28 Şubattan 17 Aralığa Hep Aynı Hikâye; Vesayet Şahane Gerisi Bahane

MUSTAFA SİEL

Gezi Parkı Süreci İle 17 Aralık Sürecinin Ne Alakası Var?

Geçen yıl bu tarihte yazdığım "Bir Başka Açıdan 28 Şubat" başlıklı yazıda, 28 Şubat sürecinin faillerinin ayağına dolanıp yıkan bir tuzağa dönüşerek, hoşumuza gitmeyen şeylerde hayır olabileceği hikmetinin bir kez daha tezahür ettiğini; fakat su uyur düşman uyumaz sözü gereğince, yeni 28 Şubatlara her an hazırlıklı olmamız gerektiğini söylemiştim, özetle.

Mayıs 2013'ün son günlerinde başlayan Gezi Parkı süreci, küresel planlama ve destekle kotarılan bir sivil darbe denemesi olup, 28 Şubat'ın yeni bir versiyonu idi, tutmadı. Gerisinin geleceği, özellikle okulların açılmasının ardından güz aylarında tekrarlanması beklentisi yüksek idi ise de, birkaç deneme cılız kaldı ve Gezi Parkının görünürdeki kızıl aktörlerinden bir numara çıkartılamayacağı netleşmiş oldu.

Herkes gibi bizde yeni darbe süreçlerini sokaklardan ve kızıl aktörlerden beklerken, hançerin hiç beklemediğimiz bir yerden, bizzat devletin en hayati bazı organlarını ele geçirmiş bu güne kadar kendimizden bildiğimiz bazı yeşillerden, hem de tam bir ihanet şeklinde tezahür ettiğini gördük ve afalladık.

Derin Cemaat Gezi Parkı Sürecinin Neresinde İdi?

Gezi parkı darbe sürecinin perde arkasındaki asıl güçleri olan küresel sistemin yerel! Sermaye ortakları ile bir kısım - candaş medyanın, 28 Şubat darbe sürecinde de perde arkasındaki odaklar olduğu görülmüştü.

Gezi parkı sürecinde derin cemaatin, en az gezinin esas aktörleri kızıllar kadar faal ve cevval olduğunu gördükse de; derin cemaatin sürece sonramı katıldığı, yoksa sürecin başından beri yer alan aktörlerinden mi olduğu konusu üzerinde ciddi olarak durulmadı, malum nedenlerle. Durulsa idi, belki de 17 Aralık'ın gerçekleşmesi mümkün olmaz, hançer sırtımıza girmeden görülebilirdi.

17 Aralık darbe süreci sonrasında, derin cemaatin 28 Şubat ve gezi parkı süreçlerinin perde arkasındaki yerel! Sermaye odaklarıyla sıkı fıkı ilişkileri faş olunca; Gezi parkı sürecinde de derin cemaatin esas aktörlerden, hatta belki de en esas aktör olup olmadığı hususu, üzerinde durulmayı gerektiren ciddi bir araştırma konusu kanaatimce.

İttihat Terakkiden Derin Cemaate Vesayet Tutkusu

29 Ekim 1923 meclis darbesi, İttihat Terakkinin Osmanlı Devleti üzerinde kurmuş olduğu vesayet sisteminin, T.C. ismi altında devamı için yapılmış ilk vesayet denemesidir ve tam bir başarıya ulaşmıştır. Öyle ki, halkın değil vesayetten çıkılmasına, vesayet sınırlarının gevşetilmesine ve genişletilmesine bile müsaade edilmemiştir yıllarca.

27 Mayıs ve 28 Şubat, bu vesayet sınırlarını biraz olsun gevşetme ve genişletme çabalarına karşılık yapılmış darbelerdir. 27 Mayıs darbesi tam başarıya ulaşmışken, 28 Şubat darbesi ters tepmiş, sınırlarının gevşetilmesine ve genişletilmesine dahi izin verilmeyen vesayetin, tamamen ortadan kaldırılabileceği bir sürecin başlamasına yol açmıştır.

Bu fırsatı iyi değerlendiren Erdoğan'ın, vesayetin sınırlarını iyice gevşeterek ve genişleterek zamanla buharlaştırma amaçlı olduğunu sandığım çabaları, en ciddi olarak gezi parkı darbe süreci ile durdurulmaya çalışılmıştır. Bu süreç başarıya ulaşsa idi, muhtemelen tekrar 28 Şubat zihniyetinin aynen hortlaması, kızıl aktörlerin iktidarı ve klasik Kemalist uygulamalara dönüş söz konusu olacak idi.

Bu Kez Yeşil Kuvvetler Halletsin!

Gezi parkı süreci ile son mermisini atan vesayetçi kızıl aktörlerden tamamen umut kesilmesi üzerine, bu kez zaten bir süredir bu iş için hazırlanılmakta ve hazırlanmakta olduğunun (saflığımızdan dolayı) yeni farkına vardığımız yeşil aktörler devreye sokuldu ve 17 Aralık darbe sürecine start verildi anlaşılan.

Eğer 17 Aralık süreci başarıya ulaşsa idi, laik Kemalist vesayetin yerine mistik Gülenist vesayet getirilecek; Müslümanlardan başka her kese karşı hoşgörülü olan bu mistik vesayet, Müslümanlara Kemalist uygulamaları aratan sıkıntılar yaşatacaktı kuvvetle muhtemel.

İttihat terakkiden 29 Ekim'e, oradan 27 Mayıs ve 12 Eylül'e, oradan da 28 Şubat ve 17 Aralığa kadar tekerrür ettirilen vesayet oluşturma ve sürdürme darbe süreçlerine baktığımızda; ister kızıl ister yeşil aktörler kullanılsın, ister katı laik, isterse ılımlı mistik İslam anlayışları hakim kılınmaya çalışılsın; perde arkasında emperyalist batılıların ve yerli! Sermaye baronlarının olduğunu ve hep bunların çıkarlarının korunmaya çalışıldığını net olarak görebiliyoruz.

Kendi Halkını Güdülecek Sürü Olarak Görenler

Kızıl yada yeşil tüm vesayetçilerin ortak anlayışı şudur. Reel olarak batı çoban, kendi halkı ise sürüdür. Hâlihazır konjoktürde çobanlık ihtimali söz konusu olmadığına göre, yapılacak en akıllı iş, çoban köpeği olarak batı çobanının işbirlikçisi olmaktır.

Bu anlayış sadece batı aşıklarının değil, batı karşısında aşağılık kompleksine düşmüş bir takım İslami akımlarında içselleştirdiği bir durum. Bunun dünya çapındaki en iyi misali Hindistanda ortaya çıkıp işgalci ve sömürgeci İngilizlerle işbirliği yapan Seyyid - Sör! Ahmet Han liderliğindeki Aligarh hareketi iken, memleketimizde de Fethullah Gülen önderliğindeki Hizmet Cemaati. Nitekim Hizmet Cemaati yıllarca batı bilimi ile İslam'ın çatışmadığını, Kur'anın batı biliminin yeni ortaya koyduğu bilimsel gerçekleri 1400 yıl önce haber verdiğini ispatlamaya çalıştı ve hala da çalışıyor. Dinler arası diyalog sevdası, Papa ve Vatikan ile içli dışlı olma, İsrail sevgisi hep bu kompleksin neticeleri aslında.

İşte bu ortak anlayış, gezici kızıl aktörler ile 17 Aralıkçı yeşil aktörleri aynı safta buluşturuyor. Halkı sürü olmaktan çıkarmaya, vesayeti ortadan kaldırıp halkın kendi iradesini ele almasına çabalayanlara ve şu anda bu konumda olan Erdoğan'a karşı olup, halkı kızıl yada yeşil, bir şekilde tekrar vesayet altına sokmaya çalışma çabaları.

Halk Sürü Olarak Görüyor İseniz, Sürü Lideri Koç Olun, Çoban Köpeği Değil

Ne kadar bozulmuş olursa olsun, halk elbette koyun sürüsü değil. Yada, batı halkları ne kadar sürü ise, bizim halkımızda o kadar sürü. Dikkatlice bakıldığında, halkımız ile batı halklarının siyaset karşısında çokta farklarının olmadığını, sadece toplumsal ve siyaset alanında kalite farkının olduğunu söyleyebiliriz belki?

ABD halkı ne kadar iradesini elinde tutuyor sizce? Lobilerin ve özellikle Siyonist lobilerin, derin yapıların, medyanın yönlendirmesine, bizim halkımızdan daha mı az açıklar?

Kaldı ki, halkı sürü bile görseniz, yapmanız gereken batının çoban köpeği olmaya çalışmak değil, sürünün ortak menfaati doğrultusunda sürüye yön vermeye çalışan öncü koçlar olmaya çalışmanızdır, kendinize ve halkınıza biraz saygınız ve onurunuz varsa.

Cahil Halkın Feraseti Okumuş Cahillerden Çok İleride

Burada şu sorunun cevaplanması gerekiyor, halk vesayetçilerin iddia ettiği gibi sürümüdür? Sadece memleketimizin 100 yıllık tarihine baktığımızda bile, halkımızın iddia edildiği gibi sürü psikolojisi ile hareket etmediğini rahatlıkla görebiliriz kanaatimce. Bu halk, koskoca bir İmparatorluğunun enkazı altında kalmasına rağmen, 1920'lerde kendini yok etmekten kurtardığını iddia eden Kemalist kadroya bile, zamanla gerçek yüzlerini gördükçe sırtını çevirmiş, bu kadro 1950'lere kadar ancak zorbalıkla vesayetini sürdürebilmiştir.

Bu halk onca dejenerasyon ve baskıya rağmen, 1950'de eline geçen ilk fırsatta zorba vesayetçilerine tokadı akşetmiş, sonradan gelişen vesayeti sürdürme çabalarında asla gönüllü olarak yer almamıştır. Özellikle 28 Şubattan sonra olayları daha iyi görmeye başlamış, başına örülmeye çalışılan vesayet çuvallarına, artık kafasını sokmamakta direnmiştir. Batı aşıklarının ve komplekslilerinin bunca çabasına rağmen, bu halkın hala batıya mesafeli durması ve kendisine dost görmemesi üzerinde durulmaya değer bir durum bence.

Beğenmediğiniz bu halk, aslında batı ve ABD halkından daha ferasetli bir halktır kanaatimce. Bu durum halkımızın her konuda iyi olduğu anlamına gelmiyor elbette. Gerek geçmişten aldığı olumsuz geleneksel miras, gerekse 100 yıllık vesayetin üzerine bindirdiği kişiliksizleştirme çabaları, halkımızı olumsuz yönde etkilemiştir. Ama buna rağmen halkımızın 100 yıldır ve özellikle son 10 yıldır gösterdiği feraset, bence batı halklarının (ve hatta çoğu İslamcının) bile fevkinde.

Eğri İle Doğru Net Olarak Ortaya Konsun ki, Helak Olan İradesiyle Helak Olsun

Halkı sürü olarak görüyorsak yapılması gereken sürü lideri koç olmaya çalışmaktır demiştik. Halkımız sürü olmadığına göre yapılması gereken nedir? Yapılması gereken çok açıktır. Tüm peygamberler ve varislerinin yaptığı şeyi, yani kavmimize - halkımıza hakkı tebliğ ile hidayeti için gayret etmek, halkımızın gerçeğinden gafil olduğu dininin -İslam'ın gerçeklerini ona ulaştırmaktır.

Ki 2.Bakara Suresi 256. Ayetteki durum ortaya çıksın, halkımız nezdinde eğri ile doğru apaçık ortaya çıksın ve halkımız buna göre iradesini kullanıp, dünyevi ve uhrevi ceza yada mükafatını görsün.

Dinde ikrah - zorlama yani, zorla Müslüman yapmak yada Müslüman gibi yaşatmaya çalışmak olmadığı gibi, İslam adına bile olsa vesayet ve zorba yönetimde İslami değildir. Bırakın Firavuni zorba vesayet sistemlerini, halkı koyun sürüsü görerek onlara önderlik yapmak bile İslami değildir. Kur'anda önderlerin ardı sıra cehenneme giren topluluklardan bahsedilmesine rağmen, önderlerinin ardı sıra cennete giren tek bir topluluktan bahsedilmez.

Bu nedenle dünya ve ahiret kurtuluşumuz, halkın her bir ferdinin İslam'ı doğru öğrenmesi, her konuda eğri ile doğruyu ayıracak seviyeye gelerek, istişare ile kendini idare etmesi ve vesayetçi yada önderlikçi tağutlardan kurtulması ile mümkündür ancak.

Memleketimiz 100 yıldır kızıl vesayetçi tağutların pençesinde kıvranmışken, şimdi yeşil vesayetçi tağutların pençesine düşürülmek isteniyor. Bize düşen, değil mistik vesayete boyun eğmek, tevhidi İslam adına bile olsa hiçbir vesayeti kabullenmemek, halkımızın hakkı idrak ile, kendi iradesini sadece kendi eline alarak istişare ile geleceğine yön vermesinin zeminini oluşturmaya çalışmaktır.

Dikkat! 28 Şubat Yeşil Versiyon İle Tekerrür Ettirilmeye Çalışılıyor

Bizim önceliğimiz ve temel görevimiz hakkı tebliğ ve şahitlik iken, bu görevlerimizi yapmamıza imkan ve alan sağlayacak yada engel olacak gelişmeleri takip etmemiz elbette kaçınılmazdır.

Şu anda yaşanan darbe süreci, tıpkı 28 Şubat süreci gibi, hem tebliğ ve şahitlik alan ve imkanlarımızı ortadan kaldırmaya, hem de İslami net kimliğimizle yaşamamıza çok ciddi yakın bir tehdit oluşturmaktadır.

Üstelik, tebliğimizin muhatabı olan halkı tekrar vesayet cenderesine sokarak hakkın ulaştırılmasının engellenmesi ve batının çıkarlarına uygun mistik bir endoktrinasyon - toplum mühendisliği amaçlanmaktadır.  Bu nedenle, kendi kimliğimiz, ilkelerimiz ve  metodumuz çerçevesinde, nasıl 28 Şubat darbesine karşı durdu isek, bu darbe sürecine de karşı durmamız elzemdir.

Bu Film Bıkıncaya Kadar Defalarca Seyrettiğimiz İnek Şaban Filmlerine Benzedi Artık

17 Aralıkla başlayan süreçte yaşadıklarımız ilk defa yaşanan şeyler değil. Ta İttihat ve Terakkinin Osmanlı Devletini vesayet altına alması esnasındaki alavere dalaverelerine, 23 Nisan 29 Ekim Müsamerelerine, 27 Mayıs darbesine bahane olarak öne sürülen iftiralara bile gitmeye gerek yok bunu anlamak için.

17 sene önce bu günlerde yaşadıklarımızı hatırlamaya çalışalım yeter. Hani Fadimeler, Kalkancılar, Müslümler vardı o günlerde manşetlerde ve kasetlerde. Erbakan ve Refah ile ilgili, özellikle yolsuzluğa dair iddiaları, Mercimekleri, yutulduğu iddia edilen Bosna paralarını tekrar hatırlamaya çalışalım. Hatırlayamıyorsak kişisel arşivlerimizi yada 28 Şubatla ilgili yazılmış kitapları yoklayalım.

İbret alınsa idi tekerrür eder mi idi tarih demişler ya, ibret alalım da tekerrür etmesine engel olmak için üzerimize düşeni yapmaya çalışalım. En azından oltaya takılan sazan pozisyonuna düşmeyelim ki, şu anda yaşadığımız günlere dair gerçekler ileride ortaya çıktığında, vah tüh ne enayi imişiz demeyelim. Müslüman bir yılan deliğinden iki kez ısırılmaz denir ya, 17 yıl gibi kısa bir süre sonra aynı yılan deliğinden ikinci kez ısırılmayalım hiç olmazsa.