iddiaları, 6 yıllık işgal sürecinde ispatlanamadı.
“İnsanlar da hata edebilir, devletler de hata edebilir.ABDde, Irak’ta nükleer silah olduğuna ilişkin iddiasında hata etmiş demek ki!” diyebilirsiniz...
Ama bu durumda da, insanların hata etmesi halinde nasıl ki üçüncü şahısların zararları tazmin ediliyorsa, burada da Irak’ın tüm zararlarının ABD tarafından tazmin edilmesi gerekirdi.
Var mı böyle bir ihtimal?
Yok.
Tam aksine, ABD kendisine tazminat almanın peşinde.
11 Eylül olayları, bize bir gerçeği daha gösterdi.
Hani diyorlar ya.. “Süper devlet, sizi binanızın içinde bile izliyor. Uydular vasıtası ile, istediği noktayı, 24 saat takip edebiliyor!”
Adeta ilahlık taslayan bu beşeri yapının iddiası doğru ise, ABD’nin kendisine bir numaralı düşman ilan ettiği Usame Bin Laden’in niye bulunamadığı sorusu, cevaplanamıyor!
Düşünebiliyor musunuz, yüzbinlerce asker ile kendisinden binlerce km. uzaktaki ülkeleri işgalden hiç kaçınmayan bir süper devlet(!), bir sivil insanı bulmakta başarısız kalıyor.
Bulunmasını istediğim için değil...
ABD’nin süper devlet olma iddiasının ciddiyetini sorgulama açısından bunu ifade ediyorum.
Demek ki, her şey, maddi anlamdaki güç ile hallolmuyormuş!
11 Eylül’ün bize gösterdiği bir gerçek daha var.
Yaşananları; birkaç yıllık gelişmeleri inceleyerek değerlendirdiğimizde, “İyi polis-kötü polis oyunu”nun, sadece karakollarda değil, devlet yönetimlerinde de geçerli olduğunu görüyoruz.
11 Eylül’de Bush, kötü polisi oynadı.. Eylem sonrasında Irak’ı işgal ile Müslümanlara yönelik sert icraatlarla kötü polis rolü tamamlanınca, Obama devreye girdi.
Şimdi Obama ise iyi polisi oynuyor ve Başkan olmasının hemen ardından, ABD askerini Irak’tan geri çekiyor.
Ama aynı ABD askeri, Afganistan’da kalmaya devam ediyor.
İsrail’in Filistin’deki katliamlarını fiilen destekliyor.
Mavi Marmara gemisinin, hiçbir hukuk kaidesi ile izah edilemeyecek şekilde işgal edilmesi, o gemideki insanların öldürülmeleri, buna dünyanın sessiz kalması, aslında “iyi polis” döneminde de hayatımızda ciddi bir değişiklik olmadığını bize gösteriyor.
Demek ki, “kötü polis-iyi polis” oyunu, olay bazında gerçekleşiyor ve uluslararası arenada da fiilen uygulanıyor.
11 Eylül olayları, cevaplanamayan onlarca sorusu ile, bize şu gerçeği de gösterdi: “Her ülkede, bir derin yapı mutlaka var!”
Türkiye’de de var!
ABD’de de var!
Önemli olan, bu derin yapılardan kurtulma arzusu.
VAKİT