“5. Yılında Suriye İntifadası ve Geleceği” Sempozyumu Yapıldı

Marmara Üniversitesinde “5. Yılında Suriye İntifadası ve Geleceği” Sempozyumu Yapıldı!

Marmara Üniversitesi Düşünce ve Hikmet Kulübü, “5. Yılında Suriye İntifadası ve Geleceği” başlıklı bir Sempozyum düzenledi. Üniversitenin Haydarpaşa Kampüsü’nde gerçekleştirilen program 14 Nisan Salı günü iki oturum şeklinde gerçekleştirildi. 10.30'da başlayan ilk oturumun başlığı “Suriye Halkının Onurlu Mücadelesine Bakış” iken 14.00'da başlayan ikinci oturum başlığı “İnsanlığın İmtihanı: Suriye” oldu.

İlk oturumun moderatörlüğünü gerçekleştiren Ömer Ekmen giriş ve tanıtım konuşmasında kulübün etkinliklerinden bahsederek sözü Ahmet Emin Dağ’a bıraktı.

Suriye Halkını Devrime Götüren Süreç

Sempozyumun ilk sunumu olan “Suriye Halkını Devrime Götüren Süreç” başlığını ORDAF üyesi Ahmet Emin Dağ sundu.

Ortadoğu İntifadalarından bahsederek giriş yapan Ahmet Emin Dağ Ortadoğu ülkelerinin birbirini cesaretlendirmiş olabileceğinden ama tamamen birbirinden bağımsız seyrettiğini belirtti. Durumu tek bir savaşın farklı cephelerine benzeten Dağ sözlerine şu şekilde devam etti: “İki temel nitelik hemen hemen her birinde aynılaştı. Birinci olarak, iktidar ile muhalefet arasındaki savaş. İkinci olarak, Şii dünya ile Sünni dünya arasındaki varoluş savaşı. Bunlardan ilki dünyevi amaçlarla yapılıyor. Dünyevi argümanlar ve motivasyonla yapılıyor. Fakat ikincisinde aslolan unsur varoluş mücadelesidir.” Hemen hemen her çatışmada meydana gelen üç tabakadan bahseden Dağ bu tabakaları açarken örneğin sahada Esed ile Özgür Suriye Ordusu savaşı var gibi görünse de durumun daha derin olduğunu söyledi. Bu savaşta uzlaşı arayışının olmadığını ve ne olursa olsun karşı tarafı yok etmenin esas amaç olduğunu söyleyerek, bir üst tabakada bölgesel aktörler, en üst tabakada ise küresel güçlerin varlığından bahsederek: "Bu yüzden Esed ve ÖSO'nun anlaşması yetmeyecektir. Türkiye, Ürdün ve hatta ABD, Rusya'nın da kabul etmesi gerekiyor." dedi.

Suriye halkının düzenden hoşnutsuzluğunun tarihini anlatan Dağ; nasırizm, sekülerizm ve esedizmi açarak baas hareketinin nasıl yükseldiğini anlattı. Hafız Esed’den sonra büyük bir umutla gelen Beşşar Esed’in sembolik birkaç iyilik hareketinden kısa bir süre sonra rejimi eski kimliğine kavuşturduğundan bahsedip sözlerini noktaladı.

5 Yıllık Onurlu Direniş Süreci

Sempozyumun ikinci başlığını Ahrar-u Şam Siyasi Ofis Sorumlusu Ebu Eymen sundu. Sözlerine en yakın zamanda Suriye halkının ve tüm özgürlük isteyen halkların isteklerine kavuşması dilekleriyle başlayan Ebu Eymen, "Çok zamandır biz bu kaybolmuş özgürlüğü arıyorduk." diye devam etti. Ne zaman harekete geçilse durdurulduklarını ve senelerce baskı altında yaşadıklarını ifade etti. Şimdi içinse "Rabbim bize yol açtı" dedi.

"Bu özgürlük ne için? Allah için. O'na özgürce ibadet edebilmek için. Tek istediğimiz Allah'ın şeriatını, isteklerini, hükümlerini yerine getirmek. Şeriat günümüzde belki başka bir şekilde anlaşılabilir ama anlaşılmasın. Allah'ın dediği ve Peygamberimizin (s.a.v) yaptığı gibi şeriat istiyoruz."

Bu devrimin beşinci yılında çok berbat gittiğini ifade eden Ebu Eymen ölenlerin hep halk olduğunu ifade etti. Üstelik Esed’in askerlerinden bir ölürse halktan on öldüğünü söyleyerek, bunun için bir çözüm isteniyor fakat kimse oralı olmuyor dedi. Bu devrimin silahsız başladığını hatırlattı: “Sadece özgürlük istemek için başlamıştı ama Esed silahını çıkarıp halkını vurmaya başladı ve bizi silah tutmaya zorladı. 6 ay silahsız geçti, sabrettik. Ama sonuca varamadık ve silah tutmak zorunda kaldık. Direniş başladıktan sonra Esed’in bombalaması ve zulmü halkı perişan etti ve ölüm kamplarına sürdü.”

İyi bir şekilde bu işi sonuçlandırmak için iki önemli unsurdan bahsetti. Birincisi saf birliği ikincisi ise halkın birbirine yardım etmesi ve destek olması. Konuyla alakalı şu ayeti hatırlattı: “Hayır işlerinde yardımlaşma ve saldırganlık işlerinde yardımlaşmayın, Allah'tan korkun.”

Suriye'deki durumlarına, aç susuz ve çember içinde nasıl yaşadıklarına değindikten sonra İdlib ile alakalı kısa bir bilgilendirme sundu. İdlib'in fethinin dört önemi var dedi ve şu şekilde açıkladı: “1.Esed askerinin hareketini engellemek. 2.Lazkiye'nin kırsal bölgesini ele geçirmek ve Şam'ı daha kolay ele geçirmek. 3. İkinci büyük il ve Türkiye'nin sınırı. 4.Hiçbir silah yardımı yokken devletlerden, bu fetihle ele geçen silahlar.”

Bu fetihlerden sonra halkın hayatını daha düzenli yaşaması için çalışmalara başladıklarını belirtti ve Allah'ın izniyle daha iyi olacağını söyledi.  Sözlerine “biz Ahraruşşam olarak Türkiye halkına çok teşekkür ederiz. Ve dileriz ki Allah bu durumu onlara hiç yaşatmasın “ diyerek son verdi.

Suriye Ayaklanmasının Türkiye’ye Yansıyan Boyutu ve Muhasebe

2. Oturumun son başlığını Özgür-Der Genel Başkanın Rıdvan Kaya sundu. “Ortadoğu İntifadaları 4 yıl önce başladığında genel olarak her yerde olduğu gibi Türkiye’de de özgürlük ve adalet talebi olarak büyük bir sempatiyle yaklaşılmıştı. İslami camia ise bunu zulme karşı İslami bir direniş olarak alıp daha büyük bir coşkuyla karşıladı.” sözlerine bu şekilde başlayan Kaya sürecin bütününe dönük olarak Mısır'da, Libya’da halkı ayağa kaldıran şey neyse Suriye'de de aynı saiklerin olduğunu, yani diktatörlüğe karşı bir kıyam gerçekleştiğini ama ilk andan itibaren içeride bazı kesimlerin Suriye halkının isyanına diğer halk intifadalarından farklı yaklaştıklarını belirtti. Bunda da İran etkisinin ve komplocu düşünme biçiminin etkili olduğunu ifade etti. Türkiye'nin penceresinden durumu değerlendirirken, AK Parti hükümetinin tutumunun genel anlamda olumlu ve halktan yana olduğunu belirten Kaya üstelik bunun için de ağır bedeller ödemeyi göze aldığını Reyhanlı hadisesinin bunun somut göstergelerinden biri olduğunu söyledi.

Türkiye’deki ulusalcı ve sol çevrelerin Suriye’ye hep çarpık baktıklarını söyleyen Rıdvan Kaya, öyle ki, Gezi olaylarında damdan düşerek ölen insanlar hakkında dahi büyük bir ajitasyona girişebilenlerin her gün varil bombalarıyla, füzelerle sistematik biçimde katledilen Suriye halkını çok rahatlıkla suçlayabildiğini belirtti. Selahattin Demirtaş’ın Kobani gündemi sırasında Suriye’de uçuşa yasak bölge talebine ilişkin sarfettiği sözlerin bu çarpık bakış açısına açık bir örnek oluşturduğunu söyledi.

Rejimin devrilmemiş olmasından kalkarak “hani devrilecekti?' demenin manasız olduğunu, devrimcilerin kimseye taahhüt vermediğini belirten Kaya “tam tersinden bakalım. Esed defalarca mücahitlere bir avuç terörist dedi ve hepsini yok edeceklerini söyledi. Ama bakın hâlâ mücadele ediyorlar.” dedi.

Filistin olayına başka Suriye olayına başka bakmanın, Filistin’de direnişin ne pahasına olursa olsun sürmesi gerektiğini söylerken, Suriye halkına teslimiyeti önermenin kabul edilemez olduğunu vurgulayan Kaya Müslüman bir halka zillete boyun eğmenin tavsiye edilemeyeceğini vurgulayarak sözlerini tamamladı.

İnsanlık Onuru Suriye’de Ölüyor

“İnsanlığın İmtihanı: Suriye”  başlıklı Sempozyumun ikinci oturumunun moderatörlüğünü Hacer Özdemir yaptı. Suriye’nin 5 yıldır zulüm altında olduğunu belirten Özdemir, hergün gelen şehit haberlerinin artık birer istatistikî veri olarak algılandığına değinerek yaptığı giriş konuşmasının ardından sözü Osman Atalay’a bıraktı.

 ‘İnsanlık Onuru Suriye’de Ölüyor’ başlıklı ilk sunumun konuşmacısı İHH Yönetim Kurulu Üyesi Osman Atalay oldu. Konuşmasına artık dünyanın gözünde yalnızca istatistik olarak kalan rakamlarla giriş yapan Atalay, Hama'da 80.000 insan hayatını kaybederken 50.000 mezarın yerinin hâlâ belli olmadığına değindi. “Resmi rakamlarda 7 milyon kişinin ülkeyi terk ettiğini görüyoruz. 15.000 Doktor Suriye'yi terk etmiş durumda."

Giriş kısmında tarihten ve Bosna gibi acı hatıralarımızdan örnekler vererek Sivil Toplum Kuruluşlarının ve medyanın duyarsızlığından yakındı ve sınıfta kaldıklarını ifade etti. Ayrıca belediye başkanları, milletvekilleri de yeterince ilgili olmadı bu meseleyle. Tarihte tekerrür eden bu katliamlara örnek olarak 1982'de Suriyeli Müslümanların kemiklerinin un haline getirilesiye yapılan zulmü anlattı. Ona rağmen bugün Suriye'de benzeri görülmemiş bir katliamın varlığını belirterek diğer sayılan örnekleri geride bırakmış durumda olduğunu ekledi.

Türkiye açısından bakarken şunlara değindi: “Çeçenistan ve Bosna savaşlarında Türkiye'deki siyasi durum ve laikliğe rağmen buradan savaşa gidenlere kimse pek sesini çıkarmıyordu. “ Bizler vicdani bir şekilde değerlendirmemiz gereken bu olayı ilk iki sene resmen tartıştık! 3. yılından sonra ise durumun daha iyi farkına varıldı. Sınır belediyeler daha olumlu davrandı." dedi.

“Tüm imkânlarını seferber etmiş Rusya ve İran iki süper ülke olarak rejimin yanında yer alırken bugün diyebiliriz ki Suriye direnişi başarılıdır.”

Atalay sözlerine şu şekilde son verdi: “Suriye'de vicdani olarak insanlık onuru ölüyor belki ama diğer taraftan destansı bir direniş var ve bu bir turnusol kâğıdı gibi gelecek nesiller için çok önemlidir. Özellikle İran İslam devriminin sonunun geldiğini gösterdi.”

Suriye’de İnsan Hakları İhlallerinin Hukuki Boyutu

Medipol Üniversitesi Öğretim Görevlisi Selman Öğüt, sözlerine uluslararası hukuku hiçe sayan Suriye hükümetinin sadece aciz ve vatandaşını korumayan bir devlet değil aynı zamanda zalim bir devlet olduğunu belirterek başladı.

“Birleşmiş Milletler Suriye konusunda yapmadıklarından, harekete geçmediğinden dolayı sorumludur. İşkenceler belgelenmişken ve daha da işkence devam ederken biz Müslümanlar izleyeceğiz. Ak Parti ve Türkiye olarak Avrupa'yı ve Amerika'yı yereceğimize biz neler yaptığımıza bakmalıyız” dedi.

Her Müslüman’ın bu konuda sorumluluk sahibi olduğuna değindi.  Son olarak: “Geçtiğimiz yüzyıl Müslümanların en rezil zamanıydı. Ama bu yüzyıldan umutluyum.” dedi.

Suriyeli Sürgün Çocuk ve Kadın Dramı

Oturumun üçüncü başlığını Suriyeli kadın ve çocukların durumunu anlattığı birçok belgeselin yönetmenliğini yapan Tülay Gökçimen yaptı. Gökçimen, “Bosna savaşı olduğu sırada öğrenciydim ve orada yaşananlara çok üzülüyordum. Müslümanlar birleşse zulüm bitse diye umut ediyordum. Fakat BM'nin güvenli bölge dediği yerde Srebrenitsa katliamı yaşandı.” diyerek neden bu işi yapmayı seçtiğine değinerek sözlerine devam etti.

5. Yılına giren Suriye'de artık ölümlerin raporunun bile tutulmaktan vazgeçildiğini hatırlatan Gökçimen, “Biz bu konuşmayı yaparken bile Suriye'deki çocuklar hapishanelerde işkence altında” dedi.

Suriye halkı için kamplara yapılan yardımların yetmediğini, oraların çok ciddi imkânsızlık içinde olduğunu söyleyerek, orada yaşamayan kişileri önyargılarıyla hareket etmemeye davet etti. Daha sonra, “ 'Kamplarda kuaför bile var, otel gibi yerler' diyen zihniyet değil bir gün sadece yarım günlerini bile orada o pisliğin ve çamurun içinde bakalım geçirebiliyorlar mı? şeklinde ekledi.

Çekimler için gittikleri sırada sessiz sedasız atılan varil bombası ve on dakika sonra gelen ambulansları gördüklerini söyleyen Gökçimen: “Orada ölüm artık öyle olağan ki sayılar istatistikten fazlası değil.” dedi.

12.000 kadının ölümünün tespit edilip belgelendiğini ifade eden Gökçimen, 2013'te 6.000 kadın tecavüze uğradı diyerek, Suriyeli kadınların başlarına gelenleri anlattıklarının bir kısmını belgeselde bile yayınlayamadıklarının altını çizdi.

Daha süt dişleri dökülmemiş çocukların uzuvlarını kopardı rejim, annesinin sütünü emmekten mahrum bıraktılar bebekleri diyen Gökçimen, silahlarla öldürülmekten kurtulan çocukları şimdi açlık öldürüyor şeklinde ekledi.

Konuşmasında anılarına sıklıkla yer veren Gökçimen, konuşmasına şu şekilde devam etti: Çocuklara sorduk ne olmak istiyorsunuz diye, çoğu doktor dedi. Biri ise 'ben büyüyecek miyim abla? O zaman şehit olayım' dedi. Benim ricam tüm siyasi ve ideolojik yaklaşımlardan bağımsız olarak burada vicdanla ve merhametle muamele etmelisiniz, şeklinde ekleyerek konuşmasına son verdi.

Mücadelenin Sürekliliği ve Sorumluluklarımız

Sempozyumun son başlığı olan “Mücadelenin Sürekliliği ve Sorumluluklarımız” konusunu Araştırmacı Yazar Hamza Türkmen sundu.

Şimdiki çizilmiş olan sınırların bizim sınırlarımız olmadığını belirterek sözlerine başlayan Türkmen, daha sonra şöyle dedi: "Batının Emperyal zihniyetine iç zayıflıklarımızla birlikte yenik düştük ve bugün için haritadaki sınırları çizdiler. Aslında bugün Suriye'yi konuşuyoruz ama bizim tarihimizde Bilâduşşam vardı ve merkezinde Halep vardı. Gelen muhacirlere neden geldiniz diye soruyorlar, oysa onlar kendi topraklarına geliyorlar. Sınırları çizen emperyalist zihniyettir."

Daha sonra ıslah, tevhid, şirk, ifsad kavramlarını açıklayarak ıslah hareketine değinen Türkmen, Islah hareketinin İslami hareketlerden çıktığını söyleyerek toplumu dönüştürme hareketi olduğunu ifade etti. Bunun ümmetin gücü olduğunu söyleyerek, “ıslah hareketini sağlamak için direnmek, barikatları aşmak ve intifada lazım” dedi.

İntifada’nın lügatteki ve terim anlamına değinen Türkmen şunları ifade etti: “İntifada lügatte kıpırdamak, hareket, üretkenlik, doğurganlık manalarına gelir. İntifada yolunu yitirmiş olanlara kılavuzluk yapmaktır. Yeniden diriliştir.”

Türkmen, Mısır'da şehit edilen kardeşimiz Esma Biltaci'nin babasının kendisine yazdığı mektuptaki şu söze dikkat çekerek şunları ifade etti: “Sen yüksek bir uygarlığa ulaşmak için ümmeti uyandıracak ıslah ve inşa yolunda yürüyordun!”

Hamza Türkmen sözlerine şöyle devam etti: “Batılılar insan hakları diyor oysa batılılar insan haklarının emperyalistleridir, insan hakkı meleği değillerdir. Mısır'da yaşananlara AB, ABD, İran ve Suud da darbe diyemedi. Bunların hiçbiri Müslümanların birleşmesini istemiyor çünkü Müslümanlar emperyalizme karşı durmaktadır.

Suriye'de her gün bombalar füzeler kullanılmasına, bütün zorluklara rağmen yiğit bir direniş var. Orada İran'ın Şebbihaları ve Rusya'nın tüm kuşatmasına rağmen İdlib özgürleştirildi. Bu zaferler belki Çanakkale savaşından daha büyüktür. Ama tabi Suriye'de yer altı yer üstü tüm imkânlar tahrip edilmiş durumda. Bu durumdan iktidara gelindiğinde büyük zorluklar beklemektedir. Bu durumda zaruriyetler merhale merhale yükselecek bir ıslah hareketi olmalıdır. Bunun için de yine çok önemli olan ümmeti bilinçlendirmek ve nitelikli eleman yetiştirmektir. Bugün çok az kişi olabiliriz ama bu ıslah üzere olduğumuza işaret eder. Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde Ortadoğu intifadaları artık tüm ümmet coğrafyalarında kalplerde yaşanıyor.”

Bireylerin merhaleci bakış açısıyla olayları değerlendirmesi gerektiğini söyleyerek sorumluluklarımızın çok geniş olduğunu hatırlatan Türkmen, şunları ifade etti: “Yoksa siz sizden önce gelenlerin başına gelenlerin sizin de başınıza gelmeden cennete gideceğinizi mi sandınız?” ayeti ile bu imtihanların gerçekleşeceğinin kitabımızda da zaten bize söylendiğini ifade etti.

Türkmen konuşmasının son bölümünde “İman edenler bir zorlukla karşılaştıkları zaman kenetlenirler” ayeti ile de mazlum kardeşlerimizle yardımlaşmamız gerekliliğinden bahsederek konuşmasına son verdi.

Haber: Hacer Özdemir/ Betül Zağlı
Foto:  Nalan Akgün/ Büşra Murat

 

 

Etkinlik-Eylem Haberleri

Diyarbakır Özgür-Der Gençlik Çalışmaları başladı
Ali Emre: “Gazze’nin bize değil, bizim Gazze’ye ihtiyacımız var”
Saraçhane'de eller Gazze için semaya kalktı: Lübnan halkının yanındayız!
Özgür-Der Gazze’de yemek ve temiz su dağıtımını sürdürüyor
Muşlu Müslümanlardan "Seccadeni Al Gel" etkinliği