Keşan Müftüsü Süleyman Yeniçeri'nin "Noel Baba yaşamış mı, yaşamamış mı belli değil.
Hıristiyan âleminin çıkardığı bir şahsiyettir. Noel Baba baca ve pencereden giriyor. Doğru dürüst birisi olsa kapıdan girerdi. Bizde kapıdan giriliyor, Kur'an-ı Kerim 'Evlere kapıdan girin diyor'. Neden bacadan giriyor ki?" demesi mutad yılbaşı tartışmasına keyif katması beklenirken, laikçi malum çevreler Müftü Bey'i hedef tahtasına oturttular. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da o her zamanki amirane, hâkimane ve azarlayıcı üslubuyla Müftü Bey'e sınırlarını hatırlatmakta gecikmedi. Halbuki Müftü Bey'in demeci bütün Türkiye'de 'hoş bir mizah' konusu olarak algılandı, insanlar 'adam olsa bacadan girmez' itirazını çok sevdi.
Öyle garip, insana 'la havle' çektiren görüşler ortaya atıldı ki, sosyo-kültürel bakımdan ne kadar patolojik durumda olduğumuzun tam resmidir. Mesela meşhur Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ "Noel Baba tamamıyla Türk'tür, bayramı da var, bu bayram Türk geleneğidir." diyor. Dostumuz Abdurrahman Dilipak, Noel Baba'nın 'İncil hafızı" olduğunu, bizim onu "İslam mirası içinde kabul ettiğimizi", "Kur'an kursu hocası gibi sayılabileceğini", "Müslüman kabul edilip mezarı başında Yasin okutulduğunu"; Katolik, Ortodoks ve Protestanların kendisini aziz ilan edip kültürel miraslarına katmak istediklerini söylüyor.
Oysa ne Noel Baba'nın Aziz Nikola ile ilişkisi vardır, ne Hıristiyanlar Noel Baba'dan hazzetmektedirler. Birçok Hıristiyan kilise ve çevre defalarca bu pagan figürün dinleriyle, Hz. İsa ile ilişkili olmadığını açıklamıştır. Dindar Hıristiyanlar için herhangi bir değeri yoktur, aksine Hz. İsa'nın dünyaya gelişini gölgelemektedir. 18. yüzyıl, ama özellikle 1930'da Coca Cola tarafından bir reklam figürü olarak üretilip kapitalist piyasaya sürülmüştür. Şimdi de piyasa tarafından tüketimi ve eğlence sektörünü tahrik edici bir unsur olarak kullanılmaktadır.
Arşivime bakıyorum, neredeyse her sene sonunda bu konuyla ilgili bir yazı yazmışım. Bu sene de yazıyorum. Biri dinini ciddiye alan dindar aile ve çevrelere, diğeri hükümete naçizane iki tavsiyem var:
1) Biz Müslümanların bin 400 sene kullandığımız takvim Hicri'dir, geçen yüzyılda olağanüstü şartlarda Miladi takvime geçmek zorunda bırakıldık. Takvim basit bir gün ve ay hesabı değildir; bir din, iktidar ve medeniyet perspektifinden zamanın yeni bir düzenlenmeye tabi tutulmasıdır. Aynı zamanda bir felsefedir. Fransız ihtilalcileri Kilise'nin zaman anlayışına itiraz ettiklerinden "devrimin üç idealinden biri olan eşitlik"i sembolize eder düşüncesiyle "gece-ile gündüzün tam eşitlendiği 22 Eylül"ü yeni takvimin başlangıcı ilan ettiler, ama tutmadı.
Biz Müslümanlar yılbaşı kutlamayız. Bizim kutladığımız iki bayramımız vardır: Ramazan ve Kurban Bayramı. Efendimiz (sas) Medine'ye geldiğinde halkın İran etkisinde Nevruz ve Mihrican günlerini kutladıklarını gördüğünde "Allah bu iki bayramınızı onlardan daha hayırlı iki günle değiştirdi: Kurban ve Fıtır (Ramazan) Bayramı." buyurmuş. (Ebu Davud, Salat, 245, Nesai. Iydeyn, 1) Biz de 31 Aralık akşamı hiçbir şeyi kutlamayalım, eğlence tertiplemeyelim, hediye alıp dağıtmayalım.
2) Hükümete önerimiz: Şırnak Uludere'de 35 masum genç yanlış istihbarat sonucu F-16'ların bombardımanıyla hayatını kaybetti. Bu olayda 'kasıt' yoktur, ama 'ağır kusur' vardır. Bence hükümet hiç değilse 1 günlük yas ilan etsin ve bunu Pazar gününe denk getirsin. Bu, Van depreminde nasıl bir ve beraber olduğumuzu bütün Türkiye olarak gösterdiysek, yılbaşı kutlamalarını iptal etmek suretiyle yine bir ve beraber olduğumuzu, acılarımızın ortak olduğunu göstermesi bakımından faydalı olacaktır. 35 masum can toprağa verilirken Türkiye, yılbaşı eğlencesi sarhoşluğuyla vur patlasın-çal oynasın mı gününü geçirecek?
ZAMAN