"50 Seçimi Geride Kalınca... CHP 'Diktatörlüğü' Keşfediyor..."

Cemil Koçak, yazısında 1950 yılında yapılan seçimi kaybeden CHP'nin bu yenilgiden sonra yayınladığı genelgeyi inceliyor, "CHP değişiyor; lâkin birazcık yavaş... Hatta yavaş yavaş..." diyerek eleştirilerde bulunuyor.

Cemil Koçak / Star

Bazılarımız hala CHP’nin Demokrat Parti iktidarını 27 Mayıs’a çeyrek kala “diktatörlük”le suçladığını sanabilir. Ama böyle değil! 1950’de seçimi kaybeden CHP, muhalefete düşünce ‘Sistemin tek teminatı muhalefet’ sözleri etmeye başladı. Peki neden?

1950 seçimini kaybeden CHP, ilk kurultayında Kâsım Gülek’i genel sekreter olarak seçmişti. O da, CHP’nin iktidarı devretmesinin üzerinden sadece beş ay geçtikten sonra, CHP örgütüne bir genelge yayınladı. Şimdi bu genelgeyi dikkatle okuyalım ve CHP’nin Demokrat Parti iktidarını ne zaman “diktatörlük”le suçlamaya başladığını hep birlikte öğrenelim... Bu genelge, aslında CHP’nin muhalefet stratejisinin tam olarak hangi söyleme oturduğunu da bize gösterecektir!

“İktidar Tehdidi!”

26 Ekim 1950 tarihli genelgenin ilk cümlesi; CHP’nin “demokrasi davasının kökleşmesi uğrundaki azimli ve feragatli çalışmaları”ndan söz ediyordu. Ancak bunların ne olduğunun belirtilmesine pek de gerek görülmemişti doğrusu... İkinci cümle doğrudan iktidarın niyetini okuyordu. Birlikte okuyalım...

“Gayret ve iyi niyetlerimize karşılık beş aydan beri şahidi olduğumuz hadiseler ve belirgin temayüller, DP iktidarının bütün dikkatini bu sistemin tek teminatı olan muhalefeti ezmek veya kendine göre kukla bir muhalefet görmek hevesi peşinde koşmakta olduğunu göstermekte”ydi.

Elbette neydi bu “hâdiseler” ve “temayüller” diye soracak olanlarımız vardır; şimdi de buna bir bakalım... “İktidar sözcülerinin her vesile ve fırsattan faydalanarak söyledikleri nutukların hiçbir demokrat memlekette emsaline rastlanmayacak açık tehditlerle dolu olduğu, sağduyulu yurttaşların gözünden kaçmamıştır. Bunun en yeni hazin misâlini, DP istişarî toplantısında söylenen nutuk vermiştir. DP Genel İdare Kurulu adına Devlet Bakanı tarafından söylenen bu sözler, iktidarın muhalefet hakkındaki hakiki niyetini açığa vurmuştur.” Görüldüğü gibi, CHP, iktidarın “hakiki niyeti”ni bir konuşmadan hareketle hemen anlamıştı!

Bu arada, DP’nin “küçük oyunlar”a başvurduğu da ileri sürülüyordu. Neydi bu “küçük oyunlar” diye soracak olursanız eğer; onun da yanıtı genelgede verilmişti. Buna göre iktidar CHP’nin tabanı ile tavanı arasında bir ayrılık yaratmanın peşine düşmüştü; hepsi bu kadar...

Ancak asıl önemli olan nokta, genelgeye göre; “iktidar partisi idarecilerinin muhalefet hakkındaki maksatlarının belirmiş olması”ydı. “İktidarın arzusuna göre ayarlanmış bir muhalefetle demokrasi olmaz”dı.

İyi ama; daha beş ay önce seçimi kazanmış olan bir iktidarın bu “asabiyeti ve tehditleri” neden ileri geliyordu sorusuna da bir yanıt bulunmak gerekirdi. Bulunmuştu da; Gülek, 14 Mayıs seçiminden bu yana dört seçim geçirildiğini hatırlatıyor ve “milyonlarca vatandaş”ı bünyesinde toplayan CHP’den iktidar partisinin “rahatsız” olduğunu açıklıyordu. Ona göre; “demokrasi davasına gönülden inanmış olanlar; muhalefet ne kadar kuvvetli olursa olsun, bunun mevcudiyetinden rahatsızlık duymazlar”dı. Ama anlaşılan DP, duymaya başlamıştı.

“Yıldırma Gayreti”

Gülek, genelgesinde, iktidarı sert bir şekilde suçlamaya devam ediyor ve partisine moral aşılamaya çaışıyordu: “Vatansever ve demokrasi davasına inanmış meşru bir siyasi teşekkül olarak anayasanın ve kanunların teminatı altında murakabe ve mücadelemize sonuna kadar devam edeceğiz. Muhalefeti yıldırma ve sindirme gayretleri hiçbir zaman bizi memleket ve tarih karşısında şerefli vazifemizi yapmaktan alıkoyamayacaktır.”.

Ana muhalefet partisi genel sekreteri; çok daha sert ifadelerle, iktidarı itham etmeyi sürdürüyordu: “Muhalefete rahat yüzü göstermeyeceklerini ilândan çekinmeyenler, demokrasi hayatına kendilerini intiba ettiremeyeceklerdir. Türkiye’de hiçbir fert, hiçbir zümre, hiçbir parti, bu merhaleden sonra muhalefetsiz olarak idare etmek cüretinde bulunamayacaktır. Bu anlayışla teşkilâtımızdaki arkadaşların şerefli muhalefet vazifelerine fütursuzca devam edeceklerine emin bulunarak, demokrasinin geleceğini büyük milletimizin teminatı altında görmekte olduğumuzu bir defa daha belirtiriz.”.

Bazıları bu metni CHP’nin son kurultayından mı aldığımı sorabilirler; ama hayır; 65 yıl önceki bir CHP genelgesinden söz ettiğimi yeniden hatırlatayım bâri! Evet, biliyorum, CHP değişiyor; lâkin birazcık yavaş... Hatta yavaş yavaş... Durun bakalım, birazcık sabır!

Ulus Gazetesi ve Devlet Yardımı

Şimdi de 1937 yılına geri dönelim ve CHP’nin resmî yayın organı olan Ulus gazetesine yönelik devlet yardımını talep eden resmî yazışmalara bir göz atalım...

CHP Genel Sekreteri ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya; 1937 yılının sonlarına doğru Başbakanlığa yazdığı bir yazıda; “partimizin daha iyi ve daha tam bir neşriyat organı olarak intişara başlayacak olan Ulus gazetesinin yeni şekil ve veçhesi hakkında vekâletlere yazılan” yazıdan söz ediliyordu. Buna göre; Başbakanlığın bakanlıklara emir vermesi isteniyordu. Gazetenin masrafları artmıştı ve bunun karşılanması için bakanlıkların “yapmakta olduğu maddî yardımın bu sene için artırılması” talep ediliyordu. Başbakanlık da bu talebi yerinde bulmuş ve bütün bağlı kuruluşlarla bakanlıklara ilgili yardımın temini hususunda yazı yazmıştı. Meselâ, Ekonomi Bakanlığı, yeni yılda yardımın artırılacağına ilişkin olarak Başbakanlığı bilgilendirmeyi gerekli görmüştü. Yardım talebi Genelkurmay Başkanlığı’na bile yapılmıştı.

Bakanlıklardan bir talep daha vardı; o da, her bakanlığın Ulus gazetesinin görevlendireceği bir muhabire haber almak konusunda yardımcı olacak özel bir memur tahsis etmesiydi. Böylece bakanlıklar da faaliyetleri konusunda Ulus gazetesinde yayın yapabileceklerdi. “Neşri muvafık olmayan” haberler elbette yayınlanmayacaktı! Gazete, kısaca “iş başında bulunan büyüklerinin yardımına muhtaç”tı.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!