28 Şubat’ta bizim yaşadıklarımız hayal miydi?

Ali Karahasanoğlu, 28 Şubat'a dair sol-Kemalist çevrelerin vurguladığı "FETÖ kumpası" iddialarının sıhhatini sorguluyor.

Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit

28 Şubat’ta bizim yaşadıklarımız hayal miydi?

Akit tv’de, hafta içi her gün saat 10.30’da yayınlanan Manşetlerin Dili programına hazırlanmak için, sabah gazeteleri açtığımda..

Yıllardır bu ülkenin öz çocuklarını, kendi ülkelerinde parya muamelesine tabi tutan Cumhuriyet gazetesinde,  28 Şubatçı generallerin haksız yere cezaevine konuldukları, aslında bir suçları olmadığı, FETÖ’cü hakim ve savcıların kumpası ile mahkum oldukları yazılı idi.

Cezaevindeki darbeci generallerin eşlerini, çocuklarını konuşturmuşlar..

“Siyasi intikam alıyorlar” başlığını atmışlar..

Hayret ettim.

28 Şubat’ta yaşadıklarımızı düşündüm.

Gazetemizde çalışan herkesin yaşadığı, şahit olduğu olaylar ardı ardına gözümün önüne geldi..

Yüz binlerce öğrencinin yaşadığı zulümler gözümün önünden bir film şeridi gibi akıp gitti.

Cumartesi günü toprağa verdiğimiz abim Mustafa Karahasanoğlu’nun çektikleri, “Geceleri pijama giymiyor, takım elbise ile bekliyorum.. Ki, darbecilerin baskısı ile polis gelip, beni gözaltına almak isterse, psikolojik harp amaçlı olarak, ‘Pijama ile gözaltına alındı’ manşetleri atamasınlar.. ‘Biz adamı, yatağından gelir alırız’ söylemi ile dindar insanları ezmeye çalışmasınlar” şeklindeki anlatımı, hepsi bir hayal miydi?

Biz kendi kendimize mi, o tarihteki generallerin sivil yönetime baskı yaptığı, istedikleri gazetecilere dava açtırdıkları, susturmaya çalıştıkları kuruntusuna kapılmıştık?

Canlı yayına yetişmem gerektiğinden..

Dosya taraması yapmaya vaktim yoktu..

İsim isim, açılan davaları listeleme zamanım yoktu..

Programa 4 dakikam vardı..

Boyumun iki katı yüksekliğindeki dolaplar dolusu ceza ve tazminat davaları dosyalarından, bir demet alıp, akit tv ekranlarında izleyiciye aktarmak istedim..

Sadece 28 Şubat sürecine denk gelecek tarihte açılmış dosyalardan olması için, 1997-1998 yıllarının dosyalarının olduğu üst rafa merdivenle uzandım ve dosyaları kaptığım gibi, canlı yayına çıktım..

Kim açmış, kime açmış, sebebi ne imiş, hiç bakmadan..

Amacım şu..

Hiçbir hazırlık yapmadan, öylesine elimi atarak aldığım yüzlerce dosyadan, gelişigüzel seçilmiş sadece 20 kadarında, darbeci generallerin gazetecilere neler yaptığını, somut olarak anlatmak..

Konuşmaya başladığımda, elimi attığım en üstteki dosya, şimdi cezaevinde olan, 28 Şubat darbecilerinden, apoletleri bugün artık sökülmüş olan Çetin Doğan’ın imzaladığı bir belgenin, gazetemizde yayınlanması sebebi ile açılmış ceza davası idi.

Çetin Doğan, birliklere yazdığı yazıda, “Cuma namazlarına gidilmesini, hutbede ve vaaz sırasında konuşmaların dikkatle dinlenmesini ve laiklik aleyhtarı konuşmalar olduğunda not edilmesini ve komutanlığa bildirilmesi”ni istiyordu..

Çetin Doğan, bu ülkenin dindar insanlarının verdiği vergilerle maaş alırken, vatan düşmanları ile mücadele için askerini eğitip, görevlendireceği yerde..

İbadet amacı ile camiye gitmesini yasakladığı askerine..

“Namaz kılmak için değil ama.. Namaz kılanlara yapılan vaazı dinlemek üzere.. Okunan hutbeyi dinleyip, not almak üzere camiye gidin ve laiklik aleyhtarı bir şey duyarsanız, bize getirin” diyordu..

“Laiklik aleyhtarı” ifadesinin ne kadar ucu açık olduğunu, siz tahmin ediyorsunuzdur sanırım.

Kanunlarda “laikliğe aykırı konuşma” diye bir suç yok ki, Çetin Doğan da, bu suçun takibi için, asker görevlendiriyor.

Kaldı ki..

Gerçekten suç niteliğinde bir fiil var ise, bunun takibi askerde midir, yoksa savcılarda mıdır?

Ve böyle bir belge elimize geçtiğinde, bunu yayınlamak, “gizli belgeyi ifşa suçu”na girer mi, girmez mi?

Bunla başladık.. Diğer dosyalarla devam ettim.

Neler vardı başka?

DGM’de açılmış bir başka dava, “İnançlı subaya ‘yüksek sicil vermeyin emri” başlığı ile hazırlanmış haber için açılmış. “Yetkili makamların neşir ve ifşaasını men ettikleri malumatı ifşa etmek” suçundan, DGM’de yargılanıyoruz..

Belgenin kaynağı, KKK 1. Ordu Komutanlığı.. 

YAŞ’ta, yargı yolu kapalı olarak atılan dindar subaylar var ya.. Onlara, hakettikleri “yüksek sicil notlarını vermeyin” deniliyor. Çünkü sorgusuz sualsiz atılırken, “disiplinsizlikten” diyorlar ya.. Bir çelişki doğuyor..

“Biz disiplinsiz isek, altı ay önce yüksek sicili niye verdiniz” uyarısı ile haberler yapılıyor, bu da darbeci generallerin çelişkisi olarak, kamuoyunun vicdanında mahkum oluyordu.. Onun için ne yapmaları gerekir?

Bu ifşa yapılmasın diye, akit’i susturmaları gerekir..

Geçtim bir başka dosyaya..

Bu sefer DGM’de değil, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılmış bir dava..

Genelkurmay Başkanlığı suç duyurusunda bulunmuş.. “Devletin Askeri Kuvvetlerini neşren tahkir ve tezyif etmek” diye tanımlamışlar, suçun adını..

Peki ne yazmışız da, bu suçu işlemişiz?

Abdurrahman Dilipak ağabey, “Dün bir mektup aldım” başlıklı bir yazı kaleme almış.

Yazıda şu ifadeler yer almış: “Birçok subay, gizlenmek için resmen örtülü eşlerini boşamışlar. Tabii dini nikahları kalmış. Fişlenmeler o noktaya gelmiş ki.. ana-baba, kardeş yetmemiş, hala-dayı, amca teyzeye kadar..”

Evet, bir yandan teyzeye kadar fişlenmeler ile dindar subaylar atılır iken..

15 Temmuz hain darbe girişimi ile öğreniyoruz ki, FETÖ’cü subaylar, ellerini kollarını sallaya sallaya, rütbelerini yükseltmişler..

Dilipak’a ise Ağır Ceza’da yargılanmak, abime de, “Pijama ile gözaltına alınmamak için, elbise ile polis beklemek” düşmüş..

Bir başka dosyaya el atıyorum..

Yine Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılmış “Devletin Askeri Kuvvetlerini neşren tahkir ve tezyif etmek” gerekçeli ceza davası.. Yine Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir suç duyurusunda bulunmuş.. 

Peki bunda suçumuz ne imiş?

Rahmetli Hasan Karakaya abimiz “Bu generaller sizi de sevmiyor Mesut bey” başlıklı yazıda şöyle yazmış: “YAŞ kararı ile bir başka göreve atanan ve isminin baş harfleri Ç. D. olan dört yıldızlılardan biri, geçenlerde sizin hakkınızda ne demiş biliyor musunuz, sadece İslamcı olanlar değil, dağdaki çoban da dahil İslami yaşantı içindeki herkes bizim için tehlikelidir.”

Bir demet dosya içinden, Mustafa abim için de iki tane ceza dosyası çıktı.. 

Birini vereyim. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, Cuma dergisinin 15 Ağustos 1997 tarihli nüshasında, “Demirel halkın değil, laiklik istismarcılarının babası” başlıklı bir yazı..

Evet, yanlış okumuyorsunuz..

Canan Kaftancıoğlu gibi, ne cumhurbaşkanının annesinin adı anılmış, ne argo bir kelime kullanılmış.

Ama biraz daha hayret edin diye, iddianameden birebir alıntılayalım: “ ‘.. baskıcı ve antidemokratik uygulamalara destek verdi. Çankaya’da o, hep ceberut devlet anlayışının vazgeçilmez temsilcisi olmuştur. O, belki laiklik istismarcılarının babasıdır.. şeklindeki yazı ile Cumhurbaşkanına hakaret edildiği ...”

Şimdi söyler misiniz, gazeteciler için bu davaları açtıran, onları takip ettiren 28 Şubat darbecilerinin yeri cezaevi midir, değil midir?

Bu vesile ile o haksız davalara muhatap olan abim Mustafa Karahasanoğlu’na, Hasan Karakaya’ya birer Fatiha dileğiyle..

Haber Haberleri

Suriye yeni bir hikayeye başlarken bize düşen sorumlulukların farkında olmalıyız!
Sistematik bir katliamı "Bahane" olarak görme hezeyanı
Türkiye’deki Suriyeli muhacirler Halep’e dönmeye başladı
Şeyho Duman vefat etti
BM temsilcisine Hamas protestosu