27 Mayıs Darbesi

Onbeş yaşlarındaydım. Çocukluktan delikanlılığa geçişin tüm açmazları, çıkmazlarıyla birlikte, tüm yalpalarını da yaşıyordum…

Fikri istikrar denen şeyden nasiplenmek şöyle dursun, hattâ varlığından bile habersizdim; aklıma eseni yapıyor, sonuçlarıyla da dalgamı geçiyordum.
Bir sabah birden büyüdüm: O sabah, tok, sert bir ses, açtığım radyoda bas bas “ihtilâl beyannamesi”ni okuyordu: “Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgalarına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır…”
O sabaha kadar, Millet Partisi ile Hürriyet Partisi (o zamanki partiler) arasında gel-gitlerde iken, o sabah birden kayıtsız-şartsız Demokrat Partili oldum…
Beni o noktaya, Demokrat Parti’ye gadredildiğini hissetmem getirdi...
27 Mayıs (1960) sabahı duyduğum ve duymamla Demokrat Parti’ye haksızlık edildiğini düşündüğüm tok, sert ses, bir süre sonra aksanlı, güvensiz bir sese dönüştü: “Sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak yerlerini aldılar, müdafîler hazır, açık olarak duruşmaya devam olundu… Sanık Bay Adnan Menderes…”
Sözün tam mânâsıyla Türkiye’ye çağ atlatan, fukara vatandaşı jandarma-tahsildar baskısıyla birlikte çarıktan, açlıktan ve susuzluktan da kurtaran Başbakan Adnan Menderes’le arkadaşları Yassıada’da yargılanıyordu…
Radyo cızırtılıydı. Darbeci jakobenlerin “Yüksek Adalet Divanı” adını verdikleri hukuksuz yargının yargıçları aldıkları talimatı uyguluyor, bütün baskılara rağmen karşılaştıkları asîl duruş karşısında bocalamaya başlıyor, “Ne yapalım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyerek, hukuk katliamının tarihsel sorumluluğunu darbecilere atmaya çalışıyorlardı.
Bebek Davası, Köpek Davası, Değirmen Davası, Barbara Davası, Radyo Davası gibi ipe-sapa gelmez sözde davalarla tekrarlanan duruşmalarda, Menderes ve arkadaşlarına tam on bir ay bir gün boyunca fiziki ve psikolojik işkence uygulandı…
Nihayet 15 Eylül 1961 günü kararı açıkladılar: Başta dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan olmak üzere 15 kişi idam edilecekti…
31 kişiye ömür boyu, 418 sanığa altı ayla 20 yıl arasında değişen çeşitli hapis cezaları verilmişti. 123 sanık ise beraat aldı.
Karara göre, Türkiye’yi bir parti hegemonyasından kurtarıp millet iradesini devletin temel ögesi yapan ve bu istikamette ezanı aslına döndüren Başbakan Adnan Menderes asılacaktı!..
Başbakan olduğunda (Mayıs 1950) sadece üç milyon dokuz bin ton olan buğday üretimini, iktidarı döneminde sekiz milyon beşyüz bin tona, sıfırın altında seyreden kalkınma hızını yüzde 7’nin üzerine çıkaran, buna rağmen enflasyonu ortalama yüzde 5-6’larda tutan, bu tablo ile halka “ekmek” veren Başbakan Adnan Menderes asılacaktı!..
Türkiye’yi baştan başa şantiyeye döndüren, yüreklere kök salmış karakol, tahsildar, jandarma, polis, asker korkusunu vatandaşın yüreğinden söken, yerine “vatandaşlık bilinci” ile “özgüven” yerleştiren Başbakan Adnan Menderes asılacaktı!..
Onları devirip Yassıada’ya tıkan kuvvet asılmalarını istiyordu. Bu bir “intikam sendromu”ydu. 14 Mayıs’ta (1950) kendi tercihlerini (CHP) iktidardan indiren halktan, sevip seçtikleri Başbakan’ı asarak intikam alıyorlardı.
27 Mayıs (1960) darbesi, 14 Mayıs’ın bir rövanşıydı! Çünkü halk, ilk kez, 14 Mayıs 1950’de yapılan demokratik seçimlerle, CHP’de simgelenen “seçkinci aydın” jakobenizmini devirmiş, kendi kendisini iktidara taşımıştı…
27 Mayıs, halkı iktidardan tekrar uzaklaştırma, iktidarı eski zihniyete peşkeş çekme operasyonuydu. “Ordu gençlik el ele… ordu millet el ele, karşı çıkan hergele” sloganlarıyla milletin üzerine yürüyorlardı.
Demokrat Parti’yi iktidara taşıyan, “Dur!.. Söz milletindir” şeklindeki slogan, 27 Mayıs sürecinde değiştirilmiş, “Dur!.. Söz ordunun, basının ve üniversitenindir” şekline getirilmişti…
Bu yönetim tarzında halka yer yoktu!
Menderes ne kadar halk sevdalısı ise, onu devirenler o kadar halk düşmanıydı…
DP önderlerinden Samet Ağaoğlu, Anadolu kuraklıkla kavrulurken, idealist Menderes’in “İçim yanıyor Samet” diye ağladığını yazıyor: “Samet içim yanıyor. Bu rüzgâr şimdi Anadolu’yu kavuruyor. Bilirim köylünün bu yel estikçe düştüğü kederi! Toprak kurumakta, kısacık ekinler sararmaktadır. Duadan başka hiçbir şey yapamazlar.” (Arkadaşım Menderes, s. 34).
İşte bu sevdalı, duyarlı yaklaşımla, Menderes, sulanan arazi oranını binde 6’dan yüzde 5’e, köy yollarını bin kilometreden 11 bin kilometreye çıkardı, ayrıca da neredeyse susuz köy bırakmadı. Bizim köy bile onun sayesinde yola, suya kavuştu.
Samet Ağaoğlu’dan bir paragraf daha okuyalım:
“Üç yıldan fazla İşletmeler ve Sanayi Bakanlığı yaptım. Her sabah Başbakan’a bir gün önce barajlarda dökülen çimento miktarını, fabrikalarda kullanılan tuğla, üretilen enerji, kömür, şeker, çimento rakamlarını veriyor, neden daha önceki günlerden az veya çok olduklarının sebebini anlatıyorduk. Bir teşebbüsün bitmiş olması, büyük bayramdı onun için.” (age. s. 41).
Astıkları için bayram edenler utanır mı acaba?
Adnan Menderes, dünya tarihinde asılan ilk siyasetçi değil, Fransızlar da Devlet Başkanları Petain’i astılar, ancak onu idama götürenler, bir Nazi işbirlikçisi olduğunu bildikleri halde nazik davranıyor, “Ekselansları” diye hitap ediyor, son ana kadar saygıda kusur etmiyorlardı…
Adnan Menderes ise hasta haliyle, üstelik kolları arkasına bağlı ve beyaz idam gömleği giydirilmiş olarak sehpaya yürütüldü. Zaman oldu küfredildi, zaman oldu aşağılandı, hatta tokatlandı. Yassıada’daki hücresinin üstüne gürültüyle çalışan bir motor koymuşlardı, kaç kez bundan şikâyet ettiği, uyuyamadığını söylediği halde oradan kaldırmadılar.
Nihayet astılar, fakat kurtulamadılar. Hâlâ ve her zaman milletinin kalbinde yaşıyor.

VAKİT