Özlem Albayrak 28 Şubat’ta medya, bürokrasi, yargı, akademi ve siyasetin üstlendikleri role dikkat çekmiş ve Sözcü’nün dünkü namaz kılan çocukları hedef alan manşetinin de benzer bir darbeyi destekleyebileceklerinin işareti olarak okunmalı demiş.
Özlem Albayrak’ın bugünkü Yeni Şafak’ta (22 Aralık 2017) yayınlanan konuyla ilgili ki yazısı şöyle:
28 Şubat Davası ve Hatırlamak
Dün 28 Şubat davasında savcının sanıklar hakkında istediği cezalar açıklandı. Buna göre, o ünlü MGK toplantısında hükümete zorla bildiri imzalatan komutanların başı olarak yeralan dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Genelkurmay 2. Başkanı “demokrasiye balans ayarı yaptık” lafıyla ve isim babası olduğu, vatandaşların fişlendiği Batı Çalışma Grubu’yla hatırlanan Çevik Bir, kudretli paşalar Erol Özkasnak ve Çetin Doğan gibi isimlerin de aralarında bulunduğu 60 kişi hakkında müebbet istendi.
Darbenin üzerinden tam 20 yıl geçti, oysa dünkü Sözcü’nün manşetindeki “Devlet ilkokulunda bunu da yaptılar” üst başlıklı “Sınıfta Namaz” manşeti, 28 Şubat’ın bin yıl süreceğini söyleyen Hüseyin Kıvrıkoğlu’nu tesciller gibiydi. Evet, 28 Şubat darbesi askerler eliyle yapıldı, ama medyadan, siyasetten, sermaye sahiplerinden, aydınlardan, toplumun bazı kesimlerinden çok açık ve güçlü bir destek almıştı. Ve bu insanlar hala aramızda.
Sözcü, bugün son derece marjinal bir yayın organı gibi gözükse de, darbenin toplumun çeşitli katman ve alanlarından ihtiraslı destekçileri düşüncelerini kendilerine saklamaya başlamış olsa da, bugün aynı şartlar söz konusu olsa, benzer bir darbeyi canla başla desteklemeyeceklerinden hiçbir zaman emin olamayacağız. Bu yüzden yıllardır, tüm diğer darbelerle olması gerektiği gibi, 28 Şubat’la da yüzleşmek gerektiğinden, 28 Şubat’ta az ya da çok payı olanların, aktif olarak yer alanların hukuk önünde hesap vermesi gerektiğinden, o dönem mağdur olanların, hala hapishanelerde çile dolduranların itibar ve iadesinin gerekliliğinden söz ediyoruz.
Zira 28 Şubat’ta sadece ülkeyi yönetmekte olan koalisyon hükümeti psikolojik savaş yöntemleri kullanılarak istifaya zorlanmadı. Sadece, benzer bir hükümetin iktidara gelme ihtimali ortadan kaldırılmadı. 28 Şubat’ta temel hak ve özgürlükler de sistematik bir şekilde askıya alındı. İnsan onurunu ayaklar altına alan ayrımcılıklar yapıldı. Daha açığı, 28 Şubat darbesinde toplumun çok geniş bir kısmı sırf dindar oldukları gerekçesiyle hedefe kondu. Binlerce insan etkilendi, yıllar boyunca acı çekti.
Başı örtülü diye kadınlar Meclis’e, okullara, devlet dairelerine sokulmadı; bazı öğrenciler sırf İmam Hatip Lisesine devam ettiği için yer altı örgütüne üye olmuş muamelesi gördü; cami görevlileri takibat altına alındı; çalışanlar sırf Cuma namazı kıldıkları için memuriyetten atıldı; pantolon kırışıklıkları kontrol edilerek namaz kıldığı anlaşılan subaylar ordudan ihraç edildi –ta ki yerlerini FETÖ’nün içki içen subayları alana dek-; gazeteciler, gazete manşetlerinde, anahaber bültenlerinde, tartışma programlarında meslektaşları tarafından ihbar edildi; bazı bürokratlar ortamlarda gümüş yüzüğünü saklamak zorunda kaldı.
28 Şubat sadece bir darbe değildi yani, en geniş anlamıyla bir sürek avıydı.
Zaten 28 Şubat’ın tetikleyicilerinden, Fadime Şahin-Ali Kalkancı-Müslüm Gündüz üçlüsü arasındaki ilişkinin bir laiklik sorunu haline getirilmesinin nedeni de buydu. O üçlünün önceden kurgulanmış ilişkileri köpürtüle köpürtüle yayınlanarak kriminalize edilmeseydi; tarikat gibi, şeyhlik gibi, başörtüsü gibi sembollerin neden düşman ilan edilmesi gerektiği topluma açıklanamazdı. O yüzden 28 Şubat sadece askeri bir darbe olmaktan çok daha fazlası ve çok daha geniş çaplısıydı; 28 Şubat aynı zamanda kendine çağdaş, Batıcı ve ilerici diyenlerin dinsel semboller üzerinden dindarlara açtığı bir savaştı.
Diğer darbelerden farklı olarak 28 Şubat’ta sorun sadece askerler değildi yani. İrtica karşıtı brifingler verenler kadar bir de o brifingleri ayakta alkışlayanlar vardı. Elbette darbede aktif rol almış askeri personelin hukuk karşısında hesap vermesi gerekiyor. Ancak askerler dışında bir de başörtülü bir kadını Meclis çatısı altından kovan bir siyaset, başörtülü öğrencilere eli silahlı terörist muamelesi yapan bir akademi, darbe ortamından faydalanarak Başbakan’a kafa tutabilen bir bürokrasi; “Bu kez silahsız kuvvetler halletsin” manşetleriyle darbeye destek veren bir medya, yıllar boyunca darbe kartını yüzümüze sallayan bir sermaye, postal sevdalısı aydınlar, toplumu kutuplaştıran sözümona sivil toplum kuruluşları vardı. Hala varlar.
O derece geniş çaplı ve yaygın bir haksızlıktı ki 28 Şubat, o dönem hukuksuz iş yapan herkesi tespit etmek, tüm haksızlıkları ortaya koymak, darbe destekçilerinin tamamını adalet önüne çıkarmak sahiden zor. Savcılık da işe elinde olanlarla askerle başlamış. Umuyorum bu dava çok kısa bir süre içinde sonuçlansın, umuyorum öyle adil bir yargılama olsun ki, bir daha hiç kimse darbe yapmayı aklından bile geçiremesin.