Başından beri başlatılan açılımın en önemli ayağının "din faktörü ve mahalli güçlü kanaat önderleri"nin sürece katılmaması olduğunu söyleyip duruyoruz.
Hükümet bunca hayati değerde bir teşebbüs başlatıyor, ama başarıyı sağlayacak sosyo-kültürel zemine ve güçlü aktörlere gerektiği önemi vermiyor. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, yapılması gerekeni yaptı, bölgenin 60 kanaat önderleriyle görüşüp zemindeki gerçekliğin çarpıcı bir resmini çıkardı. İntibalarını evvelsi gün Zaman'da okuduk: "İslam kardeşliği hayati derecede önemli, din hizmetleri zayıflamış, imamlar halkın derdini anlamıyor" vs. Ciddi araştırmalar "din faktörü"nün ne kadar önemli olduğunu teyit ediyor:
Adil Gür, "Halka '-Sizi bir arada ne tutuyor? Dil mi, bayrak mı, aynı toprakta yaşamak mı, din mi?' diye sorduk. Halkın yüzde 72,5'u "Bizi bir arada tutan en önemli şey din." diye cevap verdi." diyor. (Taraf, 26 Ocak 2010)
Halkın yaklaşık dörtte üçünün işaret ettiği din'i nereye oturtmalı? Önce bir durum tespiti yapalım: Din, Türkiye'de otoriter ve giderek özünde totaliterliğe eğilimli bir laik(çi)lik tercihi dolayısıyla sofistike yollarla denetim altında tutuluyor. Türkiye üzerinde vesayetlerini devam ettirme azminde olan uluslararası güçlerin isteği doğrultusunda dinin kamusal ve toplumsal hayatta görünür olmasına izin verilmiyor; sanat, felsefe, edebiyat vb. alanlarda referans çerçevesi oluşturmasına, dinin dilinin ve mesajının camilerin dışına çıkarılmasına iyi gözle bakılmıyor. Buna rağmen din, toplumun en etkin ve birleştirici gücü olmaya devam ediyor.
Dinin ortak birleştirici unsur olması, siyasi, kültürel, ekonomik ve hukuki alanlardaki düzenlemelere engel değil. Aksine kolaylaştırıcı, teşvik edici ve yerine göre emredici sebep. Laik elit bu gerçeği kabul etmek istemiyor, elinin altındaki imkânı elinin tersiyle itiyor. Bazı Kürt milliyetçisi aydınlar, "dinin tesis ettiği kardeşliğin" Kürtleri "bir kere daha oyuna getirme"ye yarayacağını, liberaller ise "kardeşliği" söz konusu etmeden, hak ve özgürlüklerin sağlanmasının yeterli olacağını söylüyor.
Bize göre, din kardeşliği ve güçlü din bilinci, soyut bir bağlılık gibi görünse de, hukuki düzenlemelerin etkili faktörü olmaya adaydır. Birbirleriyle hiçbir duygusal, manevi veya tarihî bağı olmayanlar arasında mı anlaşma sağlamak daha kolay, yoksa söz konusu bağlara sahip olanlar arasında mı? Elbette ikincisi. Kim ne derse desin, Kürtler ve Kürt olmayan etnik gruplar arasında bir anlaşmayı kolaylaştıracak olan duygusal, manevi ve tarihî bağlar ifadesini İslam dininde buluyor. Bu öylesine bariz bir hakikat ki, başı dinle iyi olmayan, dinî hayatı tecrübe etmeyen, camiye gidip her kavimden insanla aynı manevi hazzı tatmayan, kim olursa olsun Müslüman kardeşine "evrensel İslam ümmetinin bir ferdi gözüyle" bakmayan ve ahirette bütün Müslümanların "Muhammed'in (sas) ümmeti kimliği ve Tevhid bayrağı altında toplanacaklarına inanmayanlar" bunu inkâr eder ancak. Din faktörü sonucunda, Kürtlerin ezici çoğunluğu Türkiye'den ayrılmak veya onları ayrıştırıp başka mecralara sürükleyecek düzenlemelere kuşku ile bakmaktadırlar. Yine Adil Gür'ün araştırmasına göre "Güneydoğu'da kendi meclisi, kendi polisi, memuru olan otonom bir Kürt bölgesine izin verilmesine sadece halkın yüzde 10'u evet diyor. Dahası, Kürtlerin yüzde 79'u, BDT'nin yüzde 64'ü otonomiye 'hayır' diyor. Bağımsız devlet, otonom, federasyon veya otonom türü çözümlere sıcak bakmayan Kürtler, aynı zamanda a) Kimliklerinin tanınmasını, b) Anadilleri üzerindeki baskıların kaldırılmasını, c) Sosyal-ekonomik refah seviyelerinin yükseltilmesini de ısrarla ve kararlı bir biçimde talep etmektedirler. Bunlar haklı ve meşru taleplerdir. Ancak bu sayede "din zemininde kardeşler arasında" sevgi, yardımlaşma, dayanışma ve geleceğe ilişkin ideal ve hedef birliği sağlanacaktır.
Bu açıdan bakıldığında dinî faktörü görmezlikten gelmek, çözümü Batı'dan "kes-yapıştır yöntemi"yle ithal edilen salt yasal düzenlemelerden ibaret saymak büyük yanılgıdır.
ZAMAN