28 yıllık ayak sürüme…

Ali Bayramoğlu

Bugün 12 Eylül… Türk siyasi hayatının kara günlerinden birisinin, son açık askeri darbenin 28. yıldönümü…

12 Eylül'ünTürkiye karşısında hala nasıl dikildiği ortada: Etkisi tüm gücüyle süren vesayetçi bir siyasi anlayış, kalıntıları her yeri kaplayan 11 ciltlik mevzuat…

Peki Türkiye 12 Eylül karşısında nerede, nasıl duruyor?

Bunu cunta şefine, Kenan Evren'e bakarak açıklamak pek abartılı olmaz…

Afrika'dan Latin Amerika'ya, Avrupa'dan Asya'ya eski darbeciler arasında bir eli yağda bir eli balda yaşayan, "popüler yaşlı bir tonton" muamelesi gören, el üstünde tutulan tek darbe şefi muhtemelen Kenan Evren'dir.

Benzerleri ya hapishanelerde ya evlerinde tecrit edilmiş, toplumdan dışlanmış bir şekilde yaşarken Kenan Paşa hala bizim basının önemli bir siyasi-magazin malzemelerinden birisi olmayı sürdürür

Dahası her açıklaması 12 Eylül'ü meşrulaştıracak, sıradanlaştıracak bir tarzda gazete sayfalarını, televizyon ekranlarını süsler.

İki yıl önce, Türkiye asker-sivil gerginliği açısından en kritik günlerini yaşarken, şu inanılmaz sözleri söylemiş ve merkez medya bu sözleri olanca "sevimliliği"yle sayfalarına aktarmıştı:

"12 Eylül müdahalesini yapmış olmaktan pişman değilim... Bugün Türkiye'de öyle bir ortam olsa ve ben Genelkurmay'ın başında olsam tereddüt etmeden bunu yine yaparım... Bizim dönemimizde 36 kişi idam edildi... İdam kararlarını imzalarken ellerim hiç titremedi... İdam kararı hâkimler tarafından veriliyor, ancak Meclis'te onaylanmıyordu. İdam kararı veriliyorsa, bence uygulanmalı. Ben de idam kararını onayladım. Bu yüzden hiç vicdan azabı da duymadım..."

Ne vahim!

Söz konusu olan sadece "ilke ve geçmiş" değil, aynı zamanda "siyaset ve bugün"dür...

12 Eylül'den bu yana 26 yıl geçmesine rağmen, bir bakıma hala o dönemden arta kalanlarla boğuşmuyor muyuz?

"Milli Güvenlik Rejimi"ni Türk siyasi sistemine hediye eden Kenan Evren ve arkadaşları değil midir?

Velhasıl, 12 Eylül yasal sonuçları itibariyle, hem devletin işleyişinin militerleşmesi, hem askerî otoritenin özerkliğinin mutlaklaştığı bir aşamayı oluşturur.

Bu dönem, Silâhlı Kuvvetler'in anayasa yapmanın, yani "kurucu iktidar" olmanın ötesine geçip, "kurumlaştırıcı iktidar", yani yasa koyucu haline dönüştüğü bir dönemdir.

Nitekim üç yıl süren bir askerî cuntanın, Millî Güvenlik Konseyi'nin çıkardığı, temel hak ve özgürlükleri iyice kısıtlayan, yargı denetimini daraltan, yürütmeye, idareye ve kolluk güçlerine hak sınırlamak da dâhil olmak üzere aşırı yetkiler veren yasalar anayasa hükmüne dönüştürülmüştü.

Böylelikle hazırlanan 1982 Anayasası "özgürlük kural, sınırlama istisnadır" ilkesini tersine çeviren ilk Batı anayasası olmuştu.

Yasamaya görülmedik bir şekilde bütün hak ve özgürlükleri genel olarak sınırlama yetkisini vermişti. Bununla da yetinmemiş; her bir temel hak ve özgürlüğü kendi maddeleri içinde "özel" olarak sınırlamıştı. O da yetmemiş, özgürlük ve hakların kötüye kullanılmasını ifade eden yasakları tek tek sayarak yeni bir sınırlamaya daha başvurmuştu.

Bu sınırlamaları sağlama almak için 1961 Anayasası'ndaki özgürlüklerin "özüne dokunulamaz" ibaresini kaldırmış, yargı denetimini devre dışı bırakmıştı.

Kişi dokunulmazlığı ve güvenliği, özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığı, haberleşme hürriyeti konularında, yargıç ve yargının yetkisi kolluk güçlerine verilmişti.

Bu sınırlamaların gerekçesi ise, devletin ülkesiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması gibi hukukiliği su götüren, yasallık niteliği tartışmalı, muğlak, siyasî ve sübjektif, ideolojik yoruma açık unsurlardı.

Kenan Evren işte bunları simgeliyor...

Onu toton kılanları ve sivil anayasayı tehlike olarak görenleri hafife almayın…

YENİ ŞAFAK