6 Şubat'ın yıldönümünde gereken dersleri çıkartabildik mi?

İsmail Kılıçarslan, 6 Şubat depremlerinin üzerinden bir yıl geçmişken herkesi gerekli muhasebeyi yapmaya çağırıyor.

İsmail Kılıçarslan / Yeni Şafak

Yarın için bir şans var mı?

Geçenlerde Samsun’da bir salon toplantısında, Çevre Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’yi dinledim. Bakan bey, depremle ilgili olarak, her kelimesine katıldığım şöyle bir cümle kurdu: “Depremi yenemeyiz. Onunla sadece uyumlanabiliriz, uzlaşabiliriz, onunla yaşamanın yöntemlerini bulabiliriz.”

Bugün birinci senesini yaşadığımız Maraş ve Elbistan Depremleri, depremlerin ölçülmeye başladığı tarihten bu yana hem yıkıcılık şiddeti, hem etki alanı, hem de “oluş yakınlığı” bakımından belki de ilk beşe girecek şiddette depremlerdi. Zaten çok yıkıcı olan Pazarcık Depreminden sadece 5-6 saat sonra gelen Elbistan Depremi, Türkiye açısından 6 Şubat gününü “acının günü” haline getirdi.

Bu, burada bir dursun.

Son 4-5 yıldır işler güçler dolayısıyla Kahramanmaraşlı sayılırım. 2020, 21 ve 22 yıllarının her 6 Şubat gününü Maraş’ta geçirdim Maraş’ın kurtuluş haftasına nezaret etmek için. 2023’te ise ekip arkadaşlarıma “siz önden gidin bu sefer, ben 8’inde geleyim” demiş bulundum ve bütün ekip arkadaşlarım üfleseniz yıkılacak bir binadan Allah’a şükürler olsun ki sağ salim çıktı.

2020’de Maraş’a, seneler sonra ilk kez gittiğim günün akşamı, Kültür Daire Başkanı Duran Doğan, Maraş’ın depremlerde sürekli yıkıldığını, şehir merkezinin bu depremlerle alakalı olarak yüzyıllar içerisinde sürekli taşındığını anlatmış, olası bir büyük depreme hazırlık yapmanın şehrin ilk işi olması gerektiğini söylemişti.

4 yıla yaklaşan Maraş maceramda şahitliğim o yöndedir ki hem Büyükşehir Belediyesi’nin ve belediye başkanı Hayrettin Güngör’ün, hem “şehrin abisi” diyebileceğimiz Mahir Ünal’ın ve diğer vekillerin, hem de şehirdeki tüm ilgili kurumların ana gündem maddesi kentsel dönüşümdü. Bilhassa şehir merkezinin ve merkeze bitişik eski mahallelerin sağlıklı dönüşümü için projeler hazırlanmış, bazıları hayata geçirilmeye başlanmış, bazıları da planlanmıştı.

Hakeza, 2022 yılında Hatay’da bir araya geldiğim Hatay milletvekilleri Hüseyin Yayman ve Abdülkadir Özel de Hatay’ın deprem şehri olduğunu, şehir içinden başlayarak kentsel dönüşümün hayata geçirilmesi için çalıştıklarını anlatmışlardı.

Hem Maraş’ta hem Hatay’da golü tam da beklediğimiz yerden yedik ne yazık ki.

Bu da burada bir dursun.

Ben, depremdeki kayıplarımızın çok olmasının nedenini 3 maddede izaha yatkınım. İlki, sonuçları ve maliyeti ne olursa olsun kentsel dönüşümü istenen düzeyde gerçekleştirmeyen iktidar ve ilgili kurumlar. Bazen dönüşümü istemeyen vatandaşı karşısına almaktan çekinmesi, bazen proje maliyetinin yüksek olması, bazen bürokratik engeller derken kentsel dönüşüm istenilen sağlıklılıkta gerçekleşmemiş bölgede. TOKİ’nin inşa ettiği evlerin depremde yıkılmadığı gerçeğini hesaba katarak söylemeliyim ki bölgede dönüşüm istenilen oranda gerçekleşseydi depremle uzlaşmanın, onunla yaşamanın bir yolu bulunmuş olurdu. Devletin dönüştürmeyi başardığı hemen her yer depremde imtihanı geçti çünkü.

Burada, her kentsel dönüşüm girişimini “rant” olarak tanımlayan muhalif ve sekter aklın da büyük bir katkısı var meseleye. Onu da akıldan çıkarmayalım. Hatay’da, depremde yerle bir olan bazı mahallelerin dönüşümüne engel olmak için nasıl da canhıraş kampanyalar düzenlendiğini yahut İstanbul Okmeydanı’ndaki dönüşümüne yasa dışı sol örgütlerin nasıl müdahil olduğunu hatırlamak yeterli olacaktır.

İkincisi, seçim korkusu, politik yakınlıklar ya da doğrudan rant gibi nedenlerle ruhsat işlerini ve denetimi adam akıllı yapmayan yerel yönetimler ve işletmedikleri mekanizmaları. Sağlıksız zemine, eksik malzemeye göz yummak şehirlerimizin felaketi olmuş. Hatay’ın büyükşehir ve Kahramanmaraş’ın 12 Şubat ilçe belediyeleri “bu işler nasıl yapılmamalı” konusunda ders olarak okutulabilecek düzeyde kötü örnekler mesela.

Üçüncüsü de kendisinin oturacağı evi bile inşa ederken malzemeden çalmayı, demirden kısmayı marifet sayan, kolon kesmeyi kendinde hak gören, işi kitabına uydurmak konusunda mahir halkımız ne yazık ki. Kendilerine, yakınlarına mezar inşa ettiklerini fark etmeyen insanımız yani. Kahramanmaraş’ta kolonu sonradan kesilen bütün binalar yerle bir oldu. Sıvılaşmış zemine gerekli dolguyu yapmadan inşa edilen siteler, AVM’ler, Maraş’ta, Hatay’da, Diyarbakır’da yerle yeksan oldu.

Peki ya şimdi? Depremin birinci yılında yapılanlara bakınca “yarın için umutlu” olduğumuz bir yere geldiğimizi rahatlıkla söyleyebilirim. Denetim mekanizmaları tam ve eksiksiz şekilde çalışmaya başladı. Hafif çelikten yapılan köy evleri, az katlı deprem konutları derken deprem sonrası ülke olarak yaşadığımız “tefekkür”, meyvelerini veriyor bence. Çevre Şehircilik Bakanlığı, geliştirdiği “sıfır tolerans” politikası ile şehirlerimizin yarınlarını “depremle uzlaşma” üzerine inşa ediyor. “İyi müteahhit” iş üretiyor, “kötü müteahhit” ise olması gerektiği gibi hapiste çürüyor. Belediyeler, millet üstünü başını da yırtsa, “sonraki seçimde size oy vermem” tehdidi de savursa doğru olandan şaşmıyor. Vatandaş ise olağanüstü bir dikkati kuşanmış durumda. Tevekkül tefekküre, tefekkür ise tedbire dönüşmüş görünüyor.

Yakalanan bu hava tavizsiz sürdürülebilirse yarınlar için bir şansımız var. Engelleyemediğimiz, yenemediğimiz depremle uzlaşmak için doğru bir moment yakalandı. Buradan devam etmemiz gerekiyor.

Yazıyı bitirmeden İstanbul ile ilgili de iki kelam edeyim. İstanbul’un en büyük meselesi, acilen dönüşmesi gereken 1,5 milyon konuta ve işyerine sahip olmasıdır. Yerel seçimde hepimiz bu dönüşümü hayata geçireceğine inandığımız aday kimse ona oy vermeliyiz. Çevre Şehircilik Bakanlığı’nın İstanbul için ortaya koyduğu kentsel dönüşüm vizyonunu kavga dövüş çıkarmadan hayata geçirecek aday kimse, oylar ona verilmeli bence.

Yorum Analiz Haberleri

Siyonistlerden dost olmaz, ne Kürtlere ne de bir başkasına
“AB İsrail’i daha ne kadar koruyacak?”
“BM Siyonizm'i ırkçılık saysın”
Gazze katliamında ABD'nin rolü
Endonezya’da “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” madde: Filistin davası