7 Haziran genel seçimleri mevcut iktidar yapısını değiştirecek bir meclis aritmetiğiyle sonuçlandı. Seçimlerden birinci parti olarak çıkmasına rağmen AK Parti’nin sandalye sayısının 276’nın altına düşmüş olması 12 yılı aşkın bir süredir devam etmekte olan tek partili iktidar döneminin sona ermesini getirirken, koalisyon ihtimallerine kapı araladı. Bununla birlikte meclise girebilen partiler arasında zaten yüksek düzeyde seyreden siyasal kutuplaşma olgusunun seçim sürecinde daha da keskinleşmiş olması teorik olarak çok seçenekli görünen koalisyon formüllerinin pratikte imkansıza yakın bir zorlukta olduğuna işaret etmekte.
Türk ve Kürt Milliyetçileriyle Koalisyondansa, Yeniden Halka Gitmek Daha Doğru Bir Tercihtir!
Mevcut meclis aritmetiğinden bir koalisyon çıkar mı yoksa ülke yeni bir seçime mi gider sorusunun cevabını şimdiden kestirmek pek kolay değil ama her halükarda gerilimli, sıkıntılı ve istikrarsız bir sürece girildiğini net olarak söylemek mümkün. Ve belirsizliğe ilaveten, bilhassa da Ümmet kimliğine karşıtlık temelinde örgütlenmiş partilerin söz sahibi olacağı bir dönemin ayak seslerinden tedirginlik duymamızın doğal olduğu ise izahtan varestedir. Nitekim içerdeki malum çevrelere ek olarak dışarıda da Siyonist çeteden Esed katiline, ABD’sinden AB’sine kadar Müslümanlara düşmanlıkta yarışan güçlerin coşkuyla karşıladığı bir sonuç var karşımızda.
Tek başına iktidar çoğunluğu elde edemeyen AK Parti’nin önündeki koalisyon seçenekleri bellidir: Resmi ideolojik bağnazlığın temsilcisi olmasına rağmen şartların elverişsizliği nedeniyle İslami kimliğe düşmanlık politikasını bir müddettir askıya almış görünen ve içerideki mazlumlara yöneltemediği nefreti Suriyeli mücahitlere ve muhacirlere kusan CHP ile mi? Bir asırdır ülkeyi yangın yerine çevirmiş Türk milliyetçiliğini kutsamaktan vazgeçmeyen ve ırkçı-zalim inkâr politikasında hala ısrar eden MHP ile mi? Yoksa milliyetçilik adlı cahiliyeyi ve zulmü ulusçuluk adıyla bir başka renge boyayarak Kürt halkını sistematik biçimde ifsad eden ve emperyalistlerin taşeronluğuna soyunmuş silahlı örgütün uzantısı HDP ile mi? Hiçbiri olumlu, sağlıklı bir geleceğe açılmayan, her biri diğerinden daha kötü seçeneklerdir bunlar!
AK Parti kendisini bu seçeneklerden birine mahkûm kılmamalıdır! Her ne kadar kısa vadede bir tahribat sürecini beraberinde getirmesi mukadder de görünse, uzun dönemde daha köklü bir kurtuluşun yolunu açabileceği öngörüsüyle, ismi geçen üç partinin kendi aralarında bir koalisyon gerçekleştirmelerinin önünü açmalıdır. Ve yine de bu kakafonik ortaklık teşkil edilemezse de yeniden bir seçime ve halka gitmek tercih edilmelidir.
Mücadelemiz İktidara Endeksli Değil!
Kendisini sadece İslami kimlikle tanımlayan ve İslami talepleri merkeze alan Müslümanlar olarak öncelikle eklektik ideolojik kimliği ve kimi zaman da muhtelif politikalarından ötürü AK Parti iktidarına ilişkin olarak çeşitli düzeylerde eleştirel bir tutum benimsediğimiz açıktır. Bununla birlikte bugüne dek doğru olduğuna inandığımız ve Müslüman halkların ve mazlumların maslahatına yorumladığımız adımlarını ise sonuna kadar desteklemekten de imtina etmedik. Bu bağlamda AK Parti iktidarının ikinci döneminde netleşen ve üçüncü döneminde ivme kazanan asker-sivil bürokratik oligarşiyle hesaplaşma sürecinin ve bilhassa da Ortadoğu İntifadalarına yönelik sahiplenici tutumun bizler ve tüm İslam Ümmeti açısından anlamlı ve değerli olduğunun ve önemli bir kazanım teşkil ettiğinin altını çiziyoruz.
Ne yazık ki, seçimler bu olumlu gidişatın tersine çevrilebileceği bir dönemin kapısını açmış gibidir. Şüphesiz ne ülke içinde, ne de hariçte İslami mücadele şu veya bu iktidara endeksli değildir; Rablerine karşı sorumluluk bilinci ile hareket etmekle mükellef Müslümanlar geldikleri yere iktidar imkanları ile gelmedikleri gibi, iktidar zemininin kaybolmasıyla da mücadeleden geri adım atacak değillerdir. Gerek bu ülkede, gerekse de coğrafyamızın bütününde mevcut şartlarla asla kıyası kabil olmayan zorluklardan geçilerek ve çok ağır bedeller ödenerek bugünlere gelindiği tartışmasızdır. Mamafih kaygımız mevcut iktidar kadrolarının kimi zaman yetersiz de olsa, samimi gayretlerle mazlumlara uzattıkları dost elinin kesilmesi, bilhassa dünyanın dört bir yanındaki mazlum ve mahrum kardeşlerimize sahip çıkma çabalarının sekteye uğraması tehdidinden kaynaklanmaktadır.
Ve tam da bu noktada Rabbimizin müminler ve mazlumlar aleyhine zalimlere ve fasıklara asla yol vermeyeceğine iman ettiğimizi ve dava bilincine sahip Müslümanların asli vazifelerini ifa çabalarının hiçbir şekilde konjonktürel tavır alışlarla şekillenmediğini bir kere daha hatırlatıyoruz. Ve son olarak, Müslümanların şartlara bağlı bir mücadele anlayışıyla değil, şartları dönüştürme kararlılığıyla hareket etmekle yükümlü olduklarının altını çiziyoruz.