15. yılında bütün rezillikleriyle ıskartaya çıkmış 28 Şubat darbe sürecinden bahsederken hatırlanacak ve hatırlatılacak ne kadar da çok şey varmış değil mi? Oysa şimdilerde çoğuna iğrenerek ve istihza ederek baktığımız olaylar ve aktörler bir dönem nasıl da bütün bir toplumun üzerine karabasan gibi çökmüşlerdi.
Darbe politikalarıyla ve cunta örgütleriyle hesaplaşmaya başlamış siyaset ve toplumun 28 Şubat sürecine dair bir hesaplaşmaya girmemesi düşünülemezdi zaten. Bu halde cevabı aranan sorumuz şu: 12 Eylül darbecilerinin yargılanmaya başladığı bir vasatta 28 Şubat’tan miras kalan prangalardan kurtulmak için neler yapmalı ve işe nereden başlamalıyız?
Kamuoyuna hâkim kılınmak istenen atmosfere bakılırsa birileri 28 Şubat darbe sürecindeki suç ve suçluların vasıflarına dair bir kategorizasyon yapılmadan hesaplaşmaya girişilmesi yönünde manipülasyonlar yapıyor sanki. Türkiye’de gerçekleştirilen darbelerin muharrik gücü ve örgütü hangisidir?
Muhakkak ki her darbe bir koalisyon tarafından tertiplenir fakat bu tertibin merkezinde ağırlık kazanan bir güç merkezinin varlığı inkâr edilemez. Darbeyi hayata geçirebilecek imkân ve kadrolar nerede var? Ne kadar isterlerse istesinler yargı bürokrasisi, sermaye sınıfı, merkez medya, akademik kadroların darbe yapma gücü, potansiyeli yok. Bu sayılanlar olmaksızın bir darbeyi mümkün kılmak zordur elbet. Lakin bu sayılanlar darbenin merkezinde değil olsa olsa bitişiğinde birer destek unsuru olarak yer alabilirler.
Demirel: ‘MGK, Devlettir’
28 Şubat darbesini yürürlüğe sokan sürecin merkezinde MGK vardı. Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’in özlü ifadesiyle “MGK, devlettir!” Ayda bir toplanan MGK’nın görevi neydi? Birkaçını hatırlayalım: MGK, seçilmiş Hükümetin Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları tarafından hesaba çekildiği, ‘tavsiye’ adı altında siyaset ve toplumun hizaya sokulduğu, ‘iç tehdit’ adı altında İslami kimliğe ve Kürt sorununa karşı baskıcı güvenlik politikalarının yürürlükte tutulduğu bir ‘merkez’di.
MGK, Hükümet-Ordu dengeleri üzerine bina edilmiş bir platform görüntüsü veren ama açıkça Hükümetin Ordu tarafından periyodik olarak sığaya çekildiği, yani askeri vesayetin, darbe politikalarının en üst düzeyde icra edildiği ‘merkez’ statüsündeydi. MGK’nın rengini, şeklini ve misyonunu belirleyen ise hiç şüphesiz Genelkurmay Karargâh’ıydı.
28 Şubat darbe süreci Cumhuriyeti koruma ve kollama vazifesini uhdesinde tutan TSK’nın, Erbakan Hükümeti’ni MGK üzerinden bir emri vaki içerisine sürüklemek üzere harekete geçmesidir. Bütün hesaplar Erbakan Hükümeti’ni boyun eğdirmek veya düşürmek üzerine bina edilmişti. 28 Şubat darbe sürecinin temelinde zorunlu ve kesintisiz eğitim dayatması başta olmak üzere hem siyaseti hem de bütün bir toplumu daha sıkı bir laik-Atatürkçü bir terbiye sistemine sıkıştırmak hedefleniyordu.
Kuruluşundan itibaren bu hedef doğrultusunda konuşlanan TSK-MGK her zaman olduğu gibi hükümetler üstü iktidar statüsünü korumak üzere Kemalist ideolojinin her rengini yanında hazır kıta bekletiyordu.
Brifing: Verenler, Alanlardan Daha Ağır Suçludur?
Evet, doğru. Gazete manşetleri 28 Şubat sürecinde rezillikte, edepsizlikte, zorbalıkta nasıl da yarış yapmışlardı. Gerçekten de aydın-gazeteci sınıfı, Genelkurmay Karargâhı’nda akredite edilmiş olmanın hakkını eda etmek üzere silah çeker gibi, tank sürer gibi toplumun İslami değerlerinin üzerine şevkle ve şehvetle saldırıya geçmişlerdi. Ama bu tabansız ve asalak aydın-gazeteci sınıfının şevk ve şehvetini arttıran, cesaretlendiren ve koordine eden merkezi unutursak adalet arayışımızda bir eksiklik hatta derin bir tutarsızlık tezahür edebilir.
Brifingler meselesi tam da bu noktada bir kez daha hatırlanmalı. Yargı ve bürokratik kadrolar gibi Genelkurmay Başkanlığı’nda tertiplenen brifinglere koşanlar arasında beklendiği üzere medya mensupları da vardı. Bakın o brifinglerden birinde yargı, akademi ve medya mensuplarına Harekat Daire Başkanlığı tarafından neler söylenmişti:
“Radikal İslam, Cumhuriyetin temel ilkelerine ve niteliklerine karşı bir numaralı tehdit olmuştur. Radikal İslam’ın yok edilmesi hayati önem taşımaktadır. Siyasal İslam tehdidinin ortadan kaldırılması için bataklığın kurutulması gerektiğini söylüyoruz. Bütün hukuki tedbirleri ile birlikte çok sert tedbirler gelecek. Radikal İslam mutlaka cezalandırılacak. Katmerli ve korkunç bir suç var ortada. Radikal İslam’ın yanında kim olursa olsun, gözünün yaşına bakılmayacak. Bu kişi isterse Başbakan olsun, isterse bir parti olsun.”
Dönemin İçişleri Bakanı’nı dahi “kazığa oturmayı” kafasına koymuş bir askeri cuntadan bahsediyoruz. Bu sebeple yargılamaya Karadayı, Kıvrıkoğlu, Çevik Bir, Özkasnak, Silahçıoğlu gibi darbeci generallerden başlamalı. Parti kapatmakla görevlendirilen Anayasa Mahkemesi üyeleri ve Yargıtay savcıları, üniversiteleri zorbalık merkezi olarak örgütleyen rektörleriyle devam etmeli. Sonra elbette medyanın da hesabı görülmeli.
Darbenin, psikolojik harekâtın ve askeri vesayetin tetikçisi medyadan değil de merkezi ve koordinatörü Genelkurmay Karargâhı’ndan başlamak daha doğru ve sonuç alıcı olacaktır.