450 hakim ve savcı için "göreve iade" kararı veren Danıştay'ı FETÖ'yle suçlamanın mantığı nedir?

Levent Mazılıgüney, FETÖ iddiaları sebebiyle görevden uzaklaştırılan hakim ve savcıların davaları düştükten sonra dahi mağduriyetlerinin sürmesinin kabul edilemez olduğunu vurguluyor.

HAKSÖZ HABER

Yaklaşık bir haftadır "Fetöcüler göreve iade ediliyor!" haberlerindeki trend muazzam bir yükselişe geçti yine.

Sağlıklı bir muhakeme ve adil bir yargı sürecine hiç gerek görmeyen, itham ve ihbarları esas alan bir mantıkla kadın-erkek, genç-yaşlı ayırmadan yüz binlerce insanı tek kalemde "Fetöcü" ilan etmeyi marifet bilen karabasan iklimi adeta geçmek bilmiyor. Siyaset, yargı, emniyet, ordu, medya veya bürokraside tasfiye edilmek istenen kişi ve çevreler için en etkili silah hâlihazırda "Fetöcü damgası" olarak iş görüyor.

Uzun ve zorlu yargı süreçleri sonunda takipsizlik veya beraat almış olmak da bir önem ve değer taşımıyor bu mantık karşısında. "Delil bulamadık ama şüphe yeterli" şeklinde özetlenebilecek korkunç muamelelerini "milli güvenlik tedbiri" ve "vatan görevi" diyerek pazarlayanlar neredeyse toplum ve devletten şeref madalyası bekliyorlar. Sağlam delilere ve adil şahitlere yaslanarak hüküm kurmayı saflık olarak addeden, Kemalist söylem ve teamülleri kılavuz edinmekle "güçlü devlet" olunacağı zannını propaganda eden gazeteciler, TV yorumcuları ve siyasetçiler bu ülke ve toplumu esasında yine ölümcül bir bataklığa sürüklemeye girişiyorlar.

En tuhaf ve en acı olan durum ise şu: Muhafazakâr siyaset ve toplum kesimlerinin Kemalist söylem ve aktörlerin peşine takılmayı marifet bilmesi. Hukukun üstünlüğü ilkesinin paspas edilmesine, adil yargılama sürecinin yük ve zarar sayılmasına o kadar teşne bir ruh hali oluştu ki beraat ve takipsizlik kararı alan mağdurlar da beraat ve göreve iade kararı veren mahkeme heyetleri de sistematik olarak kin ve nefretle hedef gösteriliyor adeta.

Hâlbuki bu sancılı süreç uzadıkça siyaset ve yargıyla birlikte toplum da onulmaz yaralar alıyor, zihinsel ve duygusal kopuşlar daha derinlere iniyor. Fetö'yle mücadele en başta sağlam bir siyasal akla, adil ve cesur bir yargılama sürecine ve nihayet bütün toplumu kuşatıp kucaklayacak dinamik bir gelecek perspektifine muhtaçtır. Ata/Türkçü ideoloji ve kadroları rehber edinerek, sadece 15 Temmuz'a karşı çıkarak 27 Mayıs'tan 28 Şubat'a tüm darbe süreçlerine selam durmuş tiplere alan ve imkan açarak alınacak mesafe bütün uğraşlara rağmen belki "bir arpa boyu" olacaktır. Eğer "Türkiye Yüzyılı" gibi büyük bir iddia ortaya konuluyorsa en başta ruhuyla, mantığıyla, kadro ve kurumlarıyla "bürokratik oligarşi"yle yolları kesinlikle ayırmak icap eder.

Bugün Serbestiyet'teki makalesini yargı süreçlerinde yaşanan çelişki ve yanlışlara ayıran Levent Mazılıgüney de hukuk güvenliği ve toplumsal huzurun güçlendirilmesi için herkesi toplu bir hafıza tazelemeye davet ediyor.


Levent Mazılıgüney / Serbestiyet

Meslekten çıkarılan yargı mensupları iade ediliyormuş? Öyle mi?!

Birkaç gündür “FETÖ’den ihraç 450 yargı mensubu göreve döndü” veya benzer başlıklarla haberler paylaşılıyor. Hem basında hem sosyal medyada yapılan yorumlar ise akla ziyan maalesef. Üstelik bu haberler ilk defa da yapılmıyor. Biraz hafıza tazeleyelim.

15 Temmuz darbe girişiminin gecesinde, saat 01:00 civarında henüz uçaklar havada iken 2.745 yargı mensubuyla ilgili önce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca gözaltı sonra  HS(Y)K tarafından açığa alınma kararı verilmişti. (https://www.aa.com.tr/tr/gunun-basliklari/hsykda-feto-temizligi-2-bin-745-hakim-aciga-alindi/609004) Birkaç gün sonra dönemin HS(Y)K Başkan Vekili ve 2. Daire Başkanı Mehmet Yılmaz bir açıklama yapmıştı: (https://www.aa.com.tr/tr/15-temmuz-darbe-girisimi/hsyk-baskanvekili-yilmaz-sorusturma-ete-kemige-simdi-burundu/611199)

İki yıldır yürütülen bir soruşturma var. 2 bin 740 hakim, savcı sayısı, yeniden, hemen pat diye ortaya çıkmış bir sayı değil. Bu soruşturma ete kemiğe şimdi büründü. Bu soruşturma devam edecek. Sayı genişleyebilir, tam tersi masum olanlar olabilir. Hızla hareket edilecek. Kimseyi mağdur etmeden, mağduriyet yaratmadan bütün gücümüzle hukuk çerçevesi içinde kalıp çalışacağız. Gece gündüz buradayız, son derece titiz davranılacak. Bu sayı artabilir de azalabilir de.” 

16 Temmuz 2016 gecesinden başlayarak darbeye karıştığı iddia edilen şüphelilerden önce listede yer alan 2.745 yargı mensubu için gözaltı işlemi yapıldı. 2.745 yargı mensubunun çoğunluğu Dosyalarında HS(Y)K açığa alma kararı dışında herhangi bir şey olmayan yargı mensuplarıydı ve çoğunluğu tutuklandı. 2.745 sayısına üyelikleri düşürülen 5 HS(Y)K üyesi, gözaltı kararı çıkarılan 140 Yargıtay ve 48 Danıştay üyesi dahil değildi. Mayıs 2016’da kalp krizinden vefat eden Bandırma Savcısı A.B. de 2.745 kişilik listede idi ve liste konusunda tartışmalara neden olmuştu.

2014 yılında başlatılan soruşturmalar hakkında halen resmi bilgi sahibi değiliz ancak soruşturmadan ziyade kapalı kapılar ardında ve kulaktan kulağa, elden ele listeler oluşturulduğunu, listeler oluşturulurken en önemli kriterlerden birinin de HS(Y)K seçimlerindeki oy tercihleri olduğunu yargı kararlarıyla, yargı kararlarında yer verilen “etkin pişmanlık”  beyanlarıyla öğrendik. (https://serbestiyet.com/featured/hatasiz-kul-olur-mu-olmaz-mi-yargitayin-birol-erdem-karari-uzerine-kopan-tartismalar-113333/)

Açığa almalar meslekten çıkarma kararlarına döndü. Gözaltılar, tutuklamalar devam etti. Açıklamalar da devam etti haliyle. Tarihler 2017 yılı Mayıs ayını gösterdiğinde meslekten çıkarılan hakim ve savcı sayısı 4.238 olmuştu ve “HSYK’da yeni döneme “FETÖ listesi” bırakılmadı” başlıklı haber manşetlerdeydi. (https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/hsykda-yeni-doneme-feto-listesi-birakilmadi/816291) Fakat ihraçlar devam etti, listeler bitmek bilmedi.

Daha önce Ekim 2022’de “FETÖ’den ihraç 342 yargı mensubu göreve döndü” veya benzer başlıklarla bir küçük kıyamet koparılmıştı ve Danıştay açıklama yapmak zorunda kalmıştı: (https://www.aa.com.tr/tr/gundem/danistaydan-meslekten-ihrac-edilen-hakim-ve-savcilarla-ilgili-kararlara-iliskin-aciklama/2721438)

Karara bağlanan 4 bin 788 dosyanın 4 bin 246’sında davanın esastan reddine, 11’inde davanın süre aşımı yönünden reddine, 51’inde dava dilekçesinin reddine, 15’inde karar verilmesine yer olmadığına, 123’ünde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

İptal kararı verilen dosya sayısı ise 342 olup mükerrer dava açılması gibi nedenlerle lehine karar verilen kişi sayısı 323’tür. İptal kararı verilen dosyalar henüz esastan kesinleşmemiş, 5. Daire kararlarının ilk derece mahkemesi olarak verilen kararlar olması nedeniyle Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca temyiz incelemesi devam etmektedir.

Danıştay bir nevi “sakin olun, endişeye mahal yok, kesinleşen iade kararı da yok, ama bizi de anlayın” demek istemişti, ya da ben öyle anlamıştım. Yeni bir açıklama yapılacak mı göreceğiz. Danıştay açıklamasından sayının 2022 yılı Ekim ayı itibariyle 4.788’e çıktığını ve 2017’deki açıklamalardan sonra da yargıdaki ihraçların devam ettiğini resmi ağızlardan öğrenmiş olmuştuk. İhraçlar devam ettiği için sayı muhtemelen biraz daha arttı. Dava açmayıp mesleğe dönmekten vazgeçenler de oldu. Dolayısıyla toplam ihraç sayısının 5.000 mertebesinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Staj aşamaları tamamlanmış olmasına rağmen yargı mensubu ol(a)madan OHAL KHK’ları ile ihraç edilenler, stajları sonlandırılanlar ve ihraç edilen askeri yargı mensupları da bu sayının dışında elbette.

Bir diğer önemli konu da Ekim 2022’de 342 diye duyurulan göreve iade sayısı Şubat 2024 itibariyle 450 oldu. Yani yargı süreçleri devam ediyor ve 8 yıla yakın zaman diliminde Danıştay 5. Dairesince toplam iade edilen sayıyı sanki bir defada iade edilmiş gibi anlatıyorlar.

Peki 5000 yargı mensubu neden ihraç edildi? Laf kalabalığını bırakıp mahkeme dosyalarına bakınca OHAL KHK’ları ve devamındaki süreçlerde ihraç edilen sıradan insanlar neden ihraç edildilerse aynı gerekçeleri görüyoruz. Yargı mensuplarındaki ilave gerekçeler ise HS(Y)K seçimindeki oy tercihleri ve bazı dava dosyalarında yer almış olmaları.

OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu faaliyetleri 2022 yılı sonunda tamamlandı ve 2017-2022 yılları faaliyet raporundan 127.292 başvuru yapıldığını, bunlardan 17.960’ı hakkında kabul kararı verildiğini öğreniyoruz. (https://ohalkomisyonu.tccb.gov.tr/docs/OHAL_FaaliyetRaporu_20172022.pdf) OHAL Komisyonunun kabul oranı %14,1 ve Komisyonun kabul kararı kesin. Danıştay 5. Dairesi ise 5.000 dosyadan 450’sine kabul kararı vermiş, oranı %9 yapıyor. Sayıyı 4.788 kabul etsek dahi oran %9,4’te alıyor. Buradan çıkan sonuç Danıştay 5. Dairesinin OHAL Komisyonundan çok daha düşük oranda mesleğe kabul kararı verdiğidir. Üstelik Danıştay Dairesinin kararı kesin değil ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunda temyiz incelemesine tabi, henüz hiçbiri kesin değil.

Danıştay 5. Dairesinin mesleğe iade kararı verdiği yargı mensupları kararın tebliğinden itibaren 30 gün içinde mesleğe başlayabiliyorlar. Ancak genelde en az istenen yerlere atamaları yapılıyor ve mobbing devam ediyor. Özlük hakları meslekten çıkarıldıkları gündeki kıdemleri üzerinden devam ediyor, kıdem ilerlemeleri karar kesinleşene kadar yapılmıyor. Kıdemleri ilerlemediği için maaşları da önceki kıdemlerine göre hesaplanıyor. Meslek dışında oldukları dönemde hak ettikleri maaşları da %9 yasal faiz ile ödeniyor. Ülkemizdeki enflasyonu anlatmaya gerek var mı?

Dosyaları temyiz incelemesinde olduğu için ve olası bir yürütmeyi durdurma kararında veya olumsuz nihai kararda yeniden meslekten ayrılmaları gerekeceği için diken üstünde çalışıyorlar. Darbe girişimi üzerinden yaklaşık 8 yıl geçmiş ve hala devam eden, kesinleşmeyen yargı süreçleri adil öyle mi?

Gelelim darbe girişimi sonrasındaki gözaltı ve tutuklanma süreçlerine. Yargı mensuplarının soruşturulmaları özel usullere tabidir ve bu özel usuller hakimlik ve savcılık mesleğinin bağımsız olabilmesi için gereklidir. Gözaltına alınabilmeleri için ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hali olması gerekir. Ben tank kullanırken gözaltına alınmış bir hakim veya savcı bilmiyorum. Bazıları pijamalarıyla evlerinde istirahat halinde iken gözaltına alınan yargı mensuplarına hangi eylemleri nedeniyle suçüstü yapıldı? Suçüstü hali olmadan, özel usullere riayet edilmeden yapılan adli işlemlerin adilliğinden bahsedilebilir mi?

AİHM de suçüstü haline inanmadı ve özel usullerin uygulanmadığını belirterek önüne gelen ve başvurularında bir eksik görmediği tüm hakim ve savcı tutuklama dosyalarına AİHS 5/1 (Özgürlük ve güvenlik hakkı, tutuklamanın hukukiliği) maddesinin ihlal edildiğine yönelik karar verdi. AİHM bugüne kadar toplam 1.103 hakim ve savcı tutuklama dosyasında hak ihlali kararı verdi ve her birine en az 5.000 Avro tazminat ödenmesine de hükmetti. AYM de AİHM kararları öncesinde hak ihlali yok derken, AİHM kararları sonrasında ihlal kararları vermeye başladı.

AİHM şimdiye kadar hakim ve savcı olmayan 366 kişi hakkında da tutuklanmalarıyla ilgili hak ihlali kararı verdi. 1.103 hakim-savcı ve 366 diğer (toplam 1.469) dosya içinde yargılamalara konu edilen tüm “kriterler” mevcut. AİHM tutuklama aşamasında “makul şüphe” yeterli derken, bizim yargımız sözde “kuvvetli şüphe” arıyor, yani bizim yargımız özgürlükten yana tavır alıyor. Ama gelin görün ki ulusal yargımızın kuvvetli şüphe görerek tutuklama kararı verdiği 1469 dosyada AİHM makul şüphe görmüyor ve hakim-savcılar için özel usullerin de uygulanmadığını söylüyor. Makul şüphe olmayan yerde mahkumiyet hükmü vermek için de gerekçe olabilir mi?

AİHM Büyük Dairesinin Yalçınkaya kararıyla bu soruya da cevap verdi. Adil yargılanma hakkı (AİHS md. 6), toplantı ve dernek kurma özgürlüğü (AİHS mg. 11) ile birlikte kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin (AİHS md. 7) ihlal edildiğine yönelik tarihinin en ağır kararını verdi. Yalçınkaya kararında şu kriter yoktu, bu kriterle şu kriter birlikte olsa delil olurdu gibi itirazlar da AİHM’in hükümete 1.000 dosyayı birden bildirmesi, “yeni bir şey söylemeyeceksen cevap verme” şeklinde özetlenecek bildirim metniyle de rafa kalkmış oldu. Çünkü hükümete bildirilen 1.000 dosya içinde tartışma konusu tüm “kriterler” mevcut. Yani, 450 yargı mensubu göreve iade edildi haberlerindeki “ihraç edilen şu kadar kişiyle irtibatı vardı, ByLock yazışmalarında adı geçiyordu, kullanıyordu, ankesörden aranmıştı” gibi veryansınların hukuken karşılığı kalmadı.

En çok tartışılan ByLock konusunda AYM ve AİHM arasındaki, dolayısıyla iç hukuktaki uygulama ile AİHM bakış açısı arasındaki farkları iki ayrı yazıda kaleme almıştım. (https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/bylock-konusunda-aym-ve-aihm-arasinda-gorus-farklari-neler-144843/ , https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/bylock-konusunda-aym-ve-aihmin-gorus-farklari-2-neden-zit-kararlar-verdiler-145115/)

2020 yılı başına gelindiğinde HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın başka açıklamaları da olmuştu: (https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/hsk-baskanvekili-yilmaz-su-anda-400-hakim-savci-ile-ilgili-devam-eden-sorusturma-var/1712196)  

” HSK, hakim ve savcıların en fazla iftiraya uğrayabilecek görevliler olacağı unsurunu da sürekli göz önünde tutacak. O nedenle dikkatli olmak zorunda. O yüzden de çok daha fazla düşünmek zorunda. Bizim çalışma düzenimiz de hep öyle oldu, suistimal edene sıfır tolerans, hele çeteleşmeye, yargı içinde kendi amaçları doğrultusunda belli gruplar oluşturup o amaçla çalışmaya kesin olarak izin vermeme, bunu da hakim teminatını zedelemeden başarma.

HSK kendine ulaşan, ciddi olduğu konusunda somut bilgiler, belgeler içeren bulguları hiç tereddütsüz araştırmaya devam ediyor. Diğer iddialar konusunda da yine incelemesini yapıyor, soyut, değersiz bulduğu zaman onları doğal olarak işlemden kaldırıyor ama somut, kanaat verici bulgular içeren her olay sonuna kadar inceleniyor.”

Gerçekten böyle mi oldu? Yargının itibarı arttı mı? Yargıda rüşvet iddiaları alıp başını gitmedi mi? Başsavcı, adalet komisyonu başkanı makamındaki yargı mensupları dahi mektuplarla HSK’ya başvurmadı mı? İddialar gerçekten münferit mi?

Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin Mart 2021 tarihli “Türkiye’de Hukuk Devleti” Raporunu bence her hukukçu okumalı. (https://oad.org.tr/yayinlar/rapor/turkiyede-hukuk-devleti-raporu/)  Venedik Komisyonunun Hukuk Devleti ilkeleri belli. (https://www.venice.coe.int/webforms/documents/default.aspx?pdffile=CDL-AD(2016)007-tur) Özgürlük Araştırmaları Derneği de bu ilkeler kapsamında inceleme yapıyor ve 720 hukukçuya 21 soru yöneltiyor. Üzülerek söyleyelim ki hukukçular dahi ülkemizin hukuk devleti olduğuna inanmıyor.

Henüz 12 Şubat tarihli Bağımsız Avukatlar tarafından hazırlanan ve çok sayıda avukat tarafından imzalanan “TEMİZ YARGI İÇİN ÇAĞRI! YARGIDA RÜŞVET İDDİALARI SORUŞTURULSUN!” başlıklı bildirinin sadece bir paragrafını alıntılayalım: (https://twitter.com/bak_avukat/status/1757019293516992603)

Son dönemde yargı ile ilgili krizler, iddialar, vakalar endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Bireyin hakkına ve adalete erişim inancı neredeyse kaybolmakta ve bu durum maalesef istenmeyen bazı sonuçlar doğurmaktadır. Maddi veya makam gücü ile hukuka aykırı menfaatler oluşturarak yargıda çözüm arayan veya çözüm teklif edenlere dair haberler gün geçtikçe artmaktadır.”

Bağımsız Avukatlar açıklamasında eksik var fazla yok. Tek tek örneklere girmeye gerek var mı?

AİHM’in Yalçınkaya kararı hakkında ilk kaleme aldığım yazıda (https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/aihmin-yalcinkaya-karari-ulkemiz-icin-bir-firsattir-143673/) kararın ülkemiz için bir fırsat olduğuna inandığımı belirtmiştim. Yalçınkaya kararının uygulanması gerekliliğine yönelik uluslararası hukuk STK’ları ve hukukçulardan 22 imzalı bir mektubun AYM Başkanına gönderilmesi sonrasında da Rahmetli Erbakan Hocanın “Hans anladı, Hasan anlamadı” sözüne atıf yaparak başka bir yazı kaleme almıştım. (https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/hans-anladi-hasan-anlamadi-145568/) Sabırla bekliyoruz anlaşılmasını.

Özetle, “450 hakim ve savcı nasıl iade edilir” diye sorulması yanlıştır. Doğru soru “kalanların ne suçu var ki iade edilmiyorlar” olmalıdır. Derdimiz ülkemizi uluslararası hukuk alanında daha fazla rezil etmek, hukukun dip yaptığı ülkeye bir türlü gelmeyen yatırımlar ve hukuk güvenliği zedelenen ülkede bozulan toplumsal huzur, bozulan ekonomi ve patlama yapan gerçek suçlar nedeniyle her bir insanımızı doğrudan ya da dolaylı mağdur etmek olmamalı. Bu kör dövüşü artık bitmeli.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!