Açtığı çok boyutlu hasarlar göz önünde tutulmadan 28 Şubat darbe süreci için bitti-bitmedi tartışmaları yapmak çok da anlamlı olmasa gerek. Atatürkçü bir toplum modelini daha sağlam temellerde inşa etmek üzere koydukları sözde bilimsel-ilerici ve aydınlanmacı hedefler süratle çöktü. Sözüm ona ileri düzeyde devlet ve toplum tecrübesine sahip kurmay heyetlerce hazırlanan bin yıllık stratejik planlamalar meşru toplumsal dirençler karşısında rezil ve zelil bir biçimde hızla tasfiyeye uğramaktan kurtulamadı. Bu hızlı çöküntü ve tasfiyeye rağmen geriye despotizmin sebep olduğu öfke ve nefretten çok daha fazlası kaldı elbette.
28 Şubat darbesi ortada kaldı. Ne annesi ne de babası tarafından sahiplenilen gayrı meşru bir çocuk misali. Korkuyla gizlenen ve ısrarla reddedilen büyük bir günah gibi kimse adının 28 Şubat süreciyle anılmasını istemiyor. Fakat bu büyük günah sistematik olarak bütün bir topluma karşı hunharca ve defalarca işlendi. Tevil etmenin, inkâra kalkışmanın, üzerini kapatmanın sonuç vermesi hiç mümkün değil. Belki ağır aksak işleyecek, kimi eksikler, gedikler olacak ama bu büyük günahın sahiplerinin yüzleşmekten ve mağdurlarının da hesap sormaktan başkaca seçeneği yok.
İhtilalin Bileşenleri Nasıl Serbest Olabilir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afrika seyahatinin ilk ayağı olan Cezayir’de 28 Şubat darbesinin yargılanma sürecine ilişkin değerlendirme yaparken iki zıt meseleye değindi. Bunlardan birincisi darbenin sivil kanadının halen yargılanmamış olmasının yarattığı rahatsızlıktı. Diğeriyse (cezaevlerinde) adalet bekleyen mağdurlara yargının çare olması gerektiğiydi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan doğrudan ‘Beşli Çete’yi işaretleyerek sendikalar, medya ve iş dünyasının askeri cuntayla birlikte meşru seçimlerle iktidara gelmiş Hükümeti indirme projesinde oynadı rolün ‘bedelini’ ödemekten kurtulamayacaklarını ifade etti. Cümlesinin devamında askeri darbe süreci tarafından oluşturulan olağanüstü yargılama işlemlerini kast ederek derin ve sarsıcı bir acıya parmak bastı: “O zaman verilmiş kararlarla mağdur oldukları için haklarını arayan insanlar var.” Hakikaten de Genelkurmay Karargâhı’nda verilen brifinglerle medyanın daha baştan suçlu ilan ettiği insanlar yine diğer brifinglerin müdavimi olan hâkim ve savcılar tarafından haksız ve en ağır cezalara muhatap oldular.
28 Şubat darbesinin ülke ve topluma verdiği maddi-manevi devasa zararlar için asli faillere hesap sormamak kadar bu sürecin kurbanı olmuş mazlumların yaşadığı acılara son vermek üzere harekete geçmemek de sıkıntıları büyütüp kronikleştirmektedir. Mesela halkın üzerine tanklar süren, meşru Hükümeti düşürmek üzere türlü cunta faaliyetleri örgütleyen, bütün bir toplumu garnizon ikliminde yaşamaya mahkûm eden Org. İsmail Hakkı Karadayı, Org. Çevik Bir, Org. Çetin Doğan gibi darbe şefleri elini kolunu sallaya sallaya gezinip keyif çatıyorlar. Ancak aynı ülkede adı bile bizzat işkenceli sorguları düzenleyen terörle mücadele ekipleri tarafından koyulan örgütlere üye olmak suçuyla gencecik insanlar 20-25 yıldır diri diri betona gömülmüş olarak yaşıyorlar.
Bir korku masalı, bir gerilim filmi senaryosu filan anlatmıyoruz. Kimseleri de temize çıkarmaya girişmiş değiliz, defalarca yaşanmış bir teamülün kısa özetidir anlattığımız. Sivas Davası’ndan Uğur Mumcu’ya suikast davasına, İslami Hareket dosyasından Jak Kamhi davasına değin yargıda yaşanan skandallar dizisi geriye haksız yere hapsedilen yüzlerce mahkûm ve binlerce mahkûm yakını bırakmıştır. Hemen bütün dosyalar uydurma veya abartılı deliller hatta yalancı şahitler eşliğinde, hukuk mantığına değil yargıyı brife eden askeri cuntaların kurgusuna göre sonuçlandırılmıştır. En kestirmeden sonuç almak üzere İslami kimliği belirgin bu kişi ve çevrelerin eylemleri “devletin anayasal niteliğini silah zoruyla değiştirmek” gibi affedilemez bir suça bağlanarak resmen bir kıyım gerçekleştirildi.
Ne Kadar Adil Olduğunuzu İyi Biliyoruz!
Emniyet sorgularında işkence ve kötü muamelenin başat unsur olduğunu reddedebilecek aklıselim bir kimseyi bulmak ne mümkün. İlga edilmelerinin üzerinden epeyce bir zaman geçmiş olsa bile Devlet Güvenlik Mahkemesi ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin davaları görürken hukuk ve vicdan yerine Kemalist oligarşiye sadakatle hareket ettiği kimseye sır değil. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a suikast girişiminde bulunan Kartal Demirağ hangi suçtan yargılandı ve ne kadar hapis yatıp tahliye edildiğini biliyoruz. Peki, Jak Kamhi’ye suikast girişimi davasında yargılanan Can Özbilen, Osman Erdemir ve arkadaşlarının hangi suçlar dizisinden yargılanıp ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildiğini biliyor muyuz? Böyle ahlaksız ve tutarsız bir yargı sürecine hangi toplum neden saygı ve güven duysun?
Doğu Perinçek ve Aziz Nesin’in başını çektiği ‘Şeytan Ayetleri’ provokasyonuyla alt üst ettikleri Sivas’a 33 idam kararı vermek üzere resmen bir engizisyon mahkemesi kurulmuştu. “Sivas’ta kurulan Cumhuriyet’i yıkmak üzere diri diri insanları yaktılar” kara-propagandasıyla esasen Aydınlık-Perinçek çetesinin bir parçası olduğu 28 Şubat sürecine giden yolun taşlarını döşeniyordu. Sivas’ta görülen davada ne örgüt ne de devletin anayasal düzenini bozma suçlaması vardı. Ancak yargılamaya Yargıtay üzerinden askeri cuntanın müdahalesiyle tüm hukuk prosedürü çiğnenerek yargılama önce Ankara’ya alındı ardından Madımak’ın yakılması ve 33 insanın dumandan zehirlenerek ölmesinde hiçbir dahli olmayan 33 insanın kalemi kırıldı. Laik-Kemalist hegemonya yargı sürecini tipik cunta mantığıyla yönetti ve sonuçlandırdı maalesef.
Yaşanan mağduriyetlerin telafi edilmesi mümkün değil elbette ancak hiç değilse devamını engellemek için acil tedbirler hayata geçirilmeli değil mi? Mesela 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün meseleyi şu vurgularla hatırlaması ve hatırlatması yerinde olmuş: “O zamanki olağanüstü dönemde brifinglerle yönlendirilen ve adil yargılama ilkesinden uzaklaşan mahkemeler birçok kişiye çok ölçüsüz cezalar verdiler. Bunlardan 600'e yakını hala mahkûm. Mahkemeler yeniden yargılanma yolunu bu kişilere açarsa haksızlıkların geç de olsa telafisine imkân vermiş olurlar.”
Yine eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun şu çağrısına bigane kalmak adalete susayanlar için hiç mümkün mü?: “28 Şubat döneminde gerçekleştirilen tüm hukuksuz uygulamalarla yüzleşmek ve bu sürecin oluşturduğu mağduriyetleri gidermek şüphesiz en önemli önceliklerdendir. Başta din ve vicdan özgürlüğünün önündeki engeller olmak üzere birçok anti-demokratik uygulama nasıl son 15 yıl içinde kaldırıldı ise 28 Şubat’ın tüm kalıntılarını temizleme süreci tereddütsüz devam etmelidir. O dönem mahkemelerinin verdiği kararlar da mutlaka gözden geçirilmelidir.”
İşledikleri darbe suçunun bedelini ödemesi gerekenler için yargı gayet gevşek ve müşfik davranıyor halen. Fakat darbecilerin mağduru olarak ömürleri demir parmaklıklar arasında çürüyen Müslüman mahkûmlar için yargı halen düşmanca ve gaddarca davranıyor. Merhamet değil sadece ve sadece adil bir yargılama istiyoruz.
Yeni Akit