Türkiye'de gıda ürünlerindeki fiyat artışları nedeniyle yaşanan geçim sıkıntısı gün geçtikçe büyüyor.
Gıda fiyatları uzun süredir enflasyonun üzerinde seyrediyor. Bu nedenle her yıl başında yapılan asgari ücret artışı, gıdadaki yüksek zamların gerisinde kalıyor.
DW Türkçe’nin analizine göre Ocak 2018 ile Ocak 2021 arasında net asgari ücret 1603 liradan 2825.9 liraya çıkarak yüzde 76 zamlandı. Aynı dönemde Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) enflasyon sepetinde hesaplamaya dahil olan temel gıda maddelerinin üçte birinin fiyatı, asgari ücret artış oranından fazla arttı.
Türkiye ortalamasına göre hesaplanan resmi veriler, Ocak 2018-Ocak 2021 arasında geçen üç yılda, 116 temel gıda maddesinden 37'sinin, asgari ücret artışı olan yüzde 76’dan daha fazla zamlandığını ortaya koyuyor.
Fiyatlar 2-3 kat arttı
Örneğin sarımsak fiyatları yüzde 201 artışla üç katına çıkarken, portakalın fiyatı yüzde 148 yükseldi. Fiyatlar, pırasada yüzde 109, çarliston biberde yüzde 101, konserveler ve kabak çekirdeğinde yüzde 100, margarin ve kıvırcıkta yüzde 99, ayçiçek yağı, kuru üzüm ve sivri biberde ise yüzde 98 artışla neredeyse ikiye katlandı.
Aynı dönemde kuru fasulye ve kırmızı lahana yüzde 96, ıspanak ve karnabahar yüzde 94, kivi yüzde 92, yer fıstığı ve beyaz lahana yüzde 89, mısırözü yağı ve kuru kayısı yüzde 88, makarna ve mercimek yüzde 87 zamlandı. Şehriye ve fındık içi yüzde 86, bulgur yüzde 85, salça, tablet çikolata, kek, ay çekirdeği ve armut yüzde 84, ayva yüzde 83, tavuk eti, yumurta ve kakaolu toz içecekler yüzde 81, mandalina yüzde 78, balık ve tulum peyniri yüzde 77 fiyat artışı yaşadı.
Vatandaşın mutfağına giren 116 temel gıda maddesinden 45’inin fiyatı yüzde 70’ten, 81’inin fiyatı da yüzde 50’den fazla arttı. Aynı dönemde sadece nohut ve leblebinin fiyatı düştü.
"Gelirsizlik ve işsizlikle birleşti"
DW Türkçe’ye konuşan Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Veysel Ulusoy’a göre gıda fiyatlarındaki yüksek artış, gelirsizlik ve işsizlikle birleşince toplum üzerindeki yükü daha çok hissedilir hale geldi. Ulusoy, "Gıda fiyatları sadece fiyat bazında yükselmedi. Sadece asgari ücret de değil ücretler genel seviyesinin çok düşmesiyle de toplum bazında gelirsizlikle beraber yükü arşı aşan bir vaziyet halini aldı" diyor.
Akademisyenlerin oluşturduğu Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENA Grup) yöneticisi de olan Ulusoy, grup olarak Türkiye’de enflasyon oranını TÜİK, IMF ve Merkez Bankası verilerine göre 2019 için yüzde 55 civarında, 2020 için ise yüzde 36.72 olarak tahmin ettiklerini belirterek, asgari ücretin TÜİK tarafından resmi olarak açıklanan enflasyon oranına göre bile eridiğine dikkat çekiyor.
Türkiye’de temel olarak 2010’da kırmızı et piyasasında yaşanan çalkalanmadan beri gıdada genel bir denge ortamı sağlanamadığını söyleyen Ulusoy, yaklaşık 10-11 yıldan beri süregelen bu sorunun 2018 ekonomik krizi ve 2020 "pandemi krizi" ile daha da büyüdüğünü belirtiyor.
DW Türkçe’ye konuşan Işık Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Evren Bolgün de pandemiyle birlikte gelirlerin düştüğüne işaret ediyor. Bolgün, "Covid dolayısıyla hanehalkının gelirinde önemli ölçüde düşüşler oldu. Karantina ya da kısıtlamalar sebebiyle de gıda harcamalar arttı. Bu nedenle gıdadaki fiyat artışlarının son bir yıl içerisinde hanehalkı üzerinde yoğun ölçüde etki yarattığını söylemek mümkün" diyor.
Hal Yasası hep gündemde
Peki gıda fiyatlarının düşürülmesinde neden başarısız olunuyor?
Aralık 2014’te gıda ve tarım ürünleri piyasasını yakından izlemek ve gıda enflasyonu kaynaklı yapısal sorunlara çözüm bulmak amacıyla Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) bünyesinde Gıda Komitesi kurulmuştu. Yaş meyve sebze fiyatlarının düşürülmesi için 2012’de kapsamlı bir hal yasası devreye girse de yasa fiyatların düşmesinde etkili olmadı. 2019’da tanzim satışlar ve depo baskınları gündeme geldi. Şu anda halen yeni bir hal yasası üzerinde çalışıyor. Fiyat denetimleri sürüyor.
Prof. Ulusoy, "Reformların sözde piyasaya sunulduğu dönemlerde illa hal yasasından başladığını görüyoruz ya da en azından sözünü görüyoruz. Ama hiçbir zaman o hal yasasını değiştirecek kabiliyete, güce sahip ya da iradeye sahip bir siyasi düşünce bu zamana kadar görmedik" diyor.
Mersin’den, Antalya’dan demiryolu kanalıyla yüklenen gıda ürünlerinin bir günde hallere gelip şehirlere yayılmasının gıda fiyatlarını yaklaşık yüzde 50-60 düşürebileceğini söyleyen Ulusoy, kamu özel sektörü iş birliği ile yapılan yollar ve köprülerin de gıda enflasyonunun yaklaşık yüzde 30-40 fazlalaşmasına neden olduğunu ifade ediyor.
"Üretim dövize endeksli"
Doç. Dr. Evren Bolgün ise üretimin dövize endeksli olmasının fiyat artışlarında etkili olduğuna dikkat çekiyor. Bolgün, "Özellikle 2018’in Ağustos sonundan itibaren baktığımızda, 2018’in yaz aylarında yüzde 10 civarında olan gıda enflasyonunun kur şokundan sonra yüzde 30’ların üzerine çıktığını, keza 2020 yılı içerisindeki kur artışı nedeniyle de yüzde 10’ların üzerinde olan gıda enflasyonunun yüzde 20’ler seviyesine çıktığını resmi rakamlarda gözlemlemek mümkün" diye konuşuyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ocak ayı sonunda gıda fiyatlarıyla ilgili olarak, "Esnaflarımızda gerek sebze, gerek meyve ve bakliyatta çok ciddi fiyat farkları olduğunu görüyoruz, bunun için Ticaret Bakanlığı yoğun çalışma içinde, önümüzdeki bir ay içinde çok daha kontrollü bir şekilde yürüteceğiz. Vatandaşın ezilmesine tahammül edemeyiz. Çok ağır cezalar sizleri bulabilir" açıklaması yapmıştı. Ticaret Bakanlığı’nın ceza oranlarının artırılmasıyla ilgili çalışmaları sürüyor.
Doç Dr. Bolgün ise hükümetin almaya çalıştığı birtakım cezai müeyyidelerle bu tür fiyat artışlarının önüne geçmenin çok mümkün olmadığı görüşünde. Bolgün, çözüm için temel olarak döviz kurunda istikrar sağlamak ve döviz artışlarının kalıcı olarak enflasyonun üzerinde oluşmamasını sağlamak gerektiğini vurguluyor.
Ulaşım zincirindeki sorunlar
DW Türkçe’ye konuşan TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Baki Remzi Suiçmez de gıda maddelerindeki fiyat artışlarının nedenlerini, girdi maliyetlerinin artışı, arz talep dengesi ve gıdada tedarik zincirleri ile aracılık sistemi olmak üzere üç başlık altında özetliyor.
"Mazot, gübre, ilaç, tohum, yem, bunlar dövize bağlı girdiler ve dövizdeki artışa bağlı olarak da sürekli yükseliyor" diyen Suiçmez, gıdanın tüketiciye ulaşım zincirindeki sorunlara dikkat çekiyor. Sözleşmeli üreticilik yapan çiftçi maliyetini zor karşılarken tüketicinin yüksek fiyata ürün aldığını vurgulayan Suiçmez, "Kooperatifçiliğin yeterince olmadığı, hal yasasının yeterince işlemediği bir ortamda, ülkemizde tedarik zinciri, zincir marketler üzerinden yürüyor. Özellikle yaş sebze meyve, et ve süt ürünleri dahil. Çiftçinin tarladaki ürün fiyatı düşük. Tüketicinin ödediği fiyat yüksek" diye konuşuyor.
Peki martın ikinci haftasında açıklanması beklenen ekonomik reformlar, gıda enflasyonu için çözüm olacak mı?
Ekonomik reformlar çözüm olur mu?
Prof. Dr. Veysel Ulusoy, "Reformlar esas olarak her şeyin iyi gittiği durumlarda ekonomiyi daha da şahlandıracak mesafeyi kısaltacak bir yapıda önümüze gelir. Eğer reformları ikiz krizin en kötü dönemini yaşadığımız bugünlerde hayata geçirmeyi sloganvari bir şekilde belirtiyorsanız buna reform denmez, krizden çıkmak için gerekli tedbirlerin alınması bağlamında bir program ya da proje denilebilir" diyor.
Ulusoy, reformların temelde, üniversiteler ve köylü, çiftçi, tarla sahibi, esnaf, KOBİ sanayici dahil bütün ekonomik birimlerin ortak masada buluşmasıyla yaklaşık iki üç yıllık çalışma ile şekillenen bir resim olduğunu söylüyor. Mevcut durumda böyle bir resmin olmadığını ifade eden Ulusoy, "Biz sadece az sonra, reklamlardan sonra vb şekilde reform sözlerini görüyoruz. Bu samimi bir yaklaşım değil. Bence reform sözüyle şu anda siyasilerin yaptığı, biraz finansal piyasaları yumuşatmak, dövizi bir kalıp haline sokmak, faizi de olabildiğince sabit tutarak yükselmesini önlemek amacıyla haber etkisi niteliğinde ifadelerini kullanıyor.
Türkiye’de 19.5 milyon ücretli çalışanın 9.7 milyonu asgari ücretle çalışıyor. Ocak ayında enflasyon yüzde 15, gıda enflasyonu yüzde 18 oldu. Şubat ayı rakamları 3 Mart’ta açıklanacak.