4+4+4 Projesine Yönelik Eleştirilerin Mahiyeti

Bu toplum kuzu kuzu okul yoluna düşmeye, resmi ideolojiyi benimsemeye, Türkçü ve Atatürkçü bir toplum olmaya razı değildir.

Kenan Alpay, 4+4+4 eğitim sistemine yönelik sol-sosyalist kesimlerden sadır olan eleştirileri yorumluyor:

Toplumu Parçalayan Proje

 

Kesintisiz eğitimin rafa kaldırılması ile 28 Şubat darbe süreci dayatmalarının sonlandırılması arasında doğrudan bir ilgi ve ilişki olduğu muhakkak. Bu ilgi ve ilişki en üst düzeyde hem Başbakan Erdoğan tarafından hem de CHP lideri Kılıçdaroğlu tarafından açıkça ifade ediliyor zaten.

Eğitimde 4+4+4 modelinin teknik bir düzenlemeden ziyade, ağırlıklı olarak siyasi-toplumsal tercihlerle alakalı olduğu aşikâr. Bu siyasi-toplumsal tercihleri önceleyerek hareket etmek de son derece makul ve meşrudur. Kimse sterilize edilmiş, salt bilimsel kriterler üzerinden işleyen bir ‘eğitim-öğretim’ modeli rüyasına yatmasın. Bu tür rüyalardan hayra alamet yorumlar neredeyse hiç sadır olmaz.

Kemalist Model mi Serbest Piyasa Modeli mi?

Özgürlük, despotizm karşıtlığı, askeri darbe mağduriyeti, halkın tercihi vs. söylemlerini siyasetlerinin merkezine oturttuğu izlenimi veren sol-sosyalist kesimler neden zorunlu ve kesintisiz eğitimden yana tavır koyuyorlar? İddialarına bakılırsa AK Parti’nin sağlık hizmetlerini ‘neo-liberal piyasa’ya kurban ettiği gibi eğitim-öğretim hizmetlerini de ‘neo-liberal piyasa’ya kurban edeceği kaygısı taşıyorlar! Fakat bu ‘kaygı’ ne kadar haklı ve toplumda ne kadar karşılık buluyor acaba?

Bu ‘kaygı’, acı veren büyük gerçekleri örtmek üzere sistematik olarak büyütülüyor olmasın sakın! Şöyle ki muhtemel liberal tuzaklara dikkat çekme adına sürdürülen muhalefet tarzı esasen belli kesimlerde paranoyak bir ruh halini besleyerek ‘narkoz etkisi’ yapıyor.

28 Şubat sürecinde olduğu gibi bugün de aynı çark işliyor: Eğitim öğretimde sözde İslamcı ve neo-liberal saldırılara set olma adına sol-sosyalist parti ve sendikalar aslında Kemalist-Türkçü askeri düzeni muhafazaya soyunuyorlar.

Meclis’te kesintisiz eğitim kanununa son verme teklifi görüşülürken Ankara sokaklarında yaşanan manzara şunu anlatmaktadır bizlere: Sol-sosyalist kesimler de Alevi kesimler gibi mağduru olduklarını dillendirip durdukları Kemalist askeri bürokrasinin siyasetine meftundurlar. Stockholm Sendromu denilen hastalık sadece Alevi kesimlerin değil sol-sosyalist hatta Kürt ulusal hareketinin de şifa bulmak istemedikleri, acısına tutkun oldukları bir hastalıktır.

Toplumun siyasette makes bulan en ufak bir İslami hassasiyetine blokaj oluşturmak için DİSK’i TÜSİAD’la, KESK’i ADD’yle, BDP’yi TKP’yle, Birgün’ü Sözcü’yle, Evrensel’i Aydınlık’la kolayca yan yana getiren muharrik güç nedir? Anılan kesimlerin cemaziyel evvellerini bilenler açısından Kemalist bürokrasinin ürettiği burjuva sınıfının çıkarları için neden bu kadar direnç sergilediklerini anlamak esasında hiç de zor değil.

Dün olduğu gibi bugün de askeri cunta ve efradının toplum mühendisliğine lojistik destek sağlamayı ‘devrimci siyaset’ diye pazarlayanlar eksik olmuyor.  Kendileri için başkaca bir tutunma ve var olma imkânı bulamayan ‘devrimci ideoloji ve kurumların’ sergilediği ‘direniş’ten hiç kimseye hayır gelmez.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...

 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!