Bugün “nasıl olur, ülke bölünür” diye tartışılan özerklik bundan 89 yıl önce Türkiye’nin ilk anayasasında hayata geçirilmişti. Eğitim, sağlık ve ekonomiyi yerele devreden 1921 Anayasası üniter devletin 90 yıl sonra da bir tabu olmadığının kanıtı.
“Eyaletlerin kendi manevi şahsiyetleri ve özerklikleri vardır. İç ve dış siyaset, adlî ve askerÎ konular, uluslararası ekonomik ilişkiler, hükümetin koyacağı genel vergiler dışında TBMM tarafından yapılacak yasalar çerçevesinde ekonomi, eğitim, sağlık, tarım, din, vakıflar ve bayındırlık faaliyetleri eyaletlerin yetkisindedir.”
Yukarıdaki özerklik anlayışını parti programına koyacak parti hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya ânında üniter devlet ilkesine aykırılıktan kapatma davası açabilirdi.
Yalçınkaya 1921 yılında yaşasaydı bu madde için Atatürk’ün partisini de kapatmaya çalışabilir miydi?
Çünkü girişte günümüz şartlarına göre uyarlanmış halini okuduğunuz o paragraf, 19 Kasım 1920’de görüşülmeye başlanıp uzun tartışmalar sonunda 20 Ocak 1921’de kabul edilen 85 nolu Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasasının 11. maddesi...
23 maddeli anayasanın İdare ve Vilayet başlıkları altındaki beş maddesinde öngörülen sistem bugün “nasıl olur” diye tartışılan demokratik özerkliğin bundan 89 yıl önce “hazır yapılmışı” adeta...
10. Madde’de “Türkiye coğrafi vaziyet ve iktisadi münasebet nokta-i nazarından vilayetlere, vilayetler kazalara münkasem olup kazalar da nahiyelerden terekküp eder” dendikten sonra 11. Madde’de bu vilayetlerin özerkliklerinin sınırları çiziliyor. Maddenin orijinali şöyle:
Madde 11- Vilâyet mahalli umurda manevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir. Harici ve dahili siyaset, şer’i adlî ve askerî umur, beynelmilel iktisadî münasebat ve hükûmetin umumi tekâlifi ile menafi faydaları birden ziyade vilâyata, şâmil hususat müstesna olmak üzere Büyük Millet Meclisince vaz edilecek kavanin mucibince evkaf, Medaris, Maarif, Sıhhiye, İktisat, Ziraat, Nafia, Bayındırlık ve Muaveneti İçtimaiye işlerinin tanzim ve idaresi vilâyet şûralarının salâhiyeti dahilindedir.
Bugünkü tartışmalarda kırmızı çizgilerini oluşturan ekonomi (vilayetlere vergi toplama hakkı da veriyor) eğitim, sağlık gibi konulardaki özerkliği öngören maddenin devamında ise bu vilayetlerin nasıl yönetileceği tarif edilmiş.
12 ve 13. Madde’de Vilayet Meclislerinin seçim ve çalışma usulleri anlatılıyor.
(Madde 12- Vilâyet Şûraları vilâyetler halkınca müntehap azadan mürekkeptir. Vilâyet Şûralarının içtima devresi iki senedir. İçtima müddeti senede iki aydır.
Madde 13- Vilâyet Şûrası, azası meyanında icra amiri olacak bir reis ile muhtelif şuabatı idareye memur azadan teşekkül etmek üzere bir idare heyeti intihab eder, İcra salahiyeti daimi olan bu heyete aittir.)
14. Madde ise yine çok dikkat çekici. Yine önce orijinali:
Madde 14- Vilâyette Büyük Millet Meclisinin vekili ve mümessili olmak üzere vali bulunur. Vali, Büyük Millet Meclisi hükûmeti tarafından tayin olunup vazifesi devletin umumi ve müşterek vazaifini rüyet etmektir. Vali yalnız devletin umumi vazaifile mahalli vazaif arasında tearuz vukuunda müdahale eder.
İki yılda bir seçimle yenilenen Meclisler tarafından yönetilen ve bu Meclis içinden seçilen birer başkanı ve yönetimi olan vilayetlere valileri TBMM atıyor. Ama vali hem protokolde en üst sırada değil hem de yetkileri kısıtlanmış. Valiler yalnız merkezî yönetimin faaliyetleri ile mahalli yönetimin faaliyetleri arasında bir çatışma ortaya çıktığını devreye girmekle yükümlü. Bunun dışında yetki Vilayet Meclislerinde.
Aynı 1921 Anayasası’nın 3. maddesinde “Türk Devleti”nden değil, “Türkiye Devleti”nden bahsedildiğini hatırlatmaya gerek yok. Yine bu anayasa yürürlükteyken Cumhuriyet’i ilân eden 29 Ekim 1923 tarih ve 364 Sayılı Kanunda da “Türkler”den değil, “Türkiye”den bahsediliyor Saltanatı kaldıran 30 Ekim 1922 tarihli kanunda “Türkiye Hükûmeti”, Hilâfet ile Saltanatı birbirinden ayıran 1-2 Kasım 1922 tarihli Meclis kararında da “Türkiye halkı” ifadeleri kullanılmış. Kürdistan vekilleri mevzuuna hiç girmeyelim.
Lozan’da dinî ve ırki meselelerini kendince çözen Cumhuriyet 1924 Anayasası’yla pek çok kurucu ilke gibi özerkliğe de veda ediyor.
Yani özetle bugün ezelden beridir Türkiye’nin üniter devlet olarak bu coğrafyada var olduğunu zannedenlere karşı demokratik özerklik tartışmalarındaki en can alıcı referans kaynağı 1921 Anayasası’dır.
Özerklik meselesi de ayaküstü ve insanları tedirgin eden acele açıklamalarla değil 1921 Anayasası’ndan 90 yıl sonra yapılacağı artık kesinleşen Türkiye’nin beşinci anayasası olan 2011 Anayasası çerçevesinde tartışılmalı. Bundan 90 yıl önceki siyasi atmosferde ütopik olan özerklik değil de üniter devletti. O halde “gerçekçi” olup “imkânsızı” istemekten korkmaya gerek yok...
TARAF