Dile kolay; 50 yıl olmuş.. Yarım asır!
Ve Türkiye hâlâ ‘Darbe Anayasaları’ ile yönetiliyor..
Topu topu darbesiz bir 10 yılımız var..
23 Nisan 1920’de ilk Meclis açılmıştı.. 11 Ağustos 1923’de 2. Meclis açıldı.. Bu bir darbeydi aslında, açık oy gizli tasnif, tek parti rejimi, adaylar sofrada belirleniyor.. 3 yıl da buradan eklesek, toplam 13 yıl darbesiz, ki o ilk üç yıl savaş yıllarıydı.. 37 yıldır olağanüstü şartlarda yönetiliyoruz ve hâlâ Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddeleri var ve hâlâ tek parti zihniyeti resmi ideoloji olarak dayatılıyor..
27 Mayıs kaba bir şekilde yönetime el konularak askerî güç kullanmak sureti ile iktidar partisi alaşağı ediliyor ve iktidar partisinin önde gelen isimleri önce tutuklanıyor, sonra ağır ağır işkencelerden geçiliyor ve asılıyordu..
27 Mayıs ilk zamanlar bayramdı.. Bir topluma celladını alkışlattılar.. Ardından 12 Mart, ardından 12 Eylül ve derken 28 Şubat, e-muhtıralar, postmodern darbeler vesaire..
Neyse ki, askerî darbelerin 50 yılında, darbeye teşebbüs eden askerler ve işbirlikçileri bugün yargıda hesap veriyorlar ve henüz 28 Şubat’ın generalleri sanık sandalyesine oturtulmamış da olsa, 12 Eylül darbecilerinin yargı muafiyeti kaldırılıyor.. 12 Eylül’cülere yargı yolu açılmakla kalmıyor, aynı zamanda CHP nin, TSK içindeki bazı hücrelerin, yargıya sızmış darbecilerin tüm engellemelerine rağmen ‘Darbe Anayasası’nın değiştirilmesinin önündeki engeller kaldırılıyor..
Bugün bütün yurtta darbeler ve darbeciler lânetlenecek..
İlginçtir, bütün darbelerde, partiler, dernekler, vakıflar, odalar kapatıldı, ama kapatılmayan tek örgüt vardı; Mason locaları. Bu da darbecilerin kanlı, kirli ve karanlık yüzlerini ortaya koymaya yeter sanırım..
Mustafa Kemal’e “Tek Adam” diyenler, dillerinden Cumhuriyet kelimesini düşürmeseler de, sonunda Monarşik yeni bir düzen kurmuşlardı.. İsmet Paşa zamanında, Kemalist düzen Oligarkların denetimine geçti.. 60 Darbesi ile Kemalizm darbeci militarist elitler ve onların işbirlikçilerinin elinde, sadece koruyucu bir kalkan görevi görüyordu.. Darbeci Kemalistler, ilk önce dindarlarla hesaplaşmaya yöneldiler. Onlar için “irtica ile mücadele, istila ile mücadeleden daha zor, önemli ve öncelikli bir mesele” idi.. Onun için lâiklik öne çıktı.. Din dışı bir cephe oluşturulmaya çalışıldı.. Toplumu kontrol etmek için de sağ-sol, ilerici-gerici, alevi-sünni denklemi kuruldu. Aynı ülkenin çocukları birbirine karşı kışkırtıldı ve adına “kontrollü bunalım stratejisi” dedikleri yöntemle toplumu kontrol etmeye çalıştılar..
Darbecilerin sağı-solu yok. Her kesimi kullandılar ve hâlâ da kullanıyorlar..
10 yılda bir tekrarlanan darbeler, Özal sonrası durdu gibi gözükse de aslında el altından değişik çalışma grupları, MGK üzerinden ne lazımsa yaptılar. Yeni bir darbeye ihtiyaç duymadıkları için tankları yürütmediler. Yoksa bugün bile hâlâ, ellerinden gelse darbe yapmak konusunda bir dakika bile tereddüt etmeyecekleri çok açık..
Derin devlet yapılanması ile bir korku cumhuriyeti kurmuşlardı. Köşe başlarındaki kişiler ya kendi adamları idi, ya da tehdit ve şantajla istedikleri her şeyi yaptırıyorlardı.. Sistem ona göre dizayn edilmişti. Anayasal düzen ya da Cumhuriyet’in temel nitelikleri dedikleri şeyler, bu düzenin ayakta kalmasını sağlayan düzenlemelerdi..
Haksöz’ün kapak konusu olan “Kemalist oligarşinin referandum korkusu”nun arkasında biraz da bu gerçekler var..
Burada kimin ne yaptığından çok, ‘biz bu gelişmeler karşısında nerede duruyoruz, ne yapıyoruz’ sorusunun cevabını bulmak gerekiyor..
Bugün Müslümanların dünyaya vereceği mesaj ne? Daha hilafet konusunu kavramsal düzeyde bile zihnen çözümlememiş bir topluluk. İktidar ve hilafet talepleri, pekala bir başkaları için Müslümanları dönüştürücü bir projenin örgütsel arka planını oluşturabilir, belli güçlerin elinde.. Daha küçük Müslüman toplulukların bile vahdet şuuruna ermediği bir ortamda, çok daha evrensel bir projeden yola çıkarak lokal sorunları çözme iddiası, romantik bir çaresizlikten başka ne olabilir. Hamza Türkmen, Haksöz’deki yazısında bunu tartışıyordu son sayısında.. Selefi bir öfke ile kıtal ve feda anlayışı, ya da tekfirci bir anlayışla nereye gidebiliriz.. Bu tür hareketler, geniş kitleleri liberal demokrasinin bahçesine sürmekten başka ne işe yarıyor? İçeride tekfir tartışmaları zaten zayıf olan kardeşlik bağlarının kopmasına sebeb olmuyor mu? Din adına birbirini tekfir edenler, sonuçta cemaat içinde derin kaygılar ve çaresizliklerin ortaya çıkmasına sebeb oluyor. İnsanlar da başka vadilere savruluyorlar.. Bazen da yağmurdan kaçanlar, doluya yakalanıyorlar.. Çeçenistan’da Kadirov deneyimi buna güzel bir örnek olabilir.. Bir Nakşi, bir Selefi, bir Şii arasındaki tartışma her şeyi bitiriyor. Cemaat atomize oluyor..
Pakistan’da, Sudan’da, Libya’da gördük, Militarizmin gölgesinde İslâm hayat bulmuyor.. Sadece darbelere karşı çıkmak da çare değil. ‘O zaman sorunun çözümü nedir’ sorusu cevabını arıyor..
Bir şeylere “Hayır” derken, doğru olanı ikame etme zorunluluğumuz var.. Bizim kendi içindeki tevhidi bütünlüğümüz ve fıkhi çoğulculuğumuz yanında, diğer insanlarla bir arada yaşamanın şartlarını oluşturma konusunda bir çaba içinde olmamız gerek.. Aile, ahlâk ve hukuk konusunda kimse fazla bir şey söylemiyor..
Sanıyorum, darbeleri ve darbecileri lânetlerken bizim de kendimize bir çeki-düzen vermemiz gerek. Allah kitabında “Hak geldi, bâtıl zail oldu” der.. Bize bâtıl geldi, masonlar, komünistler, Yahudiler geldiler, biz bu hallere düştük diyoruz. Hayır! Karanlık, aydınlığın yokluğudur. Işık gelince karanlık yok olur, zaten karanlık yok olmaya mahkûmdur..
Sonuçta her topluluk, lâyık olduğu gibi idare olunacaktır ve biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmeden, Allah (c.c.) bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir..
Darbecilere karşı sesimizi yükseltelim. Haksızlıklar karşısında susanlar, dilsiz şeytanlardır.
Kim ki zalimlere yardım ederse, Allah (c.c.) onu onların başına musallat eder.. Zulme rıza zulümdür. “Zalimlere yardım etmeyin, ateş size de dokunur” denmiştir..
Neyse, her şeye rağmen gelişmeler, doğru yönde ve ileri doğru..
Darbeye teşebbüs edenlerin bir kısmı, bugün sanık sandalyesinde, referandumda da, darbecilerin yargılanmasını ve ‘Darbe Anayasası’nın değiştirilmesini engelleyenlerin engellerinin kaldırılmasını oylayacağız.. 12 Eylül bu açıdan bir milad olacak..
Artık her 27 Mayıs, bir bayram değil, darbeye karşı öfke gününe dönüştü. Birileri için utanç günü oldu 27 Mayıs.. Bugün tüm ülkede basın, darbeyi tartışacak, STK’lar bildiriler yayınlayacaklar.. Halk, darbeye ve darbecilere karşı bir defa daha sesini yükseltecek.. 27 Mayıs’tan 12 Eylül’e kadar referandum konuşulacak.. Bu süreçte herkese görev düşüyor.. önümüzde 100 gün var..
Selam ve dua ile..
VAKİT