8 Mart Hakkında Hülya Şekerciyle Röportaj

8 Mart hakkında Milat gazetesine röportaj veren Hülya Şekerci, "Üstünlük cinsiyette değil takvadadır." dedi.

Milat gazetesinden Tülay Gökçimen Özgür-Der Yönetim Kurulu üyesi Hülya Şekerci ile konuştu:

Cinsiyet üzerinden üstünlük aramanın yanlış olduğuna dikkat çeken Sosyolog Hülya Şekerci, “İslam’a göre üstünlüğün tek ölçüsü vardır, o da ‘takva’dır” dedi. “İnsanların ne etnik aidiyetleri ne de cinsiyetleri onları doğuştan imtiyazlı kılar” ifadesini kullanan Şekerci, Örneğin feminist için kadının özgürleşmesi genellikle dini değerlerden bağımsızlaşmayla ilintili olarak görülür. Kocaya daha genel ifadeyle erkeğe karşı bir mücadeleyi üstlenir feminizm. Feminizm Batı aydınlanmasının dinle hesaplaşmasının bağrında geliştiğinden seküler bir duruşa sahiptir” değerlendirmesini yaptı.

“8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” yıllardır sistem tarafından, “Dünya Kadınlar Günü” adıyla evcilleştirilmeye çalışılan bir günken; bu tartışmalar, günün özünü yok etme araçlarından biri olarak ortaya çıkıyor. “Emekçi” ibaresi bu güne anlamını verirken; “kadının erkeğe karşı mücadelesi günü” olarak ifade edilen “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nü ve bu günün Müslümanlar için ne ifade etmesi gerektiğini Özgür-Der eski Genel Başkanı ve “Kur’an – Hayat Ekseninde Mümin Kadın” kitabının yazarı Sosyolog Hülya Şekerci ile konuştuk.

Konuşan: Tülay Gökçimen

Hülya Hanım, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Müslümanlar için ne ifade etmeli?

8 Mart 1857 tarihinde tekstil fabrikasında başlayan grevde ölen, çoğu kadın 129 işçinin anısına daha sonraki yıllarda dünya kadınlar günü için zemin oluşturdu. Sanayi devrimi insan gücünü/ emeğini öğütürken özellikle zayıf kadın ve çocuklar için daha zalimane ve gayri adil bir uygulama sürdürüyordu. Aynı işe yapanların eşit ücret, insanca muamele talepleri son derece insani bir talep elbette.

Süreç içerisinde daha çok sol jargonun kullandığı emekçi kadınlar vurgusu yerine dünya kadınlar günü şeklinde genelleştirilen 8 Mart, kadınların farklı sorunlarının dile getirildiği bir günün adı oldu. Tüketim kültürü ise her gün gibi 8 Mart’ ı da kadınlara hediye alınacak günlerden bir gün haline getirmek istiyor. Süreç bir yana Müslümanların kadın sorunuyla ilgilenmemesi düşünülemez. Çünkü mümin bir birey hayatın bütününe müdahil olma sorumluluğunu hisseder. Toplumsal, siyasi, ekonomik tüm sorunlar Müslümanların gündeminde olmalıdır.

Sizce Müslümanlar genel olarak bu sorumluluklarını yeterince yerine getiriyorlar mı?

Sağcı ve muhafazakar düşünce biçiminden sıyrılmış her mümin bu sorumluluğu hisseder. Dini yalnızca namaz, oruç ve zekât gibi dar anlamda ibadet olarak görenler için bu sorumluluklar vicdanları ne kadar gelişmiş ise o ölçüde toplumsal sorunlarla ilgilenecektir. Ancak ilgilense bile çözüm sadedinde dile getirilenlerin günübirlik, popüler olanın ötesine geçmesi zordur. Kur’an merkezli siyer- sünnet çizgisini takip etme niyet ve çabasındaki müminler içinse toplumsal olanla ilgilenmek ise namaz, oruç gibi ibadi bir görevdir.

Yalnız ilgilenmek derken genellikle Müslümanlardan dertlere derman olacak mucizevi projeler vs. soruluyor. Elbette Müslümanların güçleri oranında çözüm sadedinde önerileri, projeleri olabilir, olmalıdır. Ancak öncelikli görevimiz sorunun temelini doğru tespit etmemizdir.

Bu noktada kadın sorununu doğru tespit edebildik mi sizce?

İnsan hakları, işçi hakları gibi kadın hakları söylemi tümüyle ideolojilerden bağımsız değil. İşçi haklarını bir liberalle sosyalist farklı perspektiften baktığı için hem sorunun tanımlanmasında hem de çözüm önerilerinde ayrı kulvarlarda olmaları kaçınılmazdır. Kadın hakları kavramı da nerden baktığınıza bağlı olarak çeşitlenebilir. Örneğin feminist için kadının özgürleşmesi genellikle dini değerlerden bağımsızlaşmayla ilintili olarak görülür. Kocaya daha genel ifadeyle erkeğe karşı bir mücadeleyi üstlenir feminizm. Oysa Allah’ı Rab edinmiş bir mümin için özgürleşme, kula kulluğu reddebilme gücüdür. Buna göre inanmış bir kadın için mücadele erkekle değil zalim olanladır. Bunu söylerken dünyada ve yaşadığımız ülkede herkesin hem fikir olduğu kadın sorunların olmadığını söyleyemeyiz. Kadının dövülmesi, dişiliğinin kullanılması, töre cinayetleri gibi pek çok konu var gündemde olan. Bu sorunların bir kısmı geleneksel anlayışlardan bir kısmı modern düşünce biçimlerinden kaynaklanmakta.

Genellikle kadının dövülmesi, ikincileştirilmesi, aşağılanması gibi durumlar dinle ilişkilendiriliyor. Ne dersiniz?

Evet. Örneğin kadının örtünmesi onun erkeğin hâkimiyetini kabul etmesi gibi algılanıyor. Genellikle kadının kendi iradesiyle örtünmediği, örtünemeyeceği gibi bir önyargı var belli çevrelerde. Yine töre cinayetleriyle ilgili de dini değerlerin etkili olduğu düşünülür. Halbuki İslam’ın iffet anlayışına göre kadın- erkek arasında bir fark yoktur. Erkek ya da kadın iffetsizlik yaptığında bunun cezası cinslere göre değişmez. Kadına bu konuda öldürecek kadar yüklenen erkeği kolaylıkla affeden zihniyet ancak ataerkil, geleneksel bir zihniyetin ürünüdür. İslam’ın bu konuda yanlış değerlendirilmesinde en önemli etken geleneksel algılayışların uygulamalarının İslam zannedilmesidir.

Kadına karşı şiddet dünyada en yaygın ancak en az cezalandırılan suçtur!

Kadına karşı şiddet dünyada en yaygın ancak en az cezalandırılan suçtur. Sizce neden?

Erkeklerin ezildiği bir dünyada kadınların iki kez ezildiği bir vakıa. Genellikle fiziki gücünü zulüm için kullanan erkekler kadına şiddet uygulamaktalar. Ne var ki kadına şiddet daha çok cahil diye nitelendirilen tahsil görmemiş kesim için bahsedilse de yapılan istatistiklerden Batılı insanlarda hatta akademisyenler arasında da kadına şiddet uygulamanın tahminlerin çok ötesinde yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Kuran’ı hayatın merkezine alan Rasullah’ın yolunu takip eden mümin erkekler ise eşlerine kızlarına karşı merhametli ve adildirler. Öyle olmak zorundadırlar.

Ucuz işgücüne ihtiyaç duyan kapitalist sistem kadınları üretime çekmiş, onları ağır koşullarda düşük ücretlerde çalıştırmıştı. Bugün de kadın cinsel kimliği sebebi ile sömürülmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kadın özgürlüğü genellikle kapitalist zihniyet tarafından açılıp saçılmasıyla eşdeğer görülmüştür. Ne kadar aşağı ve aşağılayıcı bir bakış. Kadın bedeni üzerinde kimse tasarruf hakkına sahip değildir gibi güya özgürlükçü söylemler kadın cinselliğini özgürlükle ilintilendiriyorlar. Oysa bir kadını birikimi, ahlakı, karakteri vb. değerleri ile değil de bedeni ile ilişkilendirmek kadına yapılacak en büyük kötülüktür.

İslam’ın örtü emrini bu açıdan nasıl değerlendirmek gerekir?

İşte tam bu noktada Müslüman kadının örtünmesi onun ‘tanınması ‘içindir. Tanınması demek mümin kimliğine bürünmesi demektir. Tesettür ile sağlanacak bu kimlik ibrazı onu güvenli kılacaktır.

Örtünme ile kadının dişiliği örtülürken kişiliği ile topluma katılması istenmektedir Rabbimiz tarafından. Örtünmenin kadının erkeğin hakimiyetini kabul ettiği anlayışı muharref İncillerde bulunmaktadır. Bu anlayışın İslam’la yakından uzaktan bir alakası bulunmamaktadır. Mümin kadının örtünmesi ne babası ne de kocasıyla alakalı bir durumdur. Örtünmeyle kadını bu beden Allah’ındır ve onun emirlerine eksiksiz uymak niyetindedir mesajını vermektedir.

Bu ve benzeri örneklerden feminizm ile İslam arasında ciddi bir mesafe olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu soruyu kendilerini ‘Müslüman feminist’ olarak tanımlayan kişileri hatırlatarak sormak isterim?

Liberal Müslüman, Solcu Müslüman olmayacağı gibi feminist Müslüman da olamaz. Kendilerini feminist diye tanımlayan bazıları bu kavramı İslam’ın kadına tanıdığı hakları savunan anlamında kullanıyor olsa da feminizm ve İslam yan yana gelebilecek iki kavram değildir. Üstelik İslam dini başka bir beşeri ideolojiyle kendini ifadeye gerek kalmayacak kadar özgün ve alternatif bir dindir. Bu tip terkiplerle insanların kafasını bulandırmaya hiç gerek yok.

O halde feminizmi tümüyle reddetmek mi gerekiyor?

Feminizm yok yere ortaya çıkmış bir akım değil. Ateşin olduğu yerden çıkan bir duman misali toplumsal koşulların da elvermesiyle şekillendi. Günümüze kadar kendi bağrında çeşitlilik ve çatışma da yaşamakta. Bana göre en temelde feminizmin açmazı kadın sorunlarını ‘kadın üst kimliği’ ile tanımlamasıdır. Oysa kadın ya da erkek olmak kazanılan değil verilen bir statüdür. Ayrıca kadın olmak tek başına kimlik üretmek için yeterli değildir. Çünkü hayat, cinsiyet farklılığını da barındırmakla beraber onu aşan pek çok unsurun bir bileşkesidir. Bunun dışında feminizm Batı aydınlanmasının dinle hesaplaşmasının bağrında geliştiğinden seküler bir duruşa sahiptir. Batı, kilisenin cadı avlarında öldürülen kadınlarla hesaplaşırken haklıdır. Ancak ürettiği çözümler Yaradan’a karşı sorumsuz, kadın ya da erkek bedenini emanet değil kişiye ait gören bir anlayışın sorunlarını barındırmaktadır. Sorumsuz bir özgürlük, kimseye hesap vermek istemeyen bir başkaldırı kültürü… Ne var ki feminizm eleştirisi genellikle mevcut kültürü doğrusu ve yanlışıyla sahiplenme eğilimini beraberinde getiriyor. Oysa biz Müslümanlar statükocu olmamalı, Kuran’ın eleştiri kültürüne uygun olarak atalarımızın yanlışlarını sahiplenmemeliyiz. Sahih olan gelenek sürdürülmeli ama din diye algılanan hurafeler zihinlerden ve pratik hayattan temizlenmelidir.

Kadının aile içindeki ve toplumsal alandaki konumunu iyileştirme sürecinde erkeğe düşen görevler neler?

Aslına bakarsanız hem kadına hem de erkeğe düşen sorumluluklardan bahsetmek gerekir. Bir kere bu konuyu inisiyatif kavgasına dönüştürmek hiçbir sorunu çözmez aksine derinleştirir. Bunu söylerken kadınlara sürekli alttan alın, politik davranın gibi bir yöntem de öneriyor değilim. Çözüm yalnızca teorik sorunların tartışılmasıyla gerçekleşmeyecektir. Bu konuya doğru bir usulle yaklaşmak elbette önemlidir ancak doğru pratiğini örneklendiremediğiniz sürece daima yetersiz kalacaktır. Örnek vermek gerekirse kadın-erkek ilişkileri konusunda çizilen abartılı sınırları eleştirirken ortaya iffet ve erdemden yoksun, lakayt ve seviyesiz kadın- erkek ilişkileri ortaya çıkıyorsa bu durum insanların geleneksel yaklaşıma daha sıkı sarılmalarına sebep olmaktan başka bir işe yaramaz. Oysa Rabbimiz Kuran’da Mümin erkek ve kadınları birbirlerinin velisi diye nitelendirirken ( Tevbe suresi 71.ayet) sınırlar dahilinde iyiliği emretmeleri, kötülükten sakındırmaları hedefini koymuştur. Yoksa kafelerde tanımsız ilişkiler, iş yerlerinde seviyesiz diyaloglara cevaz olsun diye değil. Tam da bu nedenle doğru örneklere duyulan ihtiyacın had safhada olduğu bir zaman diliminde erdemli kadın ve erkeklere büyük görevler düşmekte.

Erkek kadından üstün mü; eşit mi? Eşitlikten söz etmek İslami bir bakış açısını yansıtır mı?

İslam’a göre üstünlüğün tek ölçüsü vardır. O da ‘takva’dır. İnsanların ne etnik aidiyetleri ne de cinsiyetleri onları doğuştan imtiyazlı kılar. Evet, kadın- erkek arasında farklılıklar vardır ama farklılıkları ayrıcalık olarak algılamak İslam düşüncesine terstir. Farklılıklar birini diğerine üstün kılmaz farklılıklar olsa olsa hayata renk katar, denge unsuru olur. Gerek ataerkillik gerek feminizmin, dengenin biri lehine bozulmaya çalışıldığı bir düşünce biçimidir. Kadın erkek için, onun can sıkıntısını gidermek için yaratılmamıştır. Bu düşünce tefsir kitaplarına geçmiş olsa da Tevrat ve İncil kaynaklı aktarımların etkisi bulunmaktadır. Kur’an erkek ve kadının aynı özden yaratıldığını ifade eder. Adem ve Havva’nın yasak meyveden yemesinin sorumluluğunu Havva’ya yüklememektedir. Yasak meyveden her ikisi de yemiş ve her ikisi de cezalandırılmış ve sonunda tövbeleri kabul edilmiştir. Kur’an ayetleri bu hususta çok açıktır.

Bu arada ‘Kur’an- Hayat Ekseninde Mümin Kadın’ adlı kitabınız ikinci basımını yaptı. Kitabın içeriğinden biraz bahseder misiniz?

Kitap dört ana bölümden oluşuyor. İlk bölüm ‘Kadın sorununa yaklaşımda perspektif’ başlığını taşıyor. Bu başlık altında kadınla ilgili ayet, hadis ve siyer bilgilerine nasıl yaklaşmamız gerektiği ile ilgili konulara yer verdim. İkinci bölümde ‘Toplumsal Hayatta Kadın’ başlığı altında kadının sosyalleşmesi önündeki engeller, tesettür ve yozlaşma, kadının eğitim sorunu gibi ara başlıkları işlemeye çalıştım. Üçüncü bölümde ise hiçbir zaman gündemden düşmeyen tartışma konuları yer alıyor. Çok eşle evlilik, miras, şahitlik, kadının dövülmesi gibi konular. Son bölümde ise İslami mücadelede kadının yeri konusu yer alıyor.

 

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"