Selçuk Türkyılmaz/Yeni Şafak
7 Ekim: Kolonyalizmin mutlak reddi
İngiltere ve ABD her geçen gün biraz daha İsrail yayılmacılığının aslî unsuru olduğunu gösteriyor. Trump’ın Filistinlilere yönelik son çıkışını bu çerçevede değerlendire-biliriz. Trump, başkanlığı devralacağı güne kadar esirler bırakılmazsa diye başlayan cümlesiyle adeta dehşet saçtı. İfadeden Hamas’ın kastedildiği anlaşılıyor. Trump aynı cümlede Hamas’ı insanlığa karşı suç işlemekle itham ediyor. Bu ifadelerin ne anlama geldiği üzerinde durmamız gerekiyor.
Trump Filistinlilerin varlığını inkâr etmekten kaynaklanan tutumu sürdüreceğini ifade etmiş oldu. Trump’ın tehdit dolu sözleri, bana, Sartre’ın Cezayir bağımsızlık savaşı bağlamında yazdığı şu satırları hatırlatıyor: “Bir halkın nasıl öleceğine karar vermekten başka çaresi yoksa bir halk kendisini ezenlerden sadece umutsuzluğu hediye almışsa kaybedecek neyi vardır? Bu halkın bahtsızlığı cesareti hâline gelir; kolonyalizmin onun karşısına çıkardığı sonsuz reddi, kolonyalizmin mutlak reddine çevirir.”
Yerleşimci kolonyalizmin bütün özellikleri İsrail’in yayılmacı saldırılarında görülüyor. Bu sebeple Sartre’ın sözleri hem İngiltere ve ABD’nin hem de bu iki ülkenin kolonisi olan İsrail’in Filistinlileri yok sayan anlayışını tahlil etmek açısından çok önemlidir. Fakat burada bağlam dışı bir tespiti paylaşmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Kuşkusuz Sartre, Fransa için yeri doldurulamaz bir entelektüeldi. Charles de Gaulle’ün Sartre için “o Fransa’dır” demişti. Sartre’ın Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri adlı eseri için yazdığı önsöz de çok meşhurdur. Yıllar sonra Habermas, Filistinlilerin bir insan olarak varlığını reddeden İsrail’in yerleşimci kolonyalizmini destekleyerek Almanya’nın geleneksel ırkçılığına onay verdi. Bu durum İngiliz entelektüelleri için hayli hayli geçerlidir. İngiltere’nin İsrail’e ve kolonyal bir ideoloji olarak Siyonizm’e verdiği destek İngiliz entelektüelleri için büyük bir sorun olmamıştır. Hem İngiltere’de hem de ABD’de Filistin’e destek bakımından öne çıkan aydınların çok önemli bir kısmı “öteki”lerin arasından çıkıyor. Bu da Sartre’ın farkını gösterir. İngiltere ve ABD’de yerleşimci kolonyalizm sistemi çok daha “sorunsuz” işlemektedir. “Esirler bırakılmazsa” derken Trump’ın, Amerikalıların geçmişte Kızılderililer karşısında takındığı tavra büründüğünü görebiliriz.
Sartre, aynı cümlede kolonyalizmin mutlak reddine çevrilmekten bahsediyor. Onun bu cümleleri Albert Memmi’nin kitabına yazılan önsözde yer alıyor. Mütercim, geleneğe uyarak sömürgecilik kavramını tercih etmiş. Fakat hemen fark edileceği gibi “sonsuz ret” ile kastedilen, yerlinin kendi topraklarındaki varlığıdır. Sartre sonsuz reddin kolonyalizmin mutlak reddine çevrileceğini söylüyor. “Sömürme” eylemi bu zıtlığı içermez. Sartre’ın sözünü tam olarak anlayabilmek için imparatorluk, ana vatan ve koloniler arasındaki zıtlıklara odaklanmak gerekir.
İngiltere ve ABD’nin İslam’ın merkez coğrafyasındaki bütün faaliyetleri kolonyal yayılmacılık bağlamında tahlil edilmelidir. Onlar için İsrail’in varlığı sonsuz ret üzerine bina edilmiştir. İngiltere yaklaşık yüz yıllık bir zamanda İsrail’in kolonyal varlığını pekiştirmek için elinden ne geldiyse yaptı. ABD de aynı gerekçelerle hareket etti. Filistinlilerin bir insan olarak varlığını reddettiler. Bu, Filistinleri, kaçınılmaz olarak kolonyalizmin mutlak reddine götürdü. 7 Ekim’in nereden çıktığını anlamak isteyenler için bu karşıtlığı kavramak çok önemlidir. Filistinliler Filistin için savaşırken aynı zamanda var oluş mücadelesi içindedirler. Trump’ın sözleri de bu çerçevede anlaşılmalıdır. Filistinlileri inkâr ettikleri için ABD ve İngiltere İsrail’in yerleşimci kolonyal saldırganlığını suç kategorisine dâhil etmiyor. Bunun Alman ırkçılığından hiçbir farkı yoktur. Bu sebeple Trump sadece Hamas’ın elindeki İsrailli esirlere odaklanıyor. Bu da Anglosakson ırkçılığıdır.
İngiltere ve ABD’nin kolonyal kontrol ve İsrail yerleşimci yayılmacılığı üzerine kurulu yaklaşımı coğrafî çözülmeyi hedeflemektedir. Bunun için otuz yıldan fazla bir zamandır İslam’ın merkez coğrafyasını istikrarsızlaştırmak istiyorlar. Türkiye’de “dış güçler” kavramı üzerinde yeterince durulmadı. Liberaller Avrupamerkezcilik anlayışına teslim oldu. Bu anlayış giderek yaygınlaştı ve derinlik kazandı. Fakat aynı dönemde coğrafya genelinde kolonyal hegemonyanın tasfiyesine yönelik hareketler de güç kazandı. FETÖ ve PKK gibi bağımlı yapıların mevzi kaybetmesini millî hareketler adına başarı olarak görebiliriz. Bu, İsrail’i güçlü kılan unsurların kaybı demektir. İsrail de kaybedecek.