28 Şubat’ın Yargısı ve Umut Davası

28 Şubat cuntasının kanatları altına sığınan savcı ve polisler eşliğinde işkence altında zanlılara ezberletilen ‘itiraflar’ üzerinden Mumcu suikastının kapatılmaya kalkışılması karşısında Meclis ve Adalet Bakanlığı eli-kolu bağlı mı duracak?

Kenan ALPAY

Uğur Mumcu, Hrant Dink ve Misyoner Cinayetleri

Türkiye’deki ulus devleti gereğince tanımak için sorulacak ilk soru şu olmalıdır: Siyasi cinayetler ve psikolojik harp unsurlarının kullanılmasında resmi ideoloji ve iktidar sınıflarının rolü nedir?

Katil devlet hesap verecek!” gibi sloganlar atıp o katil devletin isim ve eşkâlini tanımlamaktan aciz siyaset ve ideolojilerin muhalif tutumlarına itimat edebilir miyiz? Çok zor. Çünkü gün gelip “katil devlet” ile doğrudan veya dolaylı bir takım ilişkiler kurup resmi ideoloji ve iktidar sınıflarıyla paralelleşen muhalif siyasi odakların hiç de yabancısı değiliz.

İrticai Topluma Misyonerlik Nasihati

Sol-sosyalist, liberal veya milliyetçi siyasetin İslam dışı kökleri ve kodlarıyla Kemalist iktidar sınıflarının ki aynı havzadan neşet ettiği için İslamcılıkla irtibatlı olanların dışında toplumsal zemini güçlü gerçek bir muhalif duruş mümkün olamıyor. Ama bu demek değildir ki İslamcılıkla irtibatlı siyasi iddialar manipüle edilmeye, söylem ve eylem düzeyinde resmi ideolojinin yönlendirmesine maruz kalmayacaktır.

Bu çerçevede yakın siyasi tarihte devlet katında üretilen Rum, Ermeni, Kıbrıs veya Kürt sorununa benzer bir mahiyet taşıyan misyonerlik mevzusunda da kamuoyuna hâkim olan söylem ve tepki biçimini gözden geçirmekte fayda var. Çünkü birçok siyasal-sosyal hadise üzerinden olduğu gibi misyonerlik üzerinden de resmi ideoloji iktidarını perçinleme imkânı devşirmiştir. Rahip ve misyonerlere karşı gerçekleştirilen silahlı saldırı ve infial uyandıracak biçimde işlenen cinayetlerin merkezi ve uzun vadeli bir planlama sonucu ortaya çıktığını belgeleyen önemli gelişme bu söylediklerimizi bir kez daha teyid etmiş oluyor aslında.

2000 yılının başından itibaren düzenli olarak MGK, sonrasındaysa Ankara Ticaret Odası gibi ‘sivil’ toplum örgütleri, İnönü Üniversitesi gibi akademik kuruluşlar ve Zekeriya Beyaz gibi ‘ilahiyatçılar’ eliyle bir tehdit unsuru olarak sistematik olarak propaganda edilen konu misyonerlikti.

Daha sonra Kafes Eylem Planı’nda ‘operasyonlar’ şeklinde icra edildiği anlaşılan mesele şuydu: Şubat 2006’da Trabzon’da Rahip Santaro’nun 16 yaşındaki bir çocuk tarafından öldürülmesiyle başlayan süreç 19 Ocak 2007’de Hrant Dink’in katledilmesi ve 18 Nisan 2007’de Malatya’da Zirve Yayınevinde üç kişinin boğazlanarak öldürülmesi. Ancak Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi müdahil avukatların taleplerini dikkate alarak Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Ege Ordu eski Komutanı Hurşit Tolon’la beraber bazı muvazzaf subayların tutuklanmasına karar verdi.

Hrant Dink davasında da mahkemenin “örgütlü suç yok” kararını bozan Yargıtay yeni yargılamada Kafes Eylem Planı’nda bahsi geçen ‘operasyon’un mahiyetini sormak ve Ergenekon’un beyin takımını deşifre etmek üzere bir kapı açmış oldu.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki Tolon’un Zirve Yayınevi’nde işlenen cinayetlerle bağlantılı olarak “silahlı terör örgütü yöneticisi” olmak suçundan tutuklanması kamuoyunu misyonerlik gibi vesilelerle devlet sınıfları eliyle icra edilen psikolojik harekât planlarına ilgi göstermeye yöneltecektir.

Yazının Devamı…

Yorum Analiz Haberleri

"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye