‘9 Mart’ Ölmedi Kalbimizde Yaşıyor!

‘9 Mart 1971 Devrimi’nin müstakbel anayasasını okuduktan sonra; günümüzde de ‘9 Mart’ın ‘devrimci ruhu’nun aramızda yaşamadığını söylemek mümkün müdür acaba?

CEMİL KOÇAK / STAR

9 Mart’ın darbeci kadrosu, ordunun en yüksek komuta kademesinde görev alanların önemli bir kısmıydı. En başta Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, ardından da Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur. Hemen fark edileceği gibi, 9 Mart’ın ilham kaynağı elbette 27 Mayıs’tı. Fakat bu kez 27 Mayıs’tan çok önemli bir fark da vardı. Bu fark, darbenin genç subayların kendi başlarına yapacakları bir iş olmaktan çıkarılması ve ordunun emir-komuta zinciri içinde geçekleştirilmesiydi. Bu bakımdan darbede yüksek rütbeli komutanlar kilit önemdeydi.

 

 

Faruk Gürler’in pozisyonu

9 Mart’ın beyni sayılan isimlerden Celil Gürkan, muhtıradan sadece on beş yıl sonra, 1986 yılında yayınlanan ’12 Mart’a Beş Kala’ adlı anılarında; Gürler’in o dönemde Türk Silâhlı Kuvvetleri içinde “sahip bulunduğu popülarite”nin diğer komutanlarla karşılaştırıldığında, onlarla “oranlanamayacak ölçüde geniş” olduğunu belirtmektedir. Bu bakımdan Gürler’in cunta içinde yer alması çok önemliydi. Gürkan, onun hakkında şunları yazacaktır:

“Hemen hemen bütün yayınları izler, aydın ve ilerici bir kişiliğe sahipti. Bu arada, laiklik ilkesine büyük önem verir; devletçiliğe inanırdı. Yasakçı değil; özgürlükçü idi. Özgürlükten yana idi. Çeşitli vesilelerle Doğan Avcıoğlu’nun kitabının [Türkiye’nin Düzeni] ‘baş ucu kitabı’ olarak daima el altında olduğunu söylemekten geri durmazdı.” Gerçekten de, Gürler’in daha o zaman Avcıoğlu’nun bu ünlü kitabı için; yanındaki kurmay subaylara dönerek, ‘bu kitabı okumamış olan kurmayı eksik sayarım’ dediğini ben bile duymuştum!

Gürkan, Gürler’in nasıl olup da, 12 Mart muhtırasında ve sonrasında, ‘karşı cephe’de gönüllü olarak yer aldığını görünce sadece şaşıracaktır! Bunu anılarında yer alan pek çok satırda görebiliyoruz. Onun gerçek görüşünü anlayamamış olmalarını ise; birkaç nedene bağlamaktadır. Şöyle yazıyor: “Belki çekingendi.” “İki arada bir derede idi.” Tutumu “ikircikli”ydi. Ama ondan vazgeçmeleri de mümkün değildi; çünkü, “o günkü koşullarda içimizde ve başımızda olan Gürler gibi popüler bir Kara Kuvvetleri Komutanı’nı devre dışı bırakmak kolay değildi. Kaldı ki, iyi niyetimiz de buna engeldi.” Herhalde Gürkan, 12 Mart muhtırasından hemen sonra ordudan emekli edildiğinde, ‘cehenneme giden yolun iyi niyet taşlarıyla döşenmiş olduğu”nu hatırlamıştır!

Genelkurmay Başkanı Tağmaç

Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın durumu da kritikti. Onun darbeye destek vermesi, cuntanın gücünü ve hareket alanını büyük ölçüde genişletecek ve kolaylaştıracaktı; ne var ki, Tağmaç, ortalarda bir yerdeydi. Tam olarak nerede durduğunu anlamak güçtü. Gürkan, bu bakımdan ondan şikâyetçiydi.

Muhsin Batur: şahin kanadın sözcüsü

Oysa, tam aksine, Hava Kuvvetleri Komutanı Batur, “hava kuvvetleri içinde tutuluyor, güveniliyordu.” Batur, darbenin önde gelen ismiydi. Gürkan açısından, 12 Mart muhtırasından sonra onun da tutum değiştirmiş olması, affedilemezdi. Onun yıllar sonra anılarında yazdığı gibi, gelişmelerden pek de haberdar değilmiş gibi bir tutum takınmış olmasına çok içerlemiş olmalıydı. Nitekim Gürkan’ın anıları, esas olarak Muhsin Batur’un 1985 yılında yayınlanmış olan “Anılar ve Görüşler (Üç Dönemin Perde Arkası)” kitabına adeta bir yanıt olarak kabul edilebilir.

Gürkan, onun hakkında da şöyle yazacaktır: “Karargâh içinde kurulan ‘gizli örgüt’le resmî başlıklı, tarih ve sayı verilmiş yazışmalar yapabilen, sonra da yakın arkadaşlarını, devirdiği hükûmetin başbakanı ile birlikte emekliye ayıran bir kuvvet komutanına herhalde ‘ihtilâller tarihi’nde ilk kez rastlanmaktadır.”

 

 

DEŞİFRE OLAN BİR DARBE PLANIYDI

9 Mart’ın 44. yıldönümüne geldiğimizin acaba kaç kişi farkında?

Dahası; gençler arasında, bu tarihin diğer takvim yapraklarından ne farkı olduğunu söyleyebilecek kaç kişi var?

Bu arada; 9 Mart’ı ruhunun derinliklerinde yaşatanları da unutmak haksızlık olur tabiî…

 

YA BUGÜN…

‘9 Mart 1971 Devrimi’nin müstakbel anayasasını okuduktan sonra; günümüzde de ‘9 Mart’ın ‘devrimci ruhu’nun aramızda yaşamadığını söylemek mümkün müdür acaba? Şöyle iyi bakın lütfen; televizyon ekranlarına; günlük gazete köşelerine; yazılanların ve söylenenlerin satır aralarına, iyi bakın lütfen… ‘9 Mart’ın pek çok kalpte yaşadığını gerçekten de görmüyor musunuz? Kimbilir, belki de CHP’nin önümüzdeki seçimde

kullanacağı şarkı; “Bana her şey 27 Mayıs’ı hatırlatıyor’ da olabilir. Nereden mi biliyorum; Muhsin Batur’un emekli olmasından sonra, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından 1974 yılında kontenjan senatörlüğüne atanmasının ardından, CHP’ye katılmasından ve 12 Eylül 1980 öncesinde sonu gelmez Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde, CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olmasından desem; bilmem ki, gençler bana inanır mı?

‘DEVRİM ANAYASASI’

Şimdi de 9 Mart’ın ertesi günü yürürlüğe girmesi beklenen ‘devrim anayasası’na bir göz atalım isterseniz… Anayasaya göre; Türkiye, ‘devrim ilkelerine dayanan halkçı, devletçi, laik, millî ve sosyal devrimci bir devlet” olacaktı. “Egemenliğin kullanılması” ise, “devrim ilkelerine aykırı” olamayacaktı. “Yasama yetkisi, Devrim Konseyi ve Devrim Meclisi tarafından” kullanılacaktı. “Yürütme görevi, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine” getirilecekti. “Yasama organı, Devrim Konseyi ve Devrim Meclisi” idi. “Devrim Konseyi, devletin en yüksek karar organı” olacaktı.

Devrim Konseyi, “çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış bir Türkiye yaratılması ile görevli ve sorumlu”ydu. “Konsey, bu sorumluluğu Türk halkı ve devrim kuruluşları ile” paylaşacaktı. Devrim Konseyi’nin yetkileri ise şöyle saptanmıştı: “Devrim Meclisi’nce kabul edilen kanun, tasarı ve tekliflerinin müzakeresi, kabulü, reddi ya da değiştirilerek kabulü.” Demek ki, konsey, meclisin üzerindeydi. Onun benimsediği herhangi bir şeyi, tamamen reddebileceği gibi, onaylamadan önce değiştirebilirdi de. Ayrıca, “para basılması”da Devrim Konseyi’nin yetkisindeydi. Merkez Bankası’nın görevini üzerine alan konsey; diğer yandan, seferberlik ilân etmeye olduğu gibi, savaş ilân etmeye de yetkiliydi.

Genelkurmay Başkanı’na gelince; o, Silâhlı Kuvvetlerin komutanı olup, Devrim Konseyi’ne bağlı olacaktı. Devrim Konseyi, “devletin bütün kuruluşlarını gözetimi ve denetimi altında bulundu”racaktı.

Devrim Konseyi         

Elbette şu ünlü Devrim Konseyi üyelerini de merak etmiş olmalısınız: Anayasanın bir maddesi de buna ayrılmıştı: “Devrim Konseyi, …. 1971 [tarih özel olarak boş bırakılmıştı; çünkü darbenin tarihi, o sırada henüz kesinlik kazanmamıştı!] devrimiyle [evet yanlış okumadınız; 27 Mayıs’tan sadece on bir yıl sonra yeni bir devrim geliyordu!]; Türk halkı, Türk gençliği ve Türk Silâhlı Kuvvetleri adına yönetimi devralmış bulunanlar arasından gelen ….. üyeden kurulmuştur.” Noktalar nasıl doldurulacaktı, bilinemez. 27 Mayıs sonrasında ilân edilen geçici anayasada yapıldığı gibi, tek tek üyelerin isimleri mi yazılacaktı; yoksa yalnızca belirli bir rakamla mı yetinilecekti acaba?

‘Devrim’den sonra kurulacak olan Devrim Konseyi’nin ‘doğal üyesi’ olmayan Genelkurmay Başkanı ile dört kuvvet komutanı, konsey toplantılarına ancak ‘geçici üye’ olarak katılabileceklerdi.  Bu arada; “devrim eylemini yürüten en kıdemli komutan, Devrim Konseyi’nin başkanı” olacaktı. Bu durumda; Faruk Gürler, bu pozisyon için en uygun adaydı.

Devrim Partisi

‘Devrim Partisi’ne gelince; kurulması tasarlanan Devrim Partisi de, Devrim Konseyi’ne bağlı olacaktı. Bu parti nasıl ve kimler tarafından kurulacaktı diye soracak olanlar varsa, anayasa onu da hükme bağlamıştı: “Yönetimi, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak amacıyla; devrimci bir kadro yaratarak, bu kadroya devretmek üzere ele alan devrim iradesi; devrimi hedefinden saptırmayacak ve Atatürk ilkelerini çağdaş düşünce ve bilim ışığında yorumlayarak uygulamayı ülkü edinen bir Devrim Partisi kurulmasını sağla”yacaktı. Devrim Partisi, bu “ilkelere göre yetişmiş bir kadro ile ve halk içinde örgütlenerek, en kısa zamanda kuru”lacaktı.

Elbette bu zaman alacaktı; o zamana kadar neler olacaktı diye soran olursa eğer, anayasa onu da düşünmüş ve hükme bağlamıştı: “Devrim Partisi kuruluncaya kadar, devrimi amacından saptırmamak, devlet hizmetlerini yerinde devrimci gözüyle izlemek, devrimi halka indirmek ve halkla el ele vererek korumak amacıyla; Devrim Partisi Genel Sekreterliği’ne bağlı ve idarî hiyerarşiye paralel olarak bir siyasî devrim örgütü kurulur; örgütün görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.”

Elbette yeni ‘devrimci’ yönetime karşı ‘direnme hakkı’nı kullanmak isteyebilecekler de bulunabilirdi. Onlar için de ‘devrim mahkemeleri’ kurulacaktı. Anayasada şu satırlar, devrimden sonra olacakları öngörmeye belki yardımcı olabilir: “Devrim gününe kadar ulusal çıkarlara aykırı tutum ve davranışlarda bulundukları saptananlarla; devrimin güvenliğine ve devrime karşı, her ne şekilde olursa olsun, söz, yazı ve basının diğer araçları ile veya başka şekilde karşı gelenleri yargılamak amacıyla; Devrim Konseyi Genel Sekreterliği’ne bağlı özel devrim mahkemeleri” kurulacaktı.

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?