1998’de tutuklanıp 10 gün sonra serbest bırakıldığında şunları söylüyordu, bugün gündemde olan Emniyetçimiz: “Neden tutuklandım bilmiyorum. Bana davayı açan askerî avukat, tutuklayan yarbay, bilirkişi binbaşı!” Evet, bunları söyleyen kişi; Ergenekon sanıklarının son ümidi haline gelen Hanefi Avcı.
Kitabındaki hayâlî iddiaları ile kartel medyasını pek sevindiren Hanefi Avcı’nın kendisi de, 1998’lerde, aynı Ergenekon çetesinin hedefindeydi aslında..
Ona hem de Emniyet’teki arkadaşları yapıyordu suçlamayı: “İllegal yapılanma içindedir. Örgüt mensubudur!”
Kimdi bu suçlamayı yapan Emniyetçiler?
Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral, Terörle Mücadele’den Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak, Şube Müdürü Ersan Dalman ve Emniyet Amiri Zafer Aktaş..
Nereden mi biliyoruz bunları?
Yok canım, biz istihbaratçı falan değiliz. Hukukçuyuz.
Hanefi Bey bir dava açmış, bu dört Emniyetçiye.. Bizim bilgimiz de, o davadan nakil!
Bakın ne diyor Hanefi Bey, dava dilekçesinde bu davalılar için: “Davalı meslektaşlarım, benim için ‘Fethullahçı’ diye rapor hazırladılar. Hakkımdaki ‘Fethullahçılık’ iddiası tamamiyle asılsız ve kasıtlı. Davalılar; kin, intikam ve hedef aldıkları kişileri karalayarak mesleki geleceklerini lekelemek amacıyla rapor hazırlamışlardır.”
Şimdi 2010’da, bu işin benzerini Hanefi Bey yapıyor. Kendisine yöneltilen suçlamayı, başkalarına yöneltiyor. Suçlamayı yöneltirken de, kendisini şöyle savunuyor: “28 Şubat’ta muhafazakâr kesimler mazlumdu. Militaristler, muhafazakârlara zulmediyorlardı. Ben o gün buna karşı çıktım ve muhafazakâr kesim beni alkışladı. Bugün muhafazakârlar hakim ve zulmediyorlar, karşı çıktığım budur. Ergenekon tutukluları bugün mazlum pozisyonunda.”
Kendince bir kıyaslama yapıyor Hanefi Bey..
Yapıyor da, kıyasındaki örnekler birbirine hiç benzemiyor!
Ne gibi?
28Şubat’ta partiler kapatıldı. İktidarlar devrildi. Okullar kapatıldı.. Üniversiteye gitme hakları kısıtlandı..
Peki hedef kitlenin bu muameleyi hakketmesini gerektirecek neyi vardı?
Ne kadar bomba? Ne kadar silah? Ne kadar mühimmat?..
Suç olabilecek neyi vardı, 28 Şubat mağdurlarının?
14 yaşındaki çocuğun ne suçu olabilir ki; onun gittiği İmam Hatiplerin orta kısımları kapatıldı?.. Üniversiteye giden kızların ne suçları vardı ki; geceyarılarına kadar çalışarak kazandıkları fakültelerin kapısının önüne konuldular?..
Evet, o muamelelerin tamamı, apaçık zulümdü..
Peki Hanefi Bey’in benzetme yaptığı bugünküler?
Bugün de, ortada hiçbir suç aleti yok iken, insanlar temel haklarından mı alıkonuluyor?
Nedir o ele geçirilen C-4’ler. Nedir o el bombaları? Nedir o yerden fışkıran mühimmat?
Söyler misin Hanefi Bey, nedir o krokiler?
Bunlar mı, mazlum pozisyonunda olanlar?..
Nedir o yüksek yargıdaki hakimlerin bile özel görüntülerini içeren kayıtlar? Nedir o tutuklama kararlarına rağmen, cezaevi yerine hastanede gününü gün etme hikayeleri?
Bunlar mazlum; öyle mi?
Onlar mazlum(!) iken bile, Vakit’e açtıkları davada ödemedikleri SSKprimini haber yaptığımız için, bizi mahkûm ettiriyorlar, haberiniz var mı Hanefi Bey..
Böyle ele geçirmişler, yargıyı da, diğer kurumları da..
Ergenekon sanıkları için tüm bunlar serbest, ama bu suçları takip etmekle yükümlü polisin iki tane telefonu dinlemesi suç mu, Hanefi Bey?
“Erzincan Başsavcısı makamında gözaltına alınmamalı” imiş!
Boşverin bu hikayeden usul tartışmalarını Hanefi Bey.
Bir başsavcı, bir masum insanın evine suç aleti koydurup, sonra da yakalatacak kadar pervasız ise, makamında da gözaltına alınır, evinde de..
Kaldı ki, Ergenekon sanıklarının büyük çoğunluğu, sabah erken saatlerde evden alındılar.
Hanefi Bey ile şimdi kol kola olanlar, hep itiraz ettiler: “Bu adamlar kaçacak mıydı? Ne diye evlerinden, sabahın erken saatinde gözaltına alınıyorlar!”
Alın işte, öğle saatinde, evdekileri de rahatsız etmeden, makamında gözaltı işlemi yapılıyor.
Ama ona da itiraz ediyor, Ergenekon’u önemsiz gibi göstermeye çalışanlar!
Her şeyin bir izahı olabilir belki, ama 28 Şubat mağdurları ile bugünkü Ergenekon sanıklarını yan yana koymak!
Bu; işte izahı mümkün olmayan bir şey, Hanefi Bey!
VAKİT