Milliyet’ten Can Dündar’ın önceki günkü yazısı imiş. Okumamıştım. Yargıtay içtihadları ile ilgili hafta içinde yayınlanan ilginç haber-yazı var mı diye arama yaparken, onun yazısı da karşıma çıktı..
Odatv sanıklarından birisinin, iddianame ek klasörlerine giren bir konuşmasını aktaran Zaman gazetesi haberi için, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin önce “Tazminat gerekir”, sonra “Tazminat gerektirmez. Basın özgürlüğüne girer” kararını konu edinmiş.
Bir gazeteci, böyle bir tartışmada, hangi karara destek verir?
Hangi karar basın özgürlüğünden yana ise, tabii ki ona destek vermesi gerekir.
Tartıştığımız konuda da, Yargıtay’ın ikinci kararı, “Basın özgürlüğü gereği tazminat gerekmez” şeklinde olduğuna göre, Can Dündar’ın da, son karara destek vermesi gerekir.
Hayır, o birinci karara destek veriyor.
“Gazeteci, özgür olmamalı. Gazeteci, her şeyi yazamaz” fikrinin daha isabetli olduğunu söylüyor. Adeta, kendi ayağına kurşun sıkıyor.
Nasıl bir ikiyüzlülük, görüyor musunuz?
Ergenekon eksenli davalarda, “Gazetecilik mesleğinden olup, örgütle irtibatı olanlar serbest bırakılsın” diye bas bas bağırıyorlar.. Mesleği gazetecilik olan Ergenekon sanıklarının tutuklanmalarını, “Gazetecinin tutuklanması, basın özgürlüğüne darbedir” diye yorumluyorlar..
Ama, bir iddianamenin ekindeki klasörlerde yer alan bilginin, okuyucu ile paylaşılmasını ise suç olarak sunmaya kalkışıyorlar..
“Yazmayın canım o bilgiyi.. Gizleyin. Sansürleyin..” diyorlar.. Yazılmış ise, “Verin tazminat kararını, görsün boyunun ölçüsünü” diyorlar.. “İddianamenin ekindeki bilgiyi yayınlayan muhabir mahkum edilsin ki, bir daha yazamasın o tür bilgileri” diyorlar..
Çifte standardı görüyor musunuz?
Bir yandan gazeteciye sınırsız özgürlük istiyorlar.. Terör örgütü ile bağı bile önemsizleştirmeye çalışıyorlar.. Bir yandan ise, haberciliğin cezalandırılmasını istiyorlar..
“Ama aynı daire, aynı dosyada iki farklı kararı nasıl verir? Can Dündar’ın bu yöne ilişkin itirazı haklı değil mi” diyenleri de rahatlatalım..
Açıp bakın, 4. Hukuk Dairesi’nin, Erbakan aleyhindeki onlarca kararına..
Hepsinde; iddianameyi boşverin, polis fezlekesini bile boşverin, kim olduğu belirsiz müfterilerin karakol beyanları dahi, “Resmi belgede yazılı bilginin yayınlanmasından, gazeteci sorumlu tutulamaz. Basın özgürlüğüne girer” gerekçesi ile, tazminat sebebi sayılmamıştır..
Bakın, dindar doktorun, dindar öğretmenin, dindar milletvekilinin aleyhindeki kararlara.. Hepsinde, “Gazeteci, görünür gerçekliğe bağlı kaldığında, gerçekdışı yayın yapılsa bile tazminata hükmedilemez. Gazetecinin görevi, o an görünen gerçekliğe uygun haber yapmaktan ibarettir” diye yazar..
Binlerce bu yönde karar var.. Ama tazminat isteyen, dindar bir kişi değil de, Odatv sanıklarından birisi olunca, aynı daire, verdiği binlerce kararı unutup, “Gazeteci, resmi belgede de yer alsa, her şeyi yayınlayamaz” kararını veriyor..
Böyle bir ortamda, “adamına göre verilmiş karar” sonradan düzeltilirse, hangi kararı eleştirmek gerekir? Binlerce kararla uyumlu olanı mı? Önceki içtihadlara aykırı olanı mı?
Tabii ki önceki içtihadlara aykırı olanı eleştirmek gerekir...
Çünkü yapılan; davacı dindar da olsa, solcu da olsa, “Resmi belgede yer alan bilgilerin yayınlanması, basın özgürlüğüne girer” içtihadında karar kılınması..
“Davacının kimliğine göre karar”dan, “herkese aynı karar” uygulamasına geçilmesinden, Can Kardeş niye rahatsız oluyor ki?
“Birbirine aykırı kararlara taktım bir kere” diyorsanız.. Bir örnek vereyim de, görün çelişkiyi..
28 Şubat sürecinde, Hürriyet gazetesinde Kurthan Fişek, köşesinden Hz. Peygamber’e hakaret eder.. Bir hanımefendi, dava açar: “Ben Müslümanım. İnancımın peygamberine hakaret ediliyor. Bu hakaret, bana da yapılmış sayılır.” Mahkeme davayı kabul eder. 4. Hukuk Dairesi kararı bozar: “Yayında İslam dininin peygamberine yönelik bir hakaret olsa da, bu durum her müslüman için yapılmış bir hakaret sayılmaz. Davanın reddi gerekir.”
Aynı tarihlerde, Hasan Mezarcı TBMM’de bir basın toplantısı düzenliyor. Bazı sözlerinin, Atatürk’e hakaret olduğu iddiası ile, şimdinin açığa çıkan CHP Milletvekili Şahin Mengü’nün başını çektiği bir grup Atatürkçü dava açıyorlar: “Hasan Mezarcı Atatürk’e hakaret etmiştir. Atatürk’e hakaret, bize hakaret demektir. 100 TL tazminat isteriz.”
Yerel mahkeme davayı reddediyor. Hz Peygamber’e hakareti, her Müslümana hakaret saymayan 4. Hukuk Dairesi karar veriyor: “Atatürk, tüm Türkiye’nin vazgeçilmez kabul ettiği bir liderdir. Ona hakaret, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına hakaret sayılır. Tazminat talebi haklıdır.”
Gördünüz mü çelişkiyi..
Bir hatırlatma daha ‘Can Kardeş’e.. “Yeni üyelerle, Yargıtay kararları değişti” diyeceğine, önceki kararı verenleri bir soruştursana. Göreceksin; onların başı, emekli olduğu gün, CHP kontenjanından İş Bankası’na yönetim kurulu üyesi oldu.
Başka ne diyelim ki?
YENİ AKİT